İran’ı mağlup etmeyin. Şiilik Amerika’nın hasmı değildir. İran’a karşı Sünni Arap ülkelerinden yana olmak ya da bunun tam tersini yapmak uzun dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarına değildir. 2003’te Amerikan istilasından sonra Irak devletinin çökmesinden öğrendiğimize göre, böyle yapmak, bölgede güç dengesizliği meydana getirir. İran daha sonra Afganistan’ın batısından Akdeniz’e kadar kesintisiz bir nüfuz alanı tesis etmeyi başardı. Bu şey ancak Arap Baharı Suriye’ye ulaşınca önlendi.
Suriye’de iki senedir devam eden kriz, Lübnan ve Irak’taki pozisyonu tehdit altına girerken İran’ın müdafaada olduğu bir noktaya geldi. Ama Washington'un, Suriye krizine görüşmeler yoluyla bir çözüm bulma çabasıyla Moskova ile görüşmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu kez sarkacın diğer yöne yönelmesine izin verilmesiyle ilgilenmediğini gösterebilir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Sünni hâkimiyetindeki Orta Doğu’da onlarca yıl süren kötü bir tecrübesinin olduğunu hatırlayın. Mısır, Suudi Arabistan ve diğer yerlerde, Amerikan karşıtlığının önünün alınması için pek girişimde bulunmayan, birbirine çok yakın Arap diktatörler çıkmasına yardım eden, Sünni hâkimiyetiydi. Mısır’da Hüsnü Mübarek, Suudi Arabistan’da Kral Fahd gibi liderler, aşırılığı sessizce hoş görürken bu nispette reformu boş veren, çürümüş ve taşlaşmış bir siyasi iklim geliştirdiler. Bu da 11 Eylül terör hücresinin liderinin Mısırlı, 18 suç ortağından 15’inin de Suudi olmasıyla sonuçlandı. Ama en azından Fahd ve Mübarek gibiler, Batılı istihbarat teşkilatlarıyla iş birliği yapan kuvvetli devletler yönettiler: Belki de Mısır ve Suriye’de daha büyük nüfuz ve güç elde edebilecek Sünni İslamcılar böyle yapmayacak. Batı’nın istemesi gereken son şey, Suriye’de radikal Sünni İslamcı güçlerin bölgede güç elde edebilecekleri durumdur, özellikle de bu ülkenin Irak’la doğu sınırı boyunca.
Irak Başbakanı Nuri El Maliki'nin sözde demokratik rejiminin istikrarı eksik, eşkıyalığı fazla olabilir ve İranlılar tarafından haksız yere engellenebilir ama en azından o, zamanla iyiye yönelebilecek bir devletin temelini tesis eder, böylece Kerbela ve Necef’in Kum’daki tartışmalara tesir etmesiyle İran Şiiliğini daha iyiye doğru etkiler. Irak’ın düşüşüne izin vermek, sadece cihatçıların faaliyet gösterecekleri geniş çaplı bir jeopolitik alan oluşturmakla kalmayacak aynı zamanda Irak’ta demokrasi tesis etmek için Amerika tarafından yapılan tüm çabaları da altüst edecektir. Ayrıca, Amerikan bakış açısıyla, Irak’ta Şii hakimiyetindeki rejim, Sünni Arap dünyasında zemin kazanan Selefilere karşı büyük bir dengeleyici güç olarak hizmet eder.
Hatta, Suudi Arabistan’ın yaşlı, Brejnev tipi liderler tarafından idare edilen, yer altı sularının seviyesi azalan, demografik açıdan erkek genç nüfusu hızla artan ve gençlerde yüzde 40 işsizliğe sahip, giderek zayıflayan bir ülke olduğu düşünülürse Selefi tehdidi daha da büyüktür. Suudi güç yapısına ahenk veren SudairiYedisi’nin-İbnSuud’un en sevdiği karısı Hassa bintiAhmed El Sudairi’nin yedi oğlu- hepsi yok oldu. 19 torun ve Abdulaziz’in hayattaki 16 oğlu şimdi Sadakat Konseyi’nde yarışıyor. Konseyin dışında da çok sayıda torun var. Bu, girift hizipçilik vakaları meydana gelmemesi için çok büyük bir gruptur ve şimdiye kadar esnek kalabilen rejimi zayıflatabilir ve meselenin üstesinden gelinmesini müşkül kılar. Kimse kuraklıktan kavrulmuş ve derinden muhafazakâr Necd dağlık bölgesi etrafında inşa edilen Suudi devletinin tabiatında olan suniliği hafife almamalıdır. Bu, daimaHicaz gibi daha kozmopolit deniz çevrelerinin alt edilmesi için mücadele etti. Washington’un istemesi gereken son şey, büyük bir belirsizlik dönemine giren ve -cihatçıların güçlendirilmesi manasına gelse bile- ne pahasına olursa olsun Orta Doğu’nun kuzey taraflarında İran nüfuzunun zayıflatılmasında kararlı olan Suudi Arabistan’ın etrafında yeni bir Orta Doğu inşa etmektir.
