Tunus'ta 27 ekimdeki ilk adil ve özgür seçim sonrasında Batı medyası seçime karakteristik korku ve alarm hissiyle karşılık verdi. Bu, çoğuna, İslami tehdit hayaletinin baştanbaşa Arap dünyasında 'Batı değerlerine' musallat olmak için geri döndüğü şeklinde göründü. Batı medyasındaki sunucular, güya gerçek endişelerinin demokrasi ve kadınlarla azınlıkların hakları olduğunu iddia ederek İslamofobya hislerini akıllı bir şekilde daha fazla gizlemediler.
Ennahda (Uyanış anlamına geliyor) Partisi'nin zaferi, zaten bekleniyordu. Resmi sonuçlar partinin yüzde 41'den fazla oy aldığını gösterdi. Bu da partiye 217 sandalyeli yeni Kurucu Meclis ya da parlamentoda 90 sandalye sağladı.
Önde gelen parti üyeleri, İslami diriliş korkularını bastırmak için mesajlarını doğrudan Tunus halkına değil dışarıya (ABD ve Batılı kuvvetlere) yöneltmiş göründüler. Ennahda'nın başbakan olması beklenen Genel Sekreteri Hamadi Cibali, “Arap dünyasının en liberal ülkelerinden birinde İslamcıların iktidarı ele geçirme ihtimalinden endişe eden ve bu iktidarın turistlerin plajlarda bikini giymelerini yasaklayacağını ve İslami bankacılık empoze edeceğini söyleyen laikler ve yatırımcıları rahatlatmaya” çalıştı (BBC, 26 ekim).
Cibali de parti lideri Raşid Gannuşi gibi Ennahda'nın, bölgede daha önce kendi menfaatine meydan okuma cüretinde bulunan her siyasi varlığı dışlayan, canı sıkkın Batılı müttefikler tarafından kara listeye alınma tehlikesini çok iyi idrak etmiş halde. Avrupa Birliği seçim sonuçlarını memnuniyetle karşıladığını bildirdi ama şüphesiz asıl verilmek istenen mesaj, 'bekleyelim, görelimdi.' Bu durumlarda Batılı müttefikler tarafından tasarlanan, zımni olsa da zorlu deneme döneminin üstesinden gelme kabiliyetini, muhtemelen Ennahda'nın kendi performansı belirleyecek.
Amerika'nın Sesi, 28 ekimde “Ilımlı İslamcı Ennahda partisi koalisyon hükümeti kurmak için rakip laik partilerle görüşmeler yapıyor” diye bildirdi. Arap siyasi ortamını tarif etmek için bir kez daha tepeden bakarcasına 'ılımlılık', 'aşırılık' ve 'laiklik' diline başvuruluyor. Bunlar Batı'nın menfaatlerinin nerede bulunduğuna göre değişen elverişli yaftalardır. İroni, eski Tunus Devlet Başkanı Zeynelabidin Bin Ali ve şimdi hapiste olan eski Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in bir zamanlar Amerikan ve Avrupalı bakış açısına göre hem 'laik' hem 'ılımlı' modeller olarak görüldüğü gerçeğiyle tamamlanıyor.
Gerçekte Batı'nın, Tunus'un Müslümanlar tarafından liderlik edilecek bir hükümet altındaki geleceğine dair değerlendirmesinde bikini ve alkolün payı azdır. Mesele tamamen siyasidir ve Tunus'un Batı hegemonyasından tam bağımsızlık ya da egemenlik elde etmeye çalışma teşebbüsüyle alakalıdır.
Tunus'taki seçimi Ennahda kazanmış, Mısır'da da devrim sonrasında ilk kez kasım ayında yapılacak seçimde Mısır'daki Müslüman Kardeşler'in önemli kazanımlar elde etmesi bekleniyor iken bölgenin yeni siyasi haritasıyla ilgili tartışmalar yayılmaya başladı.
Doğal olarak gündemin en üstünde Suriye bulunuyor.
Bu tartışma karmaşık mesajlarla doludur. Mesela demokrasi garantörleri olarak poz veren ABD ve Fransa gibi ülkeler, dönemi saf ekonomik menfaatler ve askeri tesirle kasten karıştırıyor. Ed Hüseyin'in Dış İlişkiler Konseyi internet sitesinde “ABD Suriye'nin Esad'ına sarılsa daha mı iyi olur?" diye sorduğu zaman ifade ettiği de işte bu kasıtlı ahlaki ve siyasi esnekliktir.
