2000 yılının Mayıs ayında Cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde o vakitler bulunduğum köydeki umut ve heyecan havasını ve köylülerdeki ümitlenmiş yüzleri hatırlıyorum. O günlerde Mecliste bulunan beş parti (DSP, MHP, DYP, ANAP, FP ) Bülent Ecevit’in bulup keşfettiği Ahmet Necdet Sezer isminde anlaşmışlardır. Tabi ki söz konusu ismin A.N. Sezer’in tercih edilmesinin en büyük nedeni o günlerde demokrasi ve özgürlüğe vurguda bulunan konuşmalarıydı. Partilerin söz konusu ortak birlikteliği Türk siyaset tarihinde görülen ender birliktelikti. Geçmişinde ve kökeninde tesanüde/dayanışmaya önem veren köylü milletinin içini en çok rahatlatan neden bu birliktelikle hareket edilmesidir. İçlerinde beni okumuş, yazmış biri olarak gören umut insanları bana “Bu adam memleketi düzeltir, değil mi?” diye soruyorlardı bende fazla umut etmemelerini “elinde sihirli değnek olmadığını” söylemiştim. Onlara fazla umut etmemelerini bana söyleten argümanlarım öncelikle Cumhurbaşkanlığının geçmişten bu yana fonksiyon/suzluğuydu. Birde içinde bulunmuş olduğu konum itibariyle memur mantalitesine sahip olan bir profil olabileceği ihtimalidir. Geçen 7 yıllık süreçte tahminlerimde hiç yanılmadığımı söyleyebilirim. O vakitler mecliste bulunan 5 parti ortak protokol imzaladığında masama oturup muhtemel Cumhurbaşkanına 3 sayfalık bir mektup yazmıştım. İçerik olarak: “Sezer’in daha önceki konumu itibariyle halka yabancı olabileceğini, halkı tanıması için gerekirse Hacı Murat 124 otomobile binip tebdil-i kıyafet ile halkı ziyaret edebileceğini, onların ne yiyip ne içtiğini ve ne düşündüklerini öğrenebileceğini” yazmıştım. Geçen 7 yıl 4 ay sürede (7.4 şiddetinde bir süreç) Ahmet Necdet Sezer halka yabancılığından hiçbir şey kaybetmemiştir. Halkı tanımak için hiçbir çaba içerisine girmemiştir. Halkın meseleler hakkında ne düşündüğünü hiç umursamadan önüne gelen kararnameleri veto etmiştir. Halk 1940’lardan sonra Cumhurbaşkanları içinde kendisine en sıcak kişi olarak Turgut Özal’ı görmüştür. Özal’dan önce ve sonra köşkte gülen bir yüz görememiştir.
Başbakan Erdoğan Abdullah Gül’ün adını Cumhurbaşkanı adayı olarak açıkladığında halkın yüzüne bir tebessüm düşmüştür. Medeniyetimizin birikimi ve dili kullanılarak Abdullah Gül ismi Başbakan tarafından halka “kardeşim” diye takdim edilmiştir. Bu takdim edişten sonra belli çevrelerin-YÖK, ADD, ÇYDD, CHP, Tuncay Özkan ve ulusalcılar” teşvikiyle Gül’e karşı bindirilmiş kıtalarla mitingler hazırlanmış, medya kanallarıyla siyasi linç kampanyaları yürütülmüştür. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde siyaset mahkeme koridorlarına taşınmış ve Gül’ün adaylığı bloke edilmiştir. Erken seçim için karar verilmiş ve meclise girmeyen genel seçimlerden önce ANAP ve Mumcu kendi siyasi hayatına son vermiş seçimden sonra D(Y)P ve Ağar seçim sonucunda siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalmıştır. Böylece merkez sağın iki köklü partisi enkaz haline gelmiştir. AKP seçim sonucunda iki kişiden birinin oyunu alırken Gül karşıtı CHP varlık gösterememiştir. Hemen seçim sonrası taban olarak AKP’ye yakın MHP’nin “aday kim olursa olsun meclise gireceğini” açıklaması Tayyip Erdoğan’ı zor durumda bırakan bir gol olmuştur. Eğer MHP Gül’ün adaylığına karşı olduğunu açıklasaydı Tayyip Erdoğan’ın işi kolay olacaktı. Başka