Aksine, İran imparatorluğu -bu kendine özgü İran rejimi de- ciddi krizlerle karşı karşıya kalırken de İran devleti Suudi Arabistan’dan daha insicamlıdır. Suudi Arabistan, Arap Yarımadası ile özdeşleşmiş değilken İran, Orta Doğu’yu Orta Asya’ya, Basra Körfezi’yle Hazar Denizi gibi iki enerji üretim bölgesini birbirine bağlayan İran düzlükleriyle aşağı yukarı özdeşleşmiştir. Tek bir ailenin icadı olan suni bir devlet olmak yerine Şii İran -coğrafi mantığına bağlı olarak- tarihi eski devirlere kadar uzanan İran devletlerinin mirasçısıdır. Pers İmparatorluğu bir zamanlar dünyanın ilk süper gücüydü. İran zengin ve eklektik bir medeniyet içerir. Mevcut rejimde bile İran’da demokratik kurumların benzerleri vardır. Suudi Arabistan’da ise her türlü demokratik anlama dair büyük bir eksiklik mevcuttur. İslam cumhuriyetinde din adamlarının ülkeyi kontrolünün ebedi olmadığını daima hatırlayın. Batı bile Suudi Arabistan’dansa kültürel olarak İran’a çok daha yakındır. Bu yüzden Batı, önümüzdeki yıllarda müttefiklerinin yeniden düzenleneceği, bölge çapında altüst oluşlara hazırlanmalıdır.
76 milyona nüfusuyla İran, Orta Doğu’da Mısır’dan sonra en kalabalık nüfusa sahip ikinci ülkedir ama onun eğitim ve bürokratik kurumsallaşma seviyesi daha yüksektir. ABD’nin İran’dan uzaklaşması yüzyılın üçte birinden fazla sürdü. Bu, ABD’nin “Kızıl” Çin’den uzak durmasından 10 sene daha uzundur. Bu sonsuza kadar böyle devam edemez. Washington, İran’ın Amerikan bölgesel çıkarlarına zarar vermesine müsaade edemez. Ama Amerika Birleşik Devletleri yine de Suudi Arabistan’la sıcak ilişkilerini dengeleyecek sağlam Amerikan-İran diyaloğu için uygun şartlar oluşturmaya teşebbüs etmelidir. Dini rejim iktidardan düşebilir ya da daha büyük ihtimalle sonuç olarak kendisini zamanla dönüştürebilir.
Biz bunun nasıl son derece zor olacağının idrakindeyiz: MergberAmrika ("Amerika’ya ölüm"), İran ihtilalinin ana sloganıydı. Bu, dini rejimin vazgeçeceği en son şey olacaktır. Ama Irak, Suriye ve Libya gibi suni devletler kalıcı olarak iç patlama tehdidi altında, Suudi Arabistan'ın gelecekteki gelişimi de belirsizken İran’ın tekâmül ederek ve kuvvetli bir merkezi liderlik altında devam edeceği umulur.
"Umulur” diyoruz zira Batı tarafından uygulanan yaptırımlar rejimi, gücü Tahran’da küçülen bir ekonomide iltimas ağlarının korunması konusunda daha iyi pozisyonda olan devrimci güçlerin eline bırakabilir. Gücün merkezileşmekten uzaklaşması -hele bir de İran’ın nükleer eşiğe eriştiği zamanda- potansiyel olarak merkezden kontrol edilen, nükleer İran’dan daha da büyük bir tehlikedir. Şii Uyanışı (2006) ve Vazgeçilebilir Ülke: Amerikan Dış Politikası Geriliyor (2013) kitaplarının yazarı İran uzmanı Veli Nasr’ın genel olarak korkusu da budur.
Merkezi otoritenin zayıflaması -otokrasinin devamı değil- halen bölgede en büyük tehlike olarak kalmaya devam ediyor. Şunu akılda tutunuz ki, Orta Doğu’da istikrar hiçbir zaman bir demokrasi meselesi olmadı. Bu tarihe kadar İsrail sadece Arap otokratlarla, güçlü devletleri yöneten ve kendisiyle aynı fikirde olmayan kendi iktidar yapısının üyelerini ekarte edebilen adamlarla barış anlaşmaları imzaladı. Amerika Birleşik Devletleri’nin öncelikle istediği, demokrasi değil, savaş riskini azaltacak bölgesel güç dengesidir.
Şimdi İran, Beşşar Esad’ın Nusayri rejiminin ağır çekim çöküşüyle zayıflıyor. Kaos içindeki bir Suriye, her iki tarafın da bölgede hâkimiyet kurmasını önleyerek önümüzdeki yıllarda muhtemelen İran’la Sünni Arap dünyası arasında görülecek güç mücadelesinin dayanak noktası olacak.
Soğuk savaşlar, soğuk oldukları için tamamen hoşgörülebilir. Ve Orta Doğu’da yeni bir soğuk savaş, mezhepçi şiddetin makul bir seviyede tutulabileceği faraziyesiyle, Washington’daki siyaset yapıcılarının Amerikan çıkarına olarak görebilecekleri bir şey olacak. Mısır’dan Irak’ın batısındaki Anbar’a kadar Sünni uyanış kuşağına karşı Tahran ve Bağdat’tan oluşan Şii kale ile en azından dengedeki bir bölge, nispeten barış içinde bir bölge olma ihtimalini haizdir. İşte bu sebeple Barack Obama yönetiminin Suriye’de toplamı sıfır olan bir neticeden yana olmaması gereklidir.
Kaynak: Stratfor
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas