Ülkesinde aylardan beri iç tartışmaların merkezine yerleşen, partisi Kadima içinde ikinci plana itilen, hakkında son derece ciddi yolsuzluk iddianameleri hazırlanan ve siyasi geleceği ile ilgili ciddi sıkıntılar yaşayan müstafi İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in ülkemize yönelik veda ziyareti bu vasıftan çıkmış, Golan Tepeleri'nin müzakere masasına yatırıldığı politik bir görüşmeye dönüşmüştür.
Fakat ABD'nin ardından, bölgenin önde gelen iki gücü İsrail ve İran'da da seçimlere gidilecek olması ve değişim sloganlarının ön plana çıkması bu süreçte Golan sorununun arka planda kalmasına neden olacağı gibi Ankara'daki görüşmelerden de kısa vadede somut sonuç beklenmemesi gerektiği kanaatindeyiz. 10 Şubat'ta yapılacak genel seçimlere az bir süre kala ve tüm kamuoyu anketleri Kadima'nın iktidarı Likud Partisi'ne kaptıracağını gösterdiği bir dönemde Olmert'in, Golan konusunda ani bir hamle yapması gerçekçi olmayacağı gibi hem boşa kürek çekme hem de siyasi intihar olarak değerlendirilmektedir.
Aslında, 2000 yılında Hafız Esad döneminde Golan meselesinin çözümü için son noktaya gelinmiş; ancak bu toprakların en önemli su kaynağı olan Tabariye Gölü'nün paylaşımı konusunda yaşanan çekişmeden dolayı sorun askıda kalmış ve iki ülkenin ilişkilerinde çözüm bekleyen konular arasında yerini almıştır. 2001'de babasının ölümünün ardından iktidara gelen ve değişimi ön plana çıkaran çizgisiyle farklı bir görüntü çizen Beşar Esed, bu gelişmelerden ders almış ve sorunun bir an evvel çözümü konusundaki tavrını netleştirmiştir. Bu anlamda, Arap-İsrail uyuşmazlığına yönelik İbrani devletinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 242 ve 338 sayılı kararlarına bağlı olduğunu ilan etmesi hem Esed yönetimini önemsediğini göstermiş hem de bu kararları açık bir biçimde kabul edeceğini açıklaması ile çözüme yeşil ışık yakması Suriye'nin tavrını netleştirmesinde büyük rol oynamıştır.
Aslında Suriye özellikle, son yıllarda İran ile gelişen sıcak ilişkiler sonrasında bu ülkeyle aynı kampta görülmesinin beraberinde getirdiği olumsuzluklardan dolayı Tahran yönetimine sırtını dönmeden bu kritik durumdan kurtulmak istemektedir. Bu bağlamda İsrail ile barış masasında buluşmak istemesi Golan'dan çok bu ilişkilerin sorun oluşturacağı tedirginliği ile karşı karşıya bulunmasıdır. Dolayısıyla İran'a yönelik muhtemel bir askerî müdahalenin en zayıf noktasını kendisinin oluşturduğunu bilen Şam yönetimi Tahran'ı kışkırtmadan, İsrail ile yaşanan sorunlara ivedi olarak son vermek ve ilişkilerde bir normalleşme süreci başlatmak temel hedefleri arasında yerleştirmiştir. Kısacası, Golan meselesinin çözümü hususunda tavrını ortaya koymasına rağmen Şam, İran, Hamas, Hizbullah ve Lübnan muhalefetiyle olan ilişkileri koparmayacağını ve Obama'nın iktidara gelmesi sonrasında müzakere sürecinde hızlı davranmayacağını, İsrail seçimlerini bekleyerek büyük ihtimalle iktidarı ele geçirecek olan Likud'un ciddiyetini görmeden adım atmayarak müzakerelerin aşamalara bölünmesi hususundaki ısrarından taviz vermeyeceğini belirterek müzakerelere ilişkin kırmızı çizgilerini ortaya koymuştur.
