ABD başkanlık seçimlerinin Demokrat adayı Barack Obama, Başkan Yardımcısı adaylığı için Joe Biden adını ilan edince Türk medyasının ve ardından Türk siyaset yapıcısı çevrelerin çoğunda bir matem havası esmeye başladı. Biden, saçlarını değirmende ağartmamış bir ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi üyesi olarak yıllardır Türk hükümetlerine ve diplomatlarına kök söktürmüş bir isimdi. Rum ve Ermeni lobilerine yakınlığıyla tanınıyordu. Soykırım iddialarının ABD Kongresi'nce kabulü, Biden'ın yönetimin iki numarasında yer almasıyla artık daha yakın bir tehdit olabilirdi.
Derken Cumhuriyetçi aday John McCain, kendi Başkan Yardımcısı adayının Alaska Valisi Sarah Palin olduğunu ilan etti. Beş çocuk annesi, eski güzellik kraliçesi bu genç siyasetçinin ismi ortaya atılır atılmaz hakkındaki kutular da birer birer açılmaya başladı. Obama, büyük bir siyasi olgunlukla aile meselelerini siyaset malzemesi yapmayacağını açıkladı. Bizi de ilgilendirmez, ama Palin'in bırakın Türkiye ile ilgili meselelerin ne olduğu, Türkiye'nin, belki çoğu Avrupa ve Asya ülkesinin yerini haritada gösterebileceği bile kuşkulu.
Hangi Amerikalı?
Oysa Biden bu yıl 22 Şubat'ta (aralarında bir önceki Demokrat başkan adayı John Kerry ve Chuck Hagel gibi ağırlıklı senatörlerin bulunduğu) bir Amerikan heyetiyle Ankara'ya gelip Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüştüğünde bakın ne demişti:
"Türkiye ABD'nin en çok önem verdiği ülkeler arasındadır. Bölgenizde oynadığınız roller ve getirdiği katkılar çok önemlidir. Pek çok konu ortak gündemimizde yer almaktadır. Irak gibi bunlardan bazıları ülkelerimizin politikalarını etkilemeyi haizdir. Önümüzdeki dönem ABD'nin Irak üzerinde atması gereken adımlar hakkında görüşünüzü almak isteriz."
Seçimleri Obama'nın kazanıp kazanmayacağı belli değil. Ama kazanırsa, Biden'ın Türkiye ile ilişkilerde, dış politika ve güvenlik konularında yiyeceği çok fırın ekmek olduğu anlaşılan Palin'den daha tercih edilir bir muhatap olduğu belli.
Biden adını duyunca matem tutan dış politikada gelenekçi kesimler, Türkiye-ABD ilişkilerinin uzun yıllardır Ermeni meselesine rehin düştüğü gerçeğiyle yaşamaya alışmış görünüyorlar. Siyasi tabu gördükleri bu konunun değişmesi ihtimali bile bu kesimin ufuk çizgisinde yer almıyor.
Devekuşu siyaseti
Başka açıdan baktığınızda, Türkiye'nin Ermeni meselesini dış politikasında ayağına takılan bir pranga gibi sürüklemekten kurtulması, bu meselenin en azından (rehin düşmeden) birlikte yaşanabilir boyutlara geriletilmesi, bütün dış politika paradigmasını, değerler dizisini değiştirebilir.
Türkiye'nin gelenekçi dış siyaset çizgisi Ermeni meselesinde bugüne dek genel olarak tepkisel bir hat izledi. 1980'lere dek daha kötüydü. Ermeni terör örgütlerinin Türk diplomatlarını katlettiği günlerde Ankara, Türk diplomatlardan Ermeni konusunun açıldığı mekânları terk etmelerini istiyordu, düşünebiliyor musunuz? Çünkü iddialara karşılık verecek argümanlar, konuşma pozisyonları dahi geliştirilmemişti.
