Gül ve gülistan


Abdullah Gül, cumhurbaşkanı olsun mu olmasın mı sorusunun yanıtı, tabii ki bana göre, olmadığı durumunda kimin olacağına bağlı. 'Sorun' diye gündem oluşturan adaylığı çatışan ve bir türlü uzlaştırılamayan iki farklı mantık yürütmesinden doğdu. 
 
Birinci ve karşıt tez, kendisinin çoğunluğu temsil etmeyen İslami kimlikli bir hareketin üyesi olması ve eşinin türbanlı olmasına dayandırıldı: Simge olarak zararlıdır, Cumhuriyet ilkelerine karşıdır, genç kuşaklara yanlış sinyaller verecektir, birilerini çok rahatsız edecektir türünde bir muhakeme yürütüldü. A. Gül'ün adaylığını savunanlar ise adayın yasal gerekleri yerine getirdiğini, eşinin türbanının sorun sayılmasının insan hakları ihlali sayılacağını, bugüne kadar iktidarda olan partilerin bu alanda kendi tercihleri olan adayları cumhurbaşkanı yaptıkları yönündeydi.

Bu arada bir gece muhtırası ve bir sürpriz Anayasa Mahkemesi kararı işi çığırından çıkardı. Artık yukarıda sözünü ettiğimiz iki tez ikincil oldu ve başka temel bir soru rahatsızlık yarattı: Bu ülkeyi kim yönetiyor? Abartılarak basına yansıtılan mitingler de gerilimi artırdı. Toplum bu gerilim içinde cumhurbaşkanı seçimine gereğinden de büyük bir önem verdi. Bu kaçınılmazdı; çünkü artık tez, adayın isabetli ve yasal olup olmaması değildi, gündemde rejimin kendisi vardı. Yasalar bu biçimde yorumlanacaksa, parlamento dışı güçler vurucu güçlerine güvenerek sözlerini geçerli kılacaksa artık 'tezler' çatışmaz, sonuçları diyalog ve demokrasi doğurmaz, bilek güreşi olur sonucu belirleyen. Böyle bir durumda da rejim artık hiç de hoş değildir: Oligarşidir, diktatörlüktür, cuntadır, faşizmdir, en hafifinden otoriter bir yönetimdir demektir. Ve böylece A. Gül'ün adaylığını savunmak artık siyasi bir tercihten rejimi koruma anlamı taşır oldu, kendine demokrat diyen birçok kimse bu adaylığı destekleme gereğini duydu.

Demokrasi için Gül'e verilen çek

Bu gerilim ve açmaz en güzel, en uygar, en çağdaş ve en demokratik bir biçimde seçimlerle aşıldı. Oyların sayımı çok kesin bir mesaj içeriyordu. Herkes rahatladı. Hele Gül'e muhalefet edenler seslerini aşırı tonlara çıkarmış olduklarını çok iyi (anladı diyemeyeceğim) hissetti. Parlamentoyu çeşitli yollarla (muhtıra ve 'yasal' kararlarla) çalıştırmayanların prim yapmadıkları açıkça belli oldu. Ve A. Gül'ün cumhurbaşkanlığının yolu da şimdi dümdüz ve açık bir yol oldu. Ama dikkat edilirse çözülmüş olan sorun en baştaki -bu aday uygun mudur?- sorunu değildir; ikinci sorundur: Bu ülkeyi kim yönetiyor? Cumhurbaşkanlığı seçimi aracı oldu ve bu konuda belki Türkiye'de ilk kez net bir yanıt verildi. Belki 'halk egemenliği' ilk kez kendini böylesine ağırlıklı hissettirdi; çünkü halk egemenliğine karşı tutum da belki ilk kez böylesine ağırlıklı hissedilmişti. Bu başarıyı Gül'ün adaylığına ve bunu izleyen gelişmelere borçluyuz.

