Gündemimize vizyonu Özal soktu

Turgut Özal'ın ölümünün ertesi günü, onu sağlığında yerden yere vuranlar, övgüler düzmekteydiler. O sırada Hürriyet'te yazıyordum. Özetle şöyle demiştim köşemde: " Turgut Özal yaşarken, vizyonu ve icraatı ile Türkiye'yi yeniden yapılandırırken onu destekledim. Ölümü ertesinde duyduğum derin üzüntüyü seslendirmekten başka yapabileceğim bir şey yok şimdi.

Özal'ın İstanbul'daki cenaze töreninde insanların taşıdığı pankartlarda neler yazıldığını hatırlar mısınız bilmem... "Ardından bir ulus ağlıyor", "Eserlerinle yaşayacaksın", "Dindar Cumhurbaşkanı", "Demokrat Cumhurbaşkanı", "Sivil Cumhurbaşkanı"... Turgut Özal'ın ölümünden sonra onun hakkında binlerce makale ve yüzlerce kitap yazıldı. "Vizyon" kavramının Türk siyaset hayatına Turgut Özal'la girdiğini artık bilmeyen yok. Özal'ın "Transformasyon" kavramı içinde topluma sunduğu "Değişim", şimdi her kesimin anlamaya ve uymaya çalıştığı bir olgu. "Ezberleri bozmak", "Dünya ile rekabet etmek", "İhracatçı ülke olmak" gibi söylemler, siyasi yaşamımızın günlük gerçekleri arasında artık.

Bugün bir turizmci, bir iletişimci veya bir bilgisayarcı ile konuşurken, "Turgut Özal olmasa biz bunları yapamazdık" cümlesini duymak her an mümkün. Organize sanayi bölgelerinin Anadolu esnafını tüccar, zanaatkârı sanayici düzeyine sıçrattığı konuşulurken, arada bir mutlaka Özal'ın adı zikredilmez mi? Veya futbol tutkunları, yemyeşil sahalarda oynanan maçları izlerken, "Özal'dan önce bu sahalar topraktı" demezler mi?

Konvertibilite reformu

Bugün Türkiye'de seracılık bu noktaya geldiyse, Türkiye kivi üretiyorsa, bunun arkasında Özal döneminde tohum ithalatının serbest bırakılması yok mudur? Yabancı markalı sigaranın, alkollü içkilerin bandrolle satılması ertesinde bunların Türkiye'de üretilebilmesinin Özal'ın icraatının bir parçası olduğu ve böylece "Kaçakçılık Sektörü"nün bu alandan çekildiği hatırlanmaz mı? Eğer Türk sağlık sektörü dünyanın en ileri teknolojili teşhis aygıtlarını serbestçe ithal edebiliyorsa, birbiri ardınca açılan özel hastaneler Türkiye'yi "Sağlık turizmi"nin bir merkezi haline getirmişse... 32 sayılı kararname ile Türk parası konvertibiliteye kavuşmuşsa ve "Döviz" hem suç hem de kriz unsuru olmak niteliğini kaybetmişse... Türkiye otelleri, tatil köyleri, hava ulaşımı ile dünyanın 8'inci büyük turizm ülkesi haline gelmişse... 1987'de Avrupa Birliği'ne (Avrupa Topluluğu) üyelik başvurusunu yaparken "Uzun ince bir yoldayız" dediğini hâlâ hatırlamıyor muyuz? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkını kabul etmemiz, Ceza Yasası'ndan 141-142-163'üncü maddelerin kalkması gibi dönüm noktaları unutuldu mu?

Özal'ın siyaset yaşamımıza getirdiği soluk sayesinde kendilerini "İlerici", "Yenilikçi", "Devrimci" biçiminde sunan statükocu kesimlerin aslında "Gerici", "Eski", "Çağdışı" oldukları anlaşıldı. "Halkçı" denilenlerin aslında "Bürokratçı" oldukları açığa çıktı. İnternette dolaşırken Osman Timurtaş'ın Betül Karakayış ile birlikte hazırladığı bir "Özal Vizyonu" değerlendirmesine (http://osmantimurtas.wordpress.com/2006/11/26/ozal-vizyonu) rastladım. Çok iyi özetlenmiş bu çalışmayı, sayın okurlara hatırlatayım:

Bürokrasiye savaş...

Kimdir Turgut Özal? Muhafazakar mı? Liberal mi? Bir ayağı Malatya'da, bir ayağı Amerika'da modernleşmenin öncülüğünü yapar Turgut Özal. Ayağı Anadolu'ya basar, gözü Türk Hava Yolları'na bakar. Türk tarihine vâkıftır. Yeni dünya düzeninde, geçmişle sadece iftihar etmekle milliyetçi olunamayacağını anlatır. Değerler açısından muhafazakar; ama özgürlükler, sivil inisiyatifi kullanmayı özendirmek, statükoya karşı olmak açısından liberal; aynı zamanda devrimci bir kişilikti Özal. Sadece bir fikre sabitlenmekten uzak, bütün fikirlerden faydalanmayı bilen iyi bir sentezciydi. Bu sentez, ona ileri görüşlülük özelliği kazandırmış, dolayısıyla da Sovyet rejiminin çökeceğini, Çin'in serbest pazara geçeceğini çok önceden öngörmüştür.