Suriye'nin, Golan konusunda Türkiye ile birlikte Avrupa Birliği ve ABD'nin garantör olmalarını talep etmesi; çözüm konusunda ciddi olduğunu ve İsrail'in geri adım atması durumunda topun bu güçlerde olmasını istediğini göstermiştir. Bu amaçla Beşar Esed, son dönemde gerek dünyanın önemli başkentleri nezdinde destek arayarak bu gezileri gerçekleştirmesi gerekse mekik diplomasisine hız vererek hem Avrupa Birliği hem de ılımlı Arap ülkelerini yanına çekme yönünde büyük bir hamle yapmış ve iktidar koltuğunda sadece birkaç yıl geçmesine rağmen ne kadar hünerli olduğunu göstermiştir.
İsrail cephesinde ise, Golan'da çözümün önemsenmesinin başlıca nedeni yıllardan beri ihtilaf halinde olduğu Arap ülkeleriyle olan sorunların ortadan kaldırılması hususunda halk tarafından benimsenmeyen, sadece yönetimlerle sınırlı kalan barış sürecine daha gerçekçi sorunları ortadan kaldıran ve daha köklü bir barış süreci başlatılması husunda ciddi talep ve istekleri olduğu ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan böyle bir süreçte Gazze ile doruk noktasına ulaşan tepkilere son vermenin en kolay alternatif yolu olarak Golan görülmüştür. Tel Aviv, Golan ekseninde Şam ile yapacağı bir barışın Lübnan'da Hizbullah'tan duyduğu sıkıntıdan kurtulmak anlamında da faydalı olacağı düşüncesindedir. Nitekim İsrail, Lübnan ile 1982'de bir barış yapmak istemiş; ancak bu sürecin kendisini yalnızlığa itmesinden ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün bu ülkeden çekilmesinin elini zayıflatmasından endişe duyan Suriye bu barışa engel olmuştur. Kuşkusuz Şam ile barış, Beyrut ile ilişkilerin normalleştirilmesi sürecini de beraberinde getirecektir.
Dahası, Tahran ile olan ilişkilerinde tüm olumsuzluklara rağmen İsrail, Suriye ile olan sorunların çözülmesi sonrasında Türkiye'nin arabuluculuğundan yararlanıp İran ile olan ilişkileri hususunda ciddi bir gözden geçirme operasyonu yaparak barışa kadar giden bir süreç izleyecek kanaatindeyiz. İsrail, Suriye'nin zor günlerinin müttefiki olan İran'dan vazgeçmeyeceğinin bilincindedir ki; Başbakan Olmert ve Kadima lideri Livni'nin, Golan barışı için öncelikle Suriye'nin İran ile olan ittifakına son vermesine yönelik açıklamaları siyasi bir manevradan öte görülmemelidir. Golan bağlamında İsrail açısından sorunun hassas kısmını su meselesi teşkil edecektir. Barış ekseninde Tel Aviv hükümetinin su konusunu mutlak surette gündeme getireceği ve başta Türkiye olmak üzere arabulucu ülkelerden bu konuda garanti isteyeceği kesindir. Fakat Tel Aviv'in tüm Golan topraklarının iadesi karşılığında Tabariye Gölü'nün tüm egemenliğinin kendisine bırakılması, buna karşılık Suriye'nin su ihtiyacını Fırat üzerinden Türkiye'den sağlaması hususunda ciddi bulgular mecut olmakla birlikte Ankara'nın bu denklemin içinde yer almayacağı ve kendi su politikasını bu tür senaryoların ekseninde geliştirmeyeceği bilinmelidir.
İktidara gelmesi muhtemel olan Benjamin Netanyahu'nun tüm itirazlarına rağmen bu fırsatı kolay kolay kaçırmayacağı ve Golan barışını İsrail'in pozisyonunu güçlendirecek bir süreç olarak göreceği de açıktır. İsrail muhalefetinin Golan'da çözümün önünde engel olduğu izlenimi vermeyeceği gibi bölgesel barışı istemeyen taraf olma yükünü kaldıramayacağı da kesindir. Bir kez daha ortaya çıkmıştır ki; Golan konusunda Türkiye'ye önemli bir rol düştüğü, bölgesel uyuşmazlıkların çözümünde ortaya koymuş olduğu ılımlı ve tutarlı tavırlarından dolayı Ankara'nın kapısının çalınmaya devam edileceği anlaşılmıştır.
PROF. DR. SAMİR SALHA
Kaynak: Zaman