Önden giden atlıların diktiği ıhlamurların çiçek açma zamanına yine kavuştuk, çok şükür. Tarlada izimizin olduğu iddiasında değiliz. Hiç olmazsa harmandaki sevinci paylaşmak istiyoruz.
Büyük fedakârlıklara katlanılarak dikilen fidanların meyveye durması, kokusuyla, rengiyle çevresine bahar coşkusu yaşatmasından daha büyük mutluluk olabilir mi? Türkçe Olimpiyatları'nı televizyondan seyretmeyip bizzat yerinde izlemek gerektiğini düşünüyorum. Asya Termal Tesisleri'ndeki elemeler ya da bu sene farklı illerde yapılan finallere katılmanın faydası şu: Ekranda, sadece becerisini sergileyen bir çocuk görüyorsunuz. Mekânda bulunduğunuzda ise sahnenin önünü ve arkasını birlikte temaşa edebiliyorsunuz. Heyecanları, sevinçleri, bazen buruklukları, her şeyi paylaşıyorsunuz. Daha önemlisi isimsiz kahramanlarla, öğretmenlerle yüz yüze geliyorsunuz. Ankara'daki şarkı yarışmasında öğretmenlerin bir bölümü sahneye davet edildi. Mahcubiyet derecesindeki tevazuları etkileyiciydi. Suçluların bile insanların yüzüne sırıttığı bir çağda, başarıyı böyle taşıyabilmek bize özgü bir gelenek.
Türkçe konuşma yarışmasının elemelerindeyiz. Beyaz tenli Batılı çocuk 'Neden Türk okulu?' sorusunu cevaplandırıyor. İfadeleri, sadece Türkçeyi değil 'sevgi dili Türkçe' ülküsünü de ne kadar özümsediğini gösteriyor: "Babalarımız, dedelerimiz daha iyi insanlardı. Kültürümüz, müziğimiz kıyafetlerimiz değişti. Garip müzikler dinleyen, siyah giyinen ve insanlara dik dik bakan gençler çoğaldı. Babalarımız gibi kalabilmek için Türk okuluna gidiyoruz." Dünkü gazeteleri elime aldığımda bu sözlerin beynime çivi gibi çakıldığını hissettim. Annesini öldürüp 13 parçaya ayıran Bursalı gencin fotoğrafını görünce, o sözlerin ne anlama geldiğini daha iyi anladım. "Peki, okulunuz bunu nasıl başarıyor?" sorusuna karşılık şunları söyledi: "Bizim okulda hiç kötü ve yaramaz yok. En küçük bir yaramazlık yapanı bile müdür okuldan göndermekle korkutuyor. Kimse kötülük düşünmüyor. Ben bir defa cam kırmıştım. Kendimi müdürün karşısında buldum. Yaramazlığa devam edersem kendimi okulun dışında bulacağım dile getirildi. Aslında yanlışlıkla kırmıştım, ama yine de korktum." Aileler, Türk okullarını huzur adası, çocuklarını kötülüklerden koruyacak bir sığınak olarak görüyor. Bu duygu çocuklara öylesine işlenmiş ki en büyük ceza okulu kaybetmek. Eğitim seviyesinin düşük olduğu ülkelerde okullara gösterilen ilgi bazı hasetçiler tarafından hafife alınıyordu. Batılı ülkelerdeki talep çoğunlukla talimden ziyade terbiye öncelikli. Bir ziyaretimiz sırasında okul yöneticisinden dinlemiştim. Çocuğunu okula verebilmek için o bölgeye taşınan bir veli, çocuğu mezun olana kadar okulun kapanmayacağına dair yazılı teminat almak için epey uğraşmış. Sonunda mücbir sebep olmadan böyle bir şeyin söz konusu olmayacağına ikna etmişler.
Sevgi meşalesini dünyanın dört bir yanına taşımaya yeminli eğitim kahramanlarından biri birkaç gün önce kansere yenildi. Gencecik bedeni mum gibi erirken, çevresine toplanan arkadaşlarından bir talepte bulundu. Geride bıraktığı iki çocuğuna sahip çıkılması değildi son arzusu. 'Benim bu hizmet kervanının bir mensubu olduğuma şahitlik eder misiniz?' dedi arkadaşlarına. İsteği kulaktan kulağa, gönülden gönüle, yüz binlere ulaştı. Bu şahitlik her şeye değer. Issız çölleri aşma, buz dağlarında yaşama, okyanuslara at sürme enerjisini sağlayan da işte bu umut. Sevgi ülküsünün bir ferdi olarak kabul edilme umudu. Letonyalı öğrencinin söylediği o çok güzel şarkının sözlerini bir duaya dönüştürsek diyorum: Gülleri susuz, bizi aşksız bırakma Allah'ım.
Kaynak: Zaman