Türkiye'yi bir baştan bir başa karayolu ile kat ettiğinizde iki şey göze çarpacaktır; hemen her şehirde darmadağınık bir yapılaşma ve buna paralel yükselen camiler. İster kuzeyden güneye ister batıdan doğuya doğru belli hat üzere yapılacak bir yolculukta göç alan ve göç veren şehirlerin çarpık şehirleşmeden deforme olmuş görüntüleri bir şeylerin düzgün gitmediğini, bir altüst oluş yaşandığını hissettirir.
Bu deforme görüntülere paralel, orantısız minareleriyle, selâtin camilerinin birer kötü kopyası şeklinde, betonarme tekniğin imkânlarıyla yükselen estetik ve ölçü yoksunu camiler... Şehrin kılcal damarlarına nüfuz ettikçe, özellikle yeni semtlerde, bu camiler daha bir dikkat çeker. Şu hususun altını çizmekte yarar var; Cumhuriyet modernleşmesinin şehir mimarisinde, şehrin peyzajına hakim alanlarda camiye yer yoktur. Sahiller, meydanlar önemli ölçüde camisizleştirilmiştir. İstanbul gibi tarihi dokunun silinemediği yerlerde ise camiler, etrafı boşaltılarak adeta müzeleştirilmiştir.
Anadolu'dan büyük şehirlere, kırsaldan şehir hayatına göç eden büyük kitlelerin bu 'göçebe hal'i yansıtır biçimde kendi imkânlarıyla inşa ettikleri camiler, bu toplumun hem sosyo-kültürel dönüşümünü hem de estetik algısını ortaya koyar. Bırakın yardım etmesini devletin yıktığı, yok ettiği dönemlere inat; gönüllü katılımlarla, fakir halkın katkılarıyla yükselen camiler toplumun dinamizmini, de ortaya koyar.
Ne var ki, şehirleşmenin deforme halde gelişimi gibi camiler de bu savrulmadan fazlasıyla payını alacaktır. Orantısız, yer yer güç gösterisine dönüşen, geleneğin kaba taklidinden öteye geçemeyen yapılardır. Şehirlerarası anayollar üzerinden, hatta İstanbul'da Avcılar'dan Kartal'a kadar bir çizgide daha çarpıcı şekilde görülebilen bu yeni tarz 'dindarlık gösterisi' camiler, bu ülkenin toplumsal, kültürel kökenlerine rağmen yaşanan çarpıklığı, medeniyet aidiyetinden kopuşla birlikte ortaya konan kimliğin muhtevasını okuma imkânı verecektir.
Öncelikle bu camiler sosyo-kültürel dönüşümün tezahürleri olarak okunmalıdır. Kaba güç gösterisi, devletin şehir mimarisi anlayışına, mabetsiz şehir projesine bir tepkidir. Her ne kadar dini ihtiyaç olarak yükselse de bu camilerin aynı zamanda toplumun kimliğini dışa vurma biçimi olarak bir gösteriye dönüştüğü de rahatlıkla söylenebilir. Gelenek adına, geleneğin hiyerarşisinden kopuk bir kimlik gösterimidir karşımızdaki. Her kültürel travma bu tür kopuşları beraberinde getirir. Bizim yaşadığımız bir medeniyet travması idi ve toplum bu travmayı atlatmış, ait olduğu varoluşsal kimliğini korumuş, ancak bunun medeniyet bağlamında tezahürlerinden, Müslüman’ca bir hayatı şekillendirecek, besleyecek, teneffüs edeceği ortamlarından mahrum kalmıştı. Bu temel yoksunluk durumu, caminin mimarisine ve toplumsal işlevine de yansıyacaktır. Varoşlarda yükselen, yeni sitelerin kenarlarına iliştirilmiş gibi duran, akan caddelerde 'görünür olma'ya başlayan camiler bir bakıma bu kimliğin gösteri boyutuyla tezahür ediyor. Şehirlere Müslüman kimliğini yansıtma çabası mı acaba?
Bence bundan daha farklı bir anlam kayması yaşanmakta... Toplumsal karşılığı olan camiyi hayatın merkezine alan, şehirleri, mahalleleri buna göre kuran medeniyet anlayışı gitmiş, yerine modern hayatın eklektik, seküler ilişkiler ağını yadsımadan bu hayatın kenarına iliştirilmiş gibi duran bir cami anlayışı gelmiş. Aslında biraz da din ve hayat ilişkisinin geldiği durumu yansıtmıyor mu? Dinin hayatın merkezinde olduğu bir toplumsallıktan çıkarılıp seküler dünyada Müslüman birey olarak, var olmaya çalışmanın semiyolojisiyle karşı karşıyayız. Camiyi hayatın merkezinden uzaklaştıran, dini bireysel hayat tarzına iteleyen modern dünyanın inançlı bireylerinin, sanki buna da direnen göçebe bir hal üzere oluşlarının köksüz, deforme direnişlerinin sembolleri bir bakıma…
Cami mimarisinin estetik ve sanat boyutu da bu varoluşsal kopuştan bağımsız değil. Toplumsal anlamından bağımsız olarak sanat ve estetik boyutta sergilenen zevksizlik, Mimar Sinan mimarisinin haşmeti altında ezilmiş bir kopyacılıkla malul ve aslında mimari sanat tarihi gibi formel eğitimle alakalı. İslam sanatına oryantalist bakışla göz atmaktan ileri geçemeyen bir sanat tarihi ve mimarlık eğitiminden geçen hangi mimar bu mimari ve estetik duyarlılığı yansıtacak. Olsa olsa postmodern çıkışlar yapan kimi uçuk denemeler yapılabilir; onların da cami ruhundan bihaber denemelerden öte anlamı olamayacak. DEVAMI>>>