Türkiye, Özal döneminde modern dünyanın kabul etmediği Devletçilik'ten kurtulmak için atılımlar yapar. Özal, özelleştirmeye büyük önem verir. Bürokrasiye savaş açar. Devleti hantal yapısından kurtarmak için sert tedbirler alır. Açık sözlülüğüyle tanınır. Romanya'ya gittiğinde "Eğer böyle giderseniz batarsınız." demekte tereddüt etmez. Pekin'de "Eğer bu fiyatla metro taşımacılığı yaparsanız Çin biter." sözünün sahibidir. O zamanki komünist liderlere "Saçmalıyorsunuz." diyecek kadar özgüvene ve güçlü bir iradeye sahiptir. Özal, konuşmaya başladığı zaman Amerikalılar not almaya başlarlar.

Cumhurbaşkanlığı yeminini yaparken üç şey üzerinde durdu. Din ve vicdan özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ve teşebbüs özgürlüğü. Özgürlüklere çok inanırdı; ama hemen arkasından şunu söylerdi: "Eğer ekonomik bakımdan güçlü olmazsak salt bu kavramlarla yaşama şansı bulamayız. Bilakis, gelişmiş ülkelerde bu kavramların yerleşmesi ekonomik yönden güçlü olmalarıyla doğrudan ilintilidir." Dolayısıyla bu dengeleri korumak için büyük gayret sarf ediyordu. Özal'ın, Devlet Planlama Teşkilatı günlerinden beri ağzından eksik etmediği laf şuydu: "Çocuklar en kötü karar, kararsızlıktan iyidir; çünkü karar verirseniz düzeltme şansınız olur." Risk alabilen, ani kararlar verebilen insanların olması için daha ne söylenebilir ki...

Dankwort Rustov'a göre Türkiye'nin modernleşmesinde üç temel devrim vardır. Bunlar: Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'i ilan etmesi, İsmet İnönü'nün demokrasiye geçiş kararı ve Turgut Özal'ın Türkiye'yi piyasa ekonomisine geçirmesidir. İlk İzmir İktisat Kongresi'ni 1923'te Mustafa Kemal toplamıştı. Sahne değişir aynı oyunda aynı rolde sadece karakterler farklıdır sonrasında. Aradan geçen 58 yılın ardından yine aynı amaçla ikinci ve üçüncü kongreleri toplayan isimdir Özal. 1981'deki konuşmasında Özal, asırlarımıza damgasını vuran temeldeki yapısal darboğazlarımıza dikkat çeker: Altyapı, enerji ve ihracat yokluğu... Bu üç darboğazı aşmak için takip edilen piyasa ekonomisi ve dışa açılma reformlarının on yıllık sonuçlarını 1992 kongresinde de anlatır. Sıçrayan rakamlardan, gerçekleştirilen projelerden ve döviz girdilerinden örnekler verir.

İcraatın İçinden...

Turgut Özal her hafta düzenli biçimde yapılan grup toplantılarında bıkmadan ve yorulmadan vizyonunu, projelerini milletvekillerine anlatır. Tabii sadece iktidar milletvekillerinin anlaması yetmez... Özal, "İcraatın İçinden" programları ile her ay televizyonda halkın karşısına çıkar. "Sevgili vatandaşlarım" diyerek, elindeki kalemi sallaya sallaya yapmayı tasarladıklarını halka anlatır. Zaman geçtikçe ve yapılanların sayısı arttıkça yapılacaklara olan inanç fazlalaşır. 4-7 Haziran 1992'de 3. İzmir İktisat Kongresi'nde değişim programını açıklar ve "Türkiye'nin büyük devletler arasında yerini alması müktesep bir haktır. Ciddi hatalar yapmazsak 21. yüzyıl Türk asrı olacaktır." der. Kütahyalı gazeteci Fatih Bakırdemir'in Özal hakkında yazdıkları ile, bu büyük devlet ve halk adamını rahmetle bir kez daha analım:

Yaptığı yatırımlar ve getirdiği yenilikler ülke insanının gözünü açtı. Onunla Türk insanı "Dünyalılaştı". "Kavgacı değil birleştirici olmayı seçtik." diyerek siyasete yeni bir çizgi kattı. Köprüleri ve barajları "satarım efendim" dediğinde "sattırmam" ile karşılaştı. Ama o bildiğini yaptı ve nasıl satılırmış gösterdi. Özelleştirmeden yana olan tavrından hiç vazgeçmedi. O, "Güçlü devlet, memurları çok olan devlet değildir, devlet bir istihdam kapısı değildir" deyip "her alanda insanlar serbestlik içinde yarışa sokulmalı"yı savundu. Yaptıklarını anlatıp, yapacakları konusunda da halkı bilgilendirmek için hazırlanan "İcraatınİçinden" programlarında sağ elindeki o meşhur dolma kalemiyle dikkatleri çeker ve icraatlarını tek tek anlatırdı. Herhalde "yeni" ile "eski" arasındaki farklar da bunlar oluyordu.

1988 Haziran'ında ANAP Kongresi'nde kendisine yöneltilen suikast girişiminde parmağından yaralandı. Televizyon programlarındaki ağır çekimlerde de bir kurşunun mikrofona çarpıp, saçlarını da havalandırarak hemen başının üstünden geçtiği görüldü. O gün söylediği şu sözler tarihe geçti; "Allah'ın verdiği canı, O'ndan başka alacak yoktur. Biz de O'na teslim olmuşuzdur."

Gerek cumhurbaşkanlığında gerekse başbakanlığında, Özal'ı halkın içinde görmek olağandı. Bazen beyaz giysileriyle bazen de bermuda şortuyla... 2. Boğaz Köprüsü'nün açılışındaki televizyon reklamlarında Mercedes'ini kullanırken "Hadi bakalım Semra, bir kaset koy da dinleyelim." dediğini hep hatırlarım.