A. Gül'ün cumhurbaşkanı olması artık çok normaldir. Hakkıdır ve buna layıktır. Ancak böyle bir seçim ilk baştaki çatışmayı yatıştırmayacaktır. Yine birileri ileri geri konuşacak, paranoik kuşku dolu, antidemokratik söylemlerini sürdüreceklerdir. 'Varsın sürdürsünler, sonunda dediklerinin olmadığını görecekler' türünde bir yanıt da geçerlidir, olabilir, verilmesi normaldir; ama en başarılı ve yararlı yol herhalde bu değildir. Çünkü daha iyi çözümler de olanaklıdır. Eğer A. Gül yerine başka bir cumhurbaşkanı seçilecekse, böyle bir kararın isabetli ya da isabetsiz olması bu 'başka' kimsenin kişiliğine ve neyi temsil ettiğine bağlıdır. Eğer A. Gül'ün yerine şimdiye kadar kendi görüşlerini zorla kabul ettirmeye çalışmış olanları memnun edecek biri seçilirse o zaman bütün kazanımlar yitirildi demektir. 'Bu ülkeyi kim yönetiyor?' sorusu yeniden gündemimize oturacaktır.

Yani A. Gül dışında biri seçilirse, bu cumhurbaşkanı gerçek anlamda demokrat ve insan haklarına (ve türbana) saygılı biri olmalıdır. Parlamento dışı güç odaklarına karşı çıkabilecek kapasitede ve yetenekte olmalıdır. Birilerini 'yatıştıracak' bir adayın seçimi Türkiye'yi seçim öncesine, yani geriye götürecektir. Bu konuda mesajın net olmasında büyük yarar vardır. Buna ek olarak cumhurbaşkanlığı konağında türbanlı birinin olmaması yararlı da olabilir; ama türban düşmanı kimselerin düşündükleri nedenlerden dolayı hiç değil bu yarar. Açıklamaya çalışayım:

Mesele türban değil...

Türban kavgası Türkiye'de ilk baştan yanlış bir rotaya oturtuldu. Sanki türbanlılar ve türbansızlar kavgası varmış gibi bir durum çıktı ortaya en sonunda. Oysa temel çatışma insan haklarına saygılı olanlarla olmayanlar arasındadır. Bir türbanlının türbanı savunması yanlış bir mesaj vermektedir. Sanki o insan kendi ve yalnız kendi tercihini savunmaktadır. O zaman türbansız biri de kendini onun karşısında hissetmektedir. Oysa türbansız birinin türbanı, yani türban kullanma hakkını savunması bambaşka bir mesaj vermektedir: O insan haklarını ve dolayısıyla türbanı da kabul etmektedir. İleride, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne türbanın girmesiyle meşruiyet kazanması iyidir kuşkusuz; ama bu meşruiyeti insan hakları çerçevesinde elde etmesinin bambaşka bir anlamı olacaktır. Yani o Köşk'te türbanın türbansız biri tarafından desteklenmesi bu gereksiz 'kavgayı' bütünüyle farklı bir yöne götürecektir.

Köşk'te türbanın görünmemesi; ama Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nden türban seçimi hakkının savunuluyor olması, 'siz kendi kültürünüzü ve inancınızı empoze etmeye çalışıyorsunuz' söylemini geçersiz kılacaktır. Bu giyim tercihinin bir insan hakkı olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Anlamsız ve gereksiz olan bu 'kavganın' aşılması yönünde büyük bir adım atılacaktır. Yalnız Türkiye'nin imajı söz konusu değildir, politik İslam denen hareketin de demokratik ve insan haklarına saygılı yanı en somut şekilde görülecektir. Hele, Parlamento içinden ya da dışından başı açık; ama insan haklarına ve halk egemenliğine özde saygılı bir kadının cumhurbaşkanı seçilmesi demagojik söylemleri büyük oranda geçersiz kılacaktır. Bu konjonktürün bir fırsat olduğunu düşünüyor ve bu tür adaylar düşünüyorum. A. Gül'ün adaylığı çok büyük bir yarar sağladı. Başka bir adaylığın yeniden başka bir yarar sağlayacağına inanıyorum. Böyle bir tercih, iftira ve karalama kampanyasına büyük darbe olacaktır.

Gül formülü iyidir; ama daha iyisi olabilir hesabı benimki. Bir gülistan düşü yani. Ama bu evdeki hesabımdır ve parti içi dengelerin yabancısı olduğumu düşündükçe siyaset pazarında pek geçerli olmayacağı da geliyor aklıma. Dile getirmeden de edemiyor işte insan!
 

Kaynak: Zaman