Son zamanlarda Abdullah Gül ağız tadıyla bir gezi yapamıyor. Kendisi seyahatte ve gezide olsa da aklı fikri Türkiye’de. Kuveyt gezisi böyle olmuştu ve aklı hep Ankara’daydı. Zira, iç gerilim had safhada bulunuyordu. Hatta Kuveyt gezisi sırasında; gelince liderler zirvesi yapmak istediğini duyurdu lakin bu teklifi kös dinlendi. Daha sözleri basına intikal etmeden ve kayıtlara geçmeden Ankara’dan gelen tepkiler olumsuz oldu. AKP dışındaki partilerden olumlu ve müspet bir cevap veren olmadı. Ardından, Meclis’teki gerilimden sonra Mehmet Ali Şahin gelecekteki muhtemel gerilimleri önlemek için girişimde bulunduysa da bu defa da CHP’liler Güldal Mumcu’ya hakaret edildiği gerekçesiyle Mehmet Ali Şahin’in davetini karşılıksız ve icabetsiz bıraktılar. Şahin köprü kurmak isterken duvarlarla karşılaştı. Velhasıl, Meclis bir diyalog ortamından ziyade bir tıkanma hali yaşıyor. Partiler birbiriyle küs vaziyette. İç kriz Abdullah Gül’ün rüya gibi Hindistan gezisine de gölge düşürdü. Yine aklı fikri Türkiye’de kalmıştı. Kriz, Abdullah Gül’ü gölgesi gibi gittiği her yerde takip ediyor olmalı. Bunun için yeni formüller üretiyor. ‘Liderler buluşması’ formülü tutmayınca basını birleştirme formülü yerini aldı. Aslında, bu teklif de isabetsiz bir teklif olmalı ve ‘olmayacak duaya amin’ kabilinden bir iyi niyet takdimidir. Lakin o kadar. Abdullah Gül liderler buluşmasına alternatif bir çare olarak basından, liderlerin düellosu ve restleşmesi ve birbirini silkelemesine karşı bigane kalmasını ve sözlerin mikrofonlardan öteye taşmasının engellenmesini teklif ediyor. Esasen, basın kendi içinde bir bütün olsa bu teklif bir yere kadar makul olabilir ve ma’kes bulabilir. Duyarlı medya olarak seanslarca bir araya gelen medya organlarının bile böyle bir teklife evet demesi kendi tabiatını ve kimyasını inkar olur. Zira, basın krizlerden beslenir.
*
Peki, Gül neden bu duruma düştü ya da faydasız tekliflerden fayda umar hale geldi? Çaresizliğinin arkasında ne var? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili bir sıkıntısı veya bir iletişimsizlik mi var? Pekala, ondan tartışmalarının tonunu düşürmesini isteyebilir. Bu durumda; ya söyleşemiyor ya da sözünü dinletemiyor. Her ikisi de mümkün. Hatta son gezisi öncesinde mevcut Meclis yapısıyla yeni bir anayasa yapmanın mümkün olmadığını söylemesi iktidar partisinin hoşuna gitmedi. Bazen Gül siyasi boşlukları doldurmak ve uzlaşma ortamı sağlamak için hakem rolüne soyunuyor. Lakin hakem rolüne yaklaştıkça kendi eski partisiyle de ipleri geriliyor. Anayasa tartışmasında olduğu gibi. Ötekiler de zaten AKP kökenli olduğundan dolayı baştan gardlarını almış bulunuyorlar. Gül dengeyi sağlamaktan ziyade huzuru sağlamak istiyor. Bazen huzurun sağlanması da dengenin sağlanmasından geçtiği için iktidar açısından zülfiyare dokunuyor.
*
Gül’ün basınla ilgili teklifi aslında çaresiz bir teklif. Zira başbakan da zaten habire basına yükleniyor. Basının en azından bir kısmının yaptıklarını görmezlikten geldiğini ve başarılarını gölgelediğini söylemektedir. Halbuki, en azından ‘yandaş’ tabir edilen basın öteki basının görmediklerini görüyor ve eksiği fazlasıyla telafi ediyor. Onunla da kalmıyor her yanda başarı örnekleri ve destanları görüyor. Bundan dolayı basın da kamplaşmış ve kavgalı olduğundan dolayı kavgaları nasıl çözecek ve yatıştıracak? Buradan da anlıyoruz ki, Cumhurbaşkanı Gül çaresiz tekliflerden medet umuyor. Veya bu teklifi güzel bir temenniden ibarettir. Halbuki, bunu yapacağına başbakanı biraz telkin altında tutabilse daha yararlı olabilir ve böylelikle sorunun büyük bölümünün üstesinden gelebilir.
Ya da başka bir çözüm daha var. Lakin bu yapılabilirse kesin çözüm olabilir. O da adap dışı konuşan liderlerin ağzına bal çalmak yerine acı biber sürmek. ‘Bir musibet bin nasihatten evladır’ denildiği gibi belki de acı biber nasihatlere hacet ve gerek bırakmaz. Lakin bunun da bir kusuru var. Bu da liderlerin ağızlarına acı biber sürmek hem şık hem de demokratik olmaz. En iyisi biber sürmek yerine gazcı gazetecilerin gazını kesmek.