1980'de 12 Eylül darbesi ardından Kenan Evren bu işe bizzat el attı. Bugün ayrıntıları hâlâ tam bilinmeyen birtakım kontr-terör eylemleriyle silahlı Ermeni örgütleri (temel olarak İngiliz, Fransız, İsrail ve Mısır güvenlik servislerinin de desteğiyle) susturuldu, caydırıldı. Aynı zamanda karşı argümanlar geliştirildi. Ancak siyaset hâlâ tepkiseldi. Ne zaman bir ülkede Ermeni soykırım iddiaları iç siyaset gündemine gelse, o ülke yönetimleriyle ilişki
kurarak, parlamentoların bu tip kararlar alması engellenmeye çalışıldı. Çoğu başarısız oldu.
Karşılıklı değişim işaretleri
Eğer başarı sayılacaksa, soykırım iddialarının kabulünün Başkanların bizzat devreye girmesiyle engellenebildiği ülke ABD oldu. Ama bu konu, Türkiye-ABD ilişkilerinde Türkiye'nin boynunun hep bükük kalmasına neden olan bir yük olageldi.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, görevini devraldığında "Türkiye'nin ABD ile olan ilişkileri, belirli bir konuya bağlanamayacak kadar geniş ve kapsamlıdır" derken, Ermeni meselesinden de söz etmiyor muydu sizce? 30 Ağustos davetinde yanında kuvvet komutanları olduğu halde Başbuğ'a 'Gül'e yapılan Erivan daveti konusunda ne düşünüyorsunuz?' diye sordum. Normal koşullarda askerler böyle durumlarda tepkilerini belli ederler. Yanıt, "Bugün 30 Ağustos'tan konuşalım" oldu.
Ermeni meselesini Türk dış politikasının üzerinde bir yük, ayağında pranga olmaktan çıkarmanın yolu, onu soykırım meselesine bağımlı hale getirmekten çıkarmaktır. Bunun en akılcı yolu de Ermenistan'la ilişkilerin geliştirilmesidir. Türkiye Ermenistan'la ilişkilerde bölgede büyük oyuncu olduğunun bilinciyle hareket etmelidir.
Bugün Ermenistan'ın başında, soykırım iddialarını Türkiye ile ilişkilerde (bir önceki Robert Koçaryan'ın aksine) koşul sayma yanlısı olmadığını söyleyen Serj Sargisyan var. Sergisyan'ın ülkesi için Ermeni diasporası ve Rusya'nın inisiyatifi dışında bir iş yapmayı ve bunun da en önemli sorunları olan Türkiye ile ilişkiler alanında olmasını istediği açık. Gül'ün, 29 Ağustos'ta Radikal'de Sargisyan'ın bir gün önceki mülakatına verdiği kapıları açık tutan mesaj ilişkilerde normalleşme isteğinin karşılıklı olduğunun işareti.
Bayar: Dış politikadan yük alır
Sargisyan'ın Cumhurbaşkanı Gül'e yaptığı 6 Eylül milli futbol maçını birlikte izleme önerisi, yalnız Türkiye-Ermenistan ilişkileri değil, Azerbaycan'daki işgali de katarak bölgesel
sorunların giderilmesi için de bir fırsattır.
Süleyman Demirel döneminde Kafkas işbirliği projesini kaleme alan diplomasi ekibinde yer alan Mehmet Ali Bayar, "Bu ziyaretin yapılmasıyla bile hem Türk dış politikası, hem de Türkiye'nin dostları üzerindeki yük kalkar" diyor ve sürdürüyor: "Sınır da açılmalı, çünkü sınırın kapalı kalması, Ermenistan'dan çok Türkiye ve Azerbaycan'ın aleyhine işliyor".
Türkiye'nin bu mesele nedeniyle Fransa'dan Kanada'ya dek pek çok ülkeyle ve hatta en büyük dış desteği veren Amerikan Yahudi lobisiyle birlikte arasının açıldığı dikkate alınacak olursa, Gül'ün bu maça giderek ilişkilerin sonrası için yeni bir kapı açmaya çalışmasının önemi anlaşılır.
Ziyaret başarılı sonuçlar verdiği takdirde Gül, ileride kendisini engellemek için girişilen kışkırtmalara kapılmadığı ve bu tarihi adımı attığı için anılacaktır.
Kaynak: Radikal