Gitmo'dan Palau'ya Uygurlar Kim?

Guantanamo'daki toplam 13 Uygur'dan geriye kalan altısı, küçük Pasifik ulusu Palau'da (nüfusu: 20.000) yeni hayatlar kurmak üzere hafta sonu serbest bırakıldı. Guantanamo'daki Uygurların, 2001 yılında Amerikan liderliğindeki Afganistan işgali sırasında yakalanan masum insanların vahim durumu hakkında daha önce uzun uzadıya yazmıştım; Afganistan'ın Tora Bora dağlarında gözden kaybolup Çin baskısından uzakta zorlu bir hayat yaşadıkları yerde Pakistanlı köylüler tarafından yakalanıp Amerikan kuvvetlerine satılmışlardı. İçlerinden bazıları Türkiye'ye gidip iş bulma ümidi taşıyorlardı fakat güç bir yoldu ve orada kalmaları söylendi; bazıları ise mesken tuttukları yeri iskana elverişli kılmaya çalışıyorlarken beyhude yere Çin hükümetine karşı ayaklanma hayali kuruyorlar, tek silahları yaşlı kaleşnikoflarla arasıra birkaç mermi sıkıyorlardı.

Amerikalı yetkililer bu adamların ne el Kaide ile ne de Taliban'la hiçbir bağlantıları olmadığını neredeyse hemen anlamıştı fakat yine de Guantanamo'ya gönderdiler ve Çinli sorgulayıcıların onlarla görüşmesine izin verdiler ve Guantanamo'da yargılanırlarken, Bush yönetiminin Irak savaşı arefesinde Çin hükümetinin desteğini güvenceye almak için terörist bir grup olarak adlandırdığı ayrılıkçı bir Uygur hareketiyle ilişkilendirildiler.

Guantanamo'daki 22 Uygur'dan beş'i 2006 yılı Mayıs ayında serbest bırakıldılar ve geri kalan kişiler Amerikan mahkemesinin onların davalarından birine bakabilme hakkını tesis etmesi için iki yıl daha beklemek zorunda kaldılar ki Amerikan hükümetinin delil diye kabul ettiği, Lewis Carroll'un anlamsız şiirlerine benzetildi. Geçen Ekim ayında Amerikan hükümetinin diğer 16 kişinin "düşman savaşçı" olduğu iddiasından nasıl geri çekildiğini fakat yargılanma taleplerinden sonra Hâkim Ricardi Urbina'nın işkenceye uğramaları korkusundan dolayı -onları kabul edecek bir ülke de yoktu ve Guantanamo'daki tutukluluklarının devamı anayasaya aykırıydı - Çin'e gönderilemeyecekleri için Amerika'da serbest bırakılmalarını emretmesinden sonra temyize gittiğini de açıklamıştım.

Obama yönetimi utanç verici bir şekilde selefinin Temyiz Mahkemesine sunduğu kanaati savunmuş ve bu kişilerin Amerika'da serbest bırakılmalarını reddetmişti ve sonuç itibariyle de Amerikalı yetkililer dünyada onları kabul ederek Çin'i öfkelendirecek bir ülke aramaya koyulmuşlardı; nihayet dört kişiyi kabul etmesi için Bermuda Haziran ayında ikna edildi. Şimdi ise Palau kalan altısını kabul etti.

The Guantanamo Files adlı kitabımda, kitaba ilave online bölümlerde ve son birkaç yılın makalelerinde bu adamların hikayelerini kaleme aldım fakat yaklaşık sekiz yıl boyunca haksız ve yanlış yere tutsak edilen ve her ne kadar hiçbir Uygur'un yaşamadığı ve sadece göçmen işçilerden geçici bir müslüman nüfusun mevcut olduğu bir ada'da onları belirsiz bir gelecek bekliyorsa da nihayet Guantanamo'dan serbest bırakılan altı adamın hikayesini burada bir araya getiriyorum.

Cenk Kalesi katliamından kurtulanlar

Aşağıda bahsedilen kişilerin üçü, Pakistanlı köylülerin yakaladığı 18 kişi arasında idiyse de diğer üçü farklı yerlerde yakalandılar. İki kişi, kaydadeğerdir, Afganistan'ın kuzeyinde bulunan bir kaledeki meşum bir katliamdan sağ kurtulmuştu hem de Amerikan güçlerinin eline henüz geçmezden evvel. Amerikan destekli