Yaşanan krizin yaralarını sarmak için kurtarma paketleri tüm hızıyla açıklanmaya devam ediyor. İlk başta krizin çıkış noktası olan mali sektörü kurtarmaya yönelik açıklanan kurtarma paketlerini reel sektöre yönelik paketler izledi. Şimdi ise paket furyasının üçüncü ayağı olan tüketicilere yönelik paketlerin açıklanmaya başladığını görüyoruz.
ABD'nin ardından İngiltere, İrlanda, Çin, Fransa, Japonya, Almanya, Güney Kore gibi neredeyse tüm ülkelerin açıkladığı kurtarma ve teşvik paketleri kervanına son olarak AB komisyonunun açıkladığı 200 milyar euroluk teşvik paketi de eklendi. Bugüne kadar açıklanan paketlerin global büyüklüğü 8,5 trilyon doların üzerinde. Bu rakam dünyanın bir yıllık toplam hâsıla rakamı olan 50 trilyon doların yüzde 17'sinden fazladır.
Günümüz dünya ekonomisinde dengeler tüketim temeline dayanmaktadır. Yıllardır tüketimi hedef alan bir sistemin sonucu olarak, açıklanan paketler artık tüketimi artırmaya yönelik yapılmaktadır. Çünkü kriz öncesinde varılan iktisadi dengeye tüketimin şişirilmesi sonucu ulaşılmıştır. Mali sektör ve reel sektör açıklanan paketlerle ayağa kaldırılsa bile tüketimin (yani toplam talebin) yeniden canlandırılması gerekmektedir. Tüketimi canlandırmadan mali ve reel sektörün uzun vadeli kurtarılması mümkün olamamaktadır. Eğer parasal mekanizmalarla tüketim miktarını artırmak istiyorsanız bunu faiz hadlerini aşağıya çekerek yapmanız gerekmektedir. Tüketim toplumlarında farklı nedenlerle olsa da mevcut durumda da zaten faiz hadlerinde yön aşağı tarafa gitmektedir. Bundan sonraki aşama tüketim ekonomilerinde, enflasyon riskine rağmen tüketimi canlandırmak olmalıdır.
Belki de kapitalist tüketim toplumunun ruhunu anlamak için birkaç tanıma yeniden göz atmak gerekmektedir. Ekonomi insanı (Homo Economicus) nasıl bir halet i ruhiye içerisindedir…
İşin en başından ekonomi biliminin tanımından yola çıkarsak; Ekonomi Bilimi: "tabiatta kıt olan kaynakların sınırsız insan ihtiyaçlarına tahsisi" olarak tanımlanır. İşin en başında, sınırlı kaynaklar karşısında sınırsız insan ihtiyaçlarını dengeleme bilimi olarak ekonomiye görev verildiğini görüyoruz. Bu tanıma göre; arz tarafında bir etki söz konusu değildir. Düzenleyici etkinin ihtiyaç (tüketim) tarafında devreye girmesi söz konusudur. Siz sürekli tüketim tarafını kurcaladığınıza göre tüketim miktarıyla istediğiniz gibi oynayabilirsiniz.
Sınırsız insan ihtiyaçları olduğuna göre! ne üretirseniz onu bir şekilde pazarlayabilirsiniz. İşte o zamanda tüketimi artırmış olursunuz. Yine bir başka tanıma bakalım; 1768-1832 yıllarında yaşamış olan Fransız iktisatçı J.B. SAY'ın mahreçler kanununun da "her arz kendi talebini doğurur" çıkarımı yapılmıştır. Arzda, yani üretimdeki fazlalık benzer bir artışın da talepte yani tüketimde olmasına sebep olur. Ancak uygulamalar göstermiştir ki sadece arzı artırmak tüketimi artırmamaktadır. Önce arz artırılır sonra pazar oluşturulur. Pazarda daralma söz konusu ise bunu bir şekilde de "moda" gibi "teknoloji" gibi kavramlarla artırmanız gerekmektedir.
Kısacası bugünün kapitalist toplumlarında tüm dengeler "nihai tüketim" üzerine kurulmuştur. Geçen yüzyılın ortalarında ana mal olarak giyimde oluşturulan moda kavramı bugün tüm tüketim mallarına (teknolojiden cilt bakımına kadar) sirayet etmiştir. Sürekli bir öğütme mekanizması olarak görülen tüketim toplumunun cari alışkanlıklarını hep bir adım öteye götürerek ekonomik ömrü bitmeyen malların yeni modellerini piyasaya çıkararak sürekli bir tükettirme ve ihtiyacından daha fazla harcatma politikası bireye sunulmuştur.
Yaşanılan mali krize servet sahibi olarak yakalanan Asya ülkelerdeki tüketim-tasarruf oranının bu noktada incelenmesi gerekmektedir. 7 trilyon dolar olan toplam dünya rezervinin 4 trilyon dolarını ellerinde tutan Asya ülkelerinde, tasarruf oranı batının çok üzerinde yüzde 40'lar seviyesindedir.
Yıllardır servetleri gelirlerinden çok artan batı toplumlarının eğer krizden çıkmaları gerekiyorsa uzun vadede yine tüketim miktarını artırmaktan başka çareleri yoktur.