Gözler büyük ödülde

Erdoğan, geçen cuma Konya’ya yaptığı ziyareti, hızlı trenin şehre ilk kez geldiği zamana denk getirdi. AKP taraftarı on binlerce insanın alkışlarıyla ödüllendirilen Erdoğan’ın konuşma yaptığı alanda, iki dev pankart vardı. Bunlardan birinde, başkent Ankara’yla Konya’yı birbirine bağlayan yeni demiryolu hattı gösteriliyordu. Diğerindeyse Başbakan, Osmanlı’nın son padişahlarından biriyle yan yana resmediliyordu. Pazar günkü seçimlerden art arda üçüncü kez galip çıkacağından emin olan Erdoğan, anketlerde de en üst sırada. Türkiye’de bugün onun sahip olduğu etkiye sahip başka bir politikacı yok.

Otoriterliği dengelemek
2002’de iktidara geldiğinden beri Erdoğan, NATO üyesi olan ve AB kapısını çalan Türkiye’yi değiştirdi. Şimdi esas mesele, Erdoğan’ın 21. yüzyılın Türkiyesi için bir toplumsal sözleşme niteliği taşıyacak daha demokratik bir anayasa üzerinde konsensüs yaratabilmek için, otoriter içgüdülerini dizginleyip dizginlemeyeceği. 2004’te AB üyeliğine aday gösterilen Türkiye’de hükümet, Avrupa fikrini reformların itici gücü olarak kullanmayı başardı. Örgütlenme ve ifade özgürlükleriyle azınlık haklarının alanı genişletildi, ordunun siyaset üzerindeki etkisi azaltıldı.
Şimdilik Fransa ve Almanya’nın itirazlarıyla duraklama evresine giren AB üyeliği süreci, Türkiye’nin yaşadığı geçiş döneminde siyasi bir tutkal işlevi gördü. Kemalist ordu, AB’nin Atatürk’ün Türkiye’nin önüne koyduğu hedefe ulaşmak anlamına geleceğini düşünürken, AKP de AB’nin demokratik kurallarını generallere karşı bir kalkan olarak kullandı.
2007 seçimleri, ordunun o dönem AKP’nin dışişleri bakanı olan Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına karşı çıkmasıyla anayasal bir krizin gölgesinde kalmıştı. Erdoğan, ordunun bu blöfünü gördü ve sine-i millete döndü. Sonuçta AKP’nin 2002’de yüzde 34 olan oyu, yüzde 47’ye yükseldi. Şu sıralar, karmaşık bir dizi darbe iddiası hâkimler tarafından soruşturuladursun, Türkiye’de bir zamanlar aşırı güç sahibi olan generallerin yüzde 10’u demir parmaklıklar ardında.
Ülkenin toplumsal değişimi de dudak uçuklatıcı düzeyde. AKP’nin başarısı, şimdiye dek Kemalist seçkinlerin tekelinde bulunan iktidardan hakları olan payı almak isteyen muhafazakâr, fakat aynı zamanda dinamik Orta Anadolu girişimci orta sınıfına yaslanan yeni bir düzenin ortaya çıkışını temsil ediyor.
Başını müteahhitlerin ve enerji zenginlerinin çektiği AKP’nin yeni elitleri, kapitalizme saygınlık kazandırdı. AKP gözalıcı okullar, hastaneler, otoyollar inşa etti; onlarca Anadolu kenti için kalkınma atılımları gerçekleştirildi ve bu gelişmeler ekonomiyi daha entegre hale getirdi. Türkiye ekonomisi yer yer uyarı alarmı verse de, heterodoks bir para politikası izleyen AKP yönetiminde GSYİH üç kat arttı, kişi başına düşen gelir ikiye katlandı ve yabancı yatırımlarla ticaret büyüme gösterdi. AB’ye giriş sürecinde yaşanan duraksama, Türkiye’nin Avrupa’yla ekonomik entegrasyonunu yavaşlatmadı. Ülkede şu an yaklaşık 13 bin Avrupa şirketi var.

Siyasi hoşgörüsüzlük
Bu başarılar AKP’nin tekrar hükümet olması için yeterli görünse de Erdoğan’ın mitinglerde seçmenle kurduğu ilişki olağanüstü.
Şimdi esas sorulması gereken Erdoğan’ın, demokratik biçimde örgütlenmiş sivil toplumu merkeze alan ve hukukun üstünlüğüne yaslanan yeni bir ulusal konsensüs yaratıp yaratamayacağı. Yürütme yetkisi vermeye çalıştığı cumhurbaşkanlığı makamına geçmeden önce, Erdoğan’ın seçim zaferini kullanıp kendi gündemine uygun bir anayasa oluşturma ihtimali de önemli bir soru.
Bu konuyla ilgili karışık işaretler var. Geçen eylül ayındaki referandum zaferinden sonra Erdoğan, ‘padişah olmak gibi bir niyetinin olmadığını’ söylemişti. Fakat Erdoğan’ın, şimdi taşıdığı büyük oranda simgesel güçten çok daha fazla yetkiyle donanmış bir cumhurbaşkanlığı makamına gözünü diktiği kesin.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı hevesi ve yeni anayasanın niteliği, seçimlerde elde edeceği çoğunluğa bağlı olacak. Eğer Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP seçimlerden dikkate değer bir oranla çıkarsa, Erdoğan birçok meselede CHP’yle pazarlık yapmak zorunda kalacak. Ne var ki birçok uzman, Erdoğan’ın toplumu kutuplaştırıcı mesajlarıyla daha da kötü bir hal alan siyasi hoşgörüsüzlükten endişe ediyor. Erdoğan’ın Sünni çoğunluğa habire Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğini hatırlatması bu açıdan kaygılandırıcı.
Eleştirmenlere göre altmışa yakın gazetecinin hapse atılması ve hükümete yakın olmayan medya kuruluşlarının üzerindeki baskılar da bu hoşgörüsüzlüğün göstergesi. Dahası, Kürtlerin kültürel talepleri ve özyönetim isteği karşısında daha geniş bir konsensüs ve yetkin devlet anlayışı gerekecektir. Türklerin çoğuna göre Kürtlerin dağlarda savaşmak yerine parlamentoda mücadele etmeleri daha iyi, fakat içlerinde pek azı ne için mücadele ettiklerini biliyor.
Kürtlerin sorunları, yeni hükümetin gündeminde baş sıralarda yer alacak, fakat mesele bununla sınırlı değil. Gözü korkutulmuş olsa da ordu hâlâ bir kast gibi hareket ediyor ve 1980 darbesinin yasal gerekçesi olarak kullandığı İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi yerli yerinde duruyor.
Bu kadar büyük sorunlarla baş etmek için başkanlık sisteminin mi yoksa parlamenter sistemin mi daha uygun olduğu konusu, seçim sonrası yapılacak tartışmaları büyük ölçüde belirleyecek. Öte yandan Kemalist seçkinler, kapsayıcı bir liberal gündeme ‘evet’ diyor. Pazar günü yapılacak seçimler, Türkiye’de siyasete rekabetin geri dönüp dönmediğini gösterecek. Neredeyse on yıldır devam eden AKP iktidarı dönemini esas belirleyen, partinin şehirli seçkinlerin iddia ettikleri gibi laik Türkiye’yi fark ettirmeden İslamileştirmek gibi bir gizli gündeme sahip olması değil, ülkede dişe dokunur bir muhalefetin olmamasıydı. Bu durum, CHP’nin yüzde 30 oy oranına yaklaşmasıyla değişebilir. (9 Haziran 2011)


Kaynak: Radikal