Gök gözlüler; Ön Erbain

Kırk gün yanlarında kaldım. Gündüz vakitlerinde kimseyi görmedim. Gece programlarından davet ettiklerine katıldım.

Gece hayatının insan üzerine etkilerinin tüm olumsuzluklarını geçmiş hayatımda bütün yönleri ile tanımıştım.

Burada da bir Müslüman için gece hayatının mecburiyet olduğunu gördüm.

Gece ibadetlerine, programlarına, değerlendirmelerine; müsaadeleri nispetinde ve verdiğim ahde uyarak katıldım.

Kırk gün sonunda hayata ilişkin bambaşka bir perspektife sahip oldum.

Namazın ikamesini, ibadetin huşuunu, vakarı, vefayı, boş sözlerden yüz çevirmişliği, şükrediciliği, hikmeti, temiz ahlakı, yol arkadaşlığını, dava adamlığını, hakikatin hakikatini, dostluğu, tatmini, yiğitliği ve daha pek çoğuna ilişkin örnekleri bu kırk günde müşahade ettim.

Gece dinginliği ve adamlar meclisinin tesiri anlatılacak gibi değildi.

Ben artık başka bir insan olduğumu, farklı bir hayat algısına ve tasavvuruna sahip olduğumu düşünüyordum.

Kırk günde iki müessir metotla karşı karşıya kalmıştım; şahitlik ve yüzleşme.

Her bir şahitlik beni kendimle, halimle, anlayış, alışkanlık ve inançlarımla yüzleştiriyordu.

Ne bir şey sorup, söyleyebiliyordum; ne de onlar bana bişey anlatıyorlardı. Sadece şahitlik.

Orada okuyup anladıklarımı, önceki hayatımda okuduğum kütüphaneler dolusu kitaptan okuyup, anladıklarımla kıyaslayamıyordum.

Bunlar, doğrudan benim halim üzerinden, bana dair olanların, arada perde olmadan, bizatihi benim tarafımdan apaçık anlaşılmasıydı.

Yüzleşmenin ne kadar etkili olduğunu ve bu anlayışların ancak bu yöntemle tahakkuk edeceğini de yakinen anlamış oldum.

Ve kırk gün bitti.

Git, gez, gözle ve okuduklarını bize rapor et dediler. İhtiyacım olmadığını bildikleri halde, ihtiyacım olan herşeyi alabileceğimi ve kırk gün sonra burada olmamı söylediler.

Bu muğlak emir karşısında bir plan yapmam gerektiğini düşündüm.

Yeni perspektifim çerçevesinde; önce muarız olanları, sonra taraf olanları gözlemeyi planladım.

Çöllerde kaybolup, tepelerden düştüğüm zamanlarda sahip olduğum pozisyon ve ilişkiler bana büyük imkan sağlayacaktı. Zira bu halimden henüz kimsenin haberi yoktu.

Ziyaretlere yurtiçinden başladım. Daha sonra yurtdışına çıktım ve birkaç ülke dolaştım.

Daha önce tanıdığım ve bir şekilde irtibatım olan fakat ne yaptıklarını derinlemesine bilmediğim kişi ve kurumları ziyaret ettim. Bu kere ne yaptıklarını ve nasıl yaptıklarını öğrenmek istiyordum.

Üniversiteler ve akademisyenler; düşünce ve araştırma kurumları; analist ve stratejistler; teknoloji kurumları; siyasiler ve bürokratlar; sivil toplum örgütleri ve aktivistler; işadamları ve finansmancılar; yazarlar, gazeteciler, düşünür ve felsefeciler. Mümkün olduğunca çok sayıda ziyaret yapmaya çalıştım.

Düşüncelerini, hedeflerini, stratejilerini, plan ve projelerini, örgütlenme biçimlerini, metotlarını, çalışma disiplin ve performanslarını, kullandıkları kaynakları ve kaynak geliştirme güçlerini, adanmışlıklarını, aldıkları mesafeleri, güçlerini ve pozisyonlarını anlamaya çalıştım.

Daha sonra planın ikinci bölümünü uygulamaya başladım.

Önce Müslümanların yaşadığı birkaç ülkeyi ziyaret edip, daha sonra ülkeme döndüm ve benzer ziyaret ve gözlemleri yapmaya çalıştım.

Daha sonra mukayeseli bir düşünce geliştirmeye çalıştım.

Ne mümkün!

Akıl hem mukayeseyi hem de düşünmeyi reddetti.

Çok zorlanarak ancak birkaç sonuç çıkartabildim.

Yola çıkarken elde ettiğim perspektifle, muarızların perspektiflerinin; doğruluk, tutarlılık, derinlik ve bütünlük açısından asimetrik mukayese edilemezliği.

Muarız olanların, muarız kabul ettiklerine karşı gerçekleştirdiği sistem, strateji, plan, proje, çalışma, kaynak ve süreçlerin; güç, etkililik, sofistikasyon, performans ve teknik mertebe açısından, asimetrik mukayesesizliği.

Çıkarken sahip olduğum perspektifle, tarafların perspektiflerinin tarifsiz benzeşmezliği.

Taraftarların evcilik oyununu ne kadar sevdikleri; oyunda baba olmanın önemi ve verilen mücadele; bu yöntemle, muarızları mutlaka bir gün alaşağı edeceklerine dair kesin inançları.

Bu gözlemler sonucunda düştüğüm derin ve karanlık kuyu, önceden kaybolduğum çölle mukayese edilemezdi. Tepelerden yuvarlanmayı bir şey zannetmiştim. Korkunç kuşlar, karanlık, derin kuyuların dibinden alıyorlardı beni; göklerin enginliklerine çıkartıp, oradan yere bırakıyorlardı. Düşerken dağılıyor, düşünce yok oluyordum.

Korkudan bloke olmuş, ümitlerimi, yönümü, yolumu, inançlarımı kaybetmiştim adeta.

Zihnim, balta girmemiş ormanların cangılları gibiydi. Hiçbir şeye yol vermiyordu.

Şaşkındım, korkaktım, ümitsizdim.

Kırkıncı günde döndüm. Odaya girdim. Tüm perdeleri ve ışıkları kapattım.

Dar bir köşede, cenin pozisyonunda, mutlak saklanma durumuna ulaştım.

Murat Sayımlar: muratsayimlar@gmail.com