Güvertesiz gemiden inmek

Ömrümün her yılında
Sayısız savaş saklı
Her barış projesi
Yeni savaş çığlığı
Barıştan korkumuzun
Budur asıl sebebi

Umutla hayalin karıştığı yerde başlar duygunun aklı aldatması. Meşru olana anlam fazlası yüklemek, basamak basamak bizi mesnetsiz hayallere oradan beklentilere sürükler. Sloganlarla düşünmek, ya da, slogan vurgularının bilinç altına ilişmesi zamanla kabule dönüşebiliyor. Ta ki, bir olay ortaya çıkar algımızın iğreti sarayını yerle bir eder ve gerçeğin acımasız görüntüsünü ortaya koyar.

Adeviyye meydanındaki karşılaşma, dünyayı kılcal damarlarına kadar aydınlatan bir emar filmi olarak önümüzde duruyor.

Gerçeği bütün çıplaklığıyla önümüze koyan, İhvanın duruşunun niteliğiydi elbette. Yersiz hayallerin, beklentilerin nasıl birbirine karışıp bizi iyimser sarhoşluğun atmosferine ittiği ortaya çıktı.

Ümitlerin yanlış konumlanması elbette ümitten vazgeçmek anlamına gelmez. Ölse bile, kalanlara ümidi devleştirip sunan müminler için gayrısı mümkün değildir. Bahse konu olan ümidi yanlış yola, sisli bulvarlara sunmaktan beri olmaktır. Gerçekleri acı da olsa, kabullenip sağlıklı zemin üzerinden yeni gerçek ve onun düşünü üretmek, "Allah'tan (c.c) ümidini kesmezler" vurgusuyla hayat bulan Müslüman tavrının gereğidir.  Öyleyse vehim olarak anlayışımızda beliren özellikle üç hususun temenniden öteye geçmediğini Adeviyye meydanının sarsıcı işleviyle anlaşıldığını söyleyebiliriz.

1- İslam dünyası vurgusuna zamanla fazla anlam yüklemişiz. Meğer kovaların hiç birinde su yokmuş. Birbirine kitapla, adalet duygusu, sevgi ve merhametle bağlı olması gereken ülkeler, cari olan devlet anlayışı ile, reel - politik bakışa tabiiymişler; ulus devletler gibi. Karar mekanizmaları, ortak kurumları, alim tipolojileri ulusal, mezhebi etnik sınırlar çerçevesinden çıkacak cesarete haiz değilmişler. Cuntacıya kredi açan, ABD ile aynı paydadan ayrılmaktan tir tir titreyen krallar, mezhebini gözlük yerine kullananlar ve ila ahiri... Bu durumda yeni kriterlere ve gerekçelere ihtiyaç söz konusudur. Tek tek müminlerin yöneticileri kadar duyarsız olmadıkları gerçeğinden başlayarak küresel ölçekli duruşun inşasına acil ihtiyaç var.

2- Uluslararası hukuk / camia diye birşey yokmuş. Aslında defalarca yaşanan olaylarla bunu biliyorduk. "Olsun" kabilinden, "varmış" gibi davranışın faydasını dikkate alarak, böylesi bir kullanıma başvuruyorduk.

İki kutuplu dünyanın sonunda Varşova Paktının Müslüman dünyanın üzerine devrildiğini gördük. Kanlı akışın sırasıyla; Afganistan, Çeçenistan, Bosna,  Kosova süreçlerinde neler yaptığını,  acının her rengini yaşayanlar olarak biliyoruz. Hiçbir savaş tarafsız, müsamahasız, eşit yaklaşımla yaşanmadı.

Bütün bu süreçler, Batının insafsızlığı, Müslüman dünyanın çaresizliği, duyarsızlığıyla yürüdü. Uluslararası camiaya, uluslararası hukuka hiç rastlanmadı bu süreçlerde.

Milletler arası adil bir hukuka acil ihtiyaç var!

Bu hukuku ancak, kendine, milletine adaletle davrananlar kurabilir. Adaletli davranmayı ibadetin gereği sayanlar ancak başarabilir. Bu yolda da ümitli olabilmek için, fikir ve ona uygun davranış üretme mecburiyeti sözkonusu.

3- Birleşmiş Milletler diye bir kurum yokmuş. Bu da biliniyordu. Temenni bahsine kayıtlı, bir gün adalet kapıyı çalar ümidiyle katlanılan bir kurum...

Okullarda öğretilen bilginin tam tersi olarak "beş"'in, iki yüzden "büyük" olduğunu söyleyen bir örgüt. İki yüz küsur ülke ne konuşursa konuşsun, hangi kararı alırsa alsın, beş ülkeden biri itiraz ettiğinde, kararın hiçbir hükmü kalmıyor.

Kuruluşunda faşizmi temel alan, adalet ve eşitliği bozan bir kurumun, adalet dağıtması mümkün mü? Her konuda da kendine "yakışanı" yapmaktan geri durmuyor.

Mısır konusunda toplanıp konuşmaya değer, karar çıkmaya yönelik problem bulamadılar(!)

Adeviyye'ye şehitleri dolu sanılan kovaların içini gösterdiler; hepsi boşmuş.

Bundan sonrası yaşayanların görevi, sözü edilen bu üç konudan başlayarak, yeni bir anlam dünyası kurmak elzem hale gelmiştir; gerçeği, fikri, rüyası, Hakikat onaylı olan...