bir ismi önermesinde hiçbir sıkıntı yaşamayacaktı. “Dolmabahçe kriterleri” denilen sözde kriterlerden biride eşi başörtülü olan Gül’ün aday olmaması yönünde olabilir. Bahçeli siyasi bir zekâyla bu dayatmayı anlamış olabilir ve Tayyip Erdoğan’ı tabanında zor duruma bırakacak bir süreçle ve sıkıntıyla karşı karşıya bırakmıştır ve köşeye sıkıştırmıştır. Eğer Erdoğan tarafından Abdullah Gül aday gösterilmezse ya da daha önce adaylık işareti veren Gül adaylıktan çekileceğini açıklarsa bu durum AK Parti tabanında hayal kırıklığı yaratacak ve Bahçeli bu tabanı kazanma yolları arayacaktır. Daha sonra meclise başörtüsü yasağı ya da katsayı eşitsizliğinin kaldırılması gibi önerileri getirerek yine AKP’nin samimiyetini ölçecektir. Eğer bu taktik savaşında AK Parti üzerine düşenleri yapmazsa 5 yılsonunda AKP zayıflayacak, MHP güçlenerek meclise girecektir. Abdullah Gül’ün tekrar aday gösterilmesi Türk siyasetinin karşılaştığı marazi, kronik, dayatmacılığa meydan okumak anlamına gelecektir. Bir anlamda Abdullah Gül’ün kaderi Ali Fuat Başgil’in kaderine benzemektedir. 1961 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ali Fuat Başgil aday olmuş “Genelkurmay başkanlığı karargâhında bazı üst düzey subaylarca silahla tehdit edildikten sonra Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilmiştir.” Abdullah Gül’ün seçilmesi ya da seçilememesi Türkiye’de demokrasi kültürünün yerleşip yerleşmediğinin bir göstergesi olacaktır.
Tebessüm etmeyi/gülmeyi, sıcakkanlılığı kendi köklerinde bulunduran bu millet Gül’ü sevmiştir. Çünkü Gül yokluk içinden neler yapılabileceğini gösteren toprak yüzlü bir Anadolu çocuğudur. Gül sevilmiştir çünkü Gül babalarına benzeyen nur yüzlü, demire su verip varlığını ortaya koyan bir vefakâr ve vakarlı bir babanın çocuğudur. Bu millet Gül’ü sevmiştir çünkü kendi annelerine benzeyen “Utanırdı sütninem burnunu göstermekten; Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem...” medeniyetinin uzantısı olan yaşmaklı bir annenin oğludur. Bu millet Gül’ü sevmiştir çünkü kendi gibi yaşamış olan sofraya bağdaş kurup soğan ekmek yemeyi bilen bir toprağın çocuğudur. Bu millet Gülü sevmiştir çünkü birilerinin “ayak koklamak için camiye mi gideceğim” diyen jakoben bir duruşun karşısında halkıyla aynı safta namaz kılmaktan lezzet alan ve bu lezzetle huşu ile namaz kılan onlarla aynı safı paylaşan, omuz omuza veren adam gibi adamdır. Bu millet Gülü sevmiştir çünkü kendine yabancı olmadığı gurur duyduğu bir kültürün oğludur. Gül onlar için ne aristokrat ne jakoben bir insandır Gül onlar için etiyle, kanıyla, düşüncesiyle, duygusuyla ve duruşuyla onlardan bir oğuldur, babadır, kuldur ve insandır. Bu millet “Tornacının oğlundan Cumhurbaşkanı olur mu” diyenlere “bal gibi de olur tabi” deme milli refleksi gösteren bir millettir. Çünkü Babasının demire su verir gibi işlediği, olgunlaştırdığı içimizden biri ve adam gibi adamdır Gül. Manevi kültürüyle, entelektüel birikimiyle, siyaset tecrübesiyle, dünyayı kavramasıyla kaybedilmemesi gereken bir değerdir. Ülkenin en önemli makamında bu ülke için neler yapılabileceğini gösterecek enerjiye, sinerjiye, birikime ve derinliğe sahip bir fenomendir. Canı sıkılıp evine dönmek istemeyen ülkesi için küheylanlar gibi koşacak bir değerdir Gül.
Hiç kimse bu millete Gül’ü ve gülmeyi çok görmemelidir.