Konunun, araştırma sürecini lekeleyecek hiçbir ahlaki değerlendirmeye müsaade etmeden tam bir realpolitik perspektifle araştırılması gerekiyor. “Bu yüzden, Alevilerin dümende olduğu Esad’sız bir Suriye rejimi farz etmek, tecrit altındaki İran için tahayyül edilebilecek en iyi şey olur" diye hükmetti.
Diğer bir deyişle, Batı'nın Suriye'deki buluşu İran'ın tecridine katkı yapacaksa o zaman ABD de buna karşılık daha avantajlı bir alternatif için Suriye'nin Esad'ını terk edecektir. Her ne kadar ahlak dışı olsa da birileri tarafından bu doğrucu tahlil takdir edilirken biz, kadınların özgürlüğü, azınlık hakları ve diğer kavramlarla ABD ve Avrupa'nın dış politikasındaki pratik ve materyalist güdüyü karıştıracak her türlü teşebbüse karşı uyanık kalmalıyız. Eğer Tunus'un (ya da Mısır, Suriye, Libya vs) özgürlüğü Batılı kuvvetler için gerçekten büyük bir endişeyse bunlar uzun yıllardır ülkelerini fakirleştiren ve halklarına zulmeden diktatörleri tecrit ederlerdi.
Maalesef, Arap ve Orta Doğu bölgesiyle alakalı siyasi nutukların doğası ve boyutunu belirleyen, hep Batı medyasıdır. Bunlar tekrar eden başarısızlıklara rağmen saldırı üstüne saldırı gerçekleştirmeye ve aslında var olmayan korkular oluşturmaya, küçük olayları büyük bir olgu gibi göstermek üzere abartmaya devam ederler.
Bu konuda örneklerden biri, James Rosen'in 28 ekimde Fox News'in internet sitesinde yayımlanan “Arap Baharı iyimserliği İslami yükseliş korkusuna yol açıyor” makalesidir. O, makalede “Dokuz ay önce Orta Doğu'da ilk değişim kıvılcımlarının çaktığı andan bu yana, demokratik özgürlüklerini elde etmek için 100 milyon genç insanın ayağa kalkacağı ihtimaline dair iyimserlik, Batı başkentlerinde radikal İslamcıların da ayaklanacağı ve sözde Arap Baharı’nı ele geçirmeye çalışacağı korkularıyla zayıfladı” diye yazdı.
Yazar için bir zamanlar ABD'nin bölgedeki en güvenilir müttefiki olan Mübarek'in tahtı milyonlarca Mısırlı tarafından alaşağı edilirken gerçekte Batılı kuvvetlerin dehşet içinde olduklarının çok az önemi var. Ona göre Libya'daki ayaklanmayı gasp edenin NATO olduğu (ve bunların maliyetli eylemi Suriye'de tekrarlamaya teşebbüs edecekleri) de önemli değildir. Rosen'e önemli görünen şey, 'radikal İslamcıların' ayaklanacakları ve 'Arap Baharı'nı' ele geçireceklerine dair abartılı mehfumdur.
Siyasetteki İslam'la ilgili tartışmalar muhtemelen bir süre daha devam edecek ve yoğunlaşacak. 'Arap Baharı'nın' geleceğiyle ilgili olarak Batılıların endişelerini arttıracak ya da azaltacak teşebbüslerde bulunulacak. Bu tartışma dinle ya da Arapların hakları ve refahıyla ilgili değildir. Tartışma, 27 ekimde Washington'da yapılan Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi oturumunda görüldüğü gibi (Fox News tarafından 28 ekimde bildirildiği üzere) sadece ham siyasi hesaplara dayalıdır.
Cumhurietçi Dan Burton, “Orta Doğu gerçekten beni endişelendiriyor” dedi. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'a "O yerlerde radikal bir hükümetin başa geçmemesini sağlamak için Obama yönetiminin hangi planları yaptığını" sordu.
"Liderlerin çoğunun doğru şeyler söylediklerini düşünüyorum. Bunların bazıları ise bizi durduracak şeyler söylüyorlar" dedi. “Sonuçları etkilemek için gücümüz nispetinde elimizden geleni yapmaya çalışacağız.”
Başka bir yoruma gerek var mı?
Kaynak: The Middle East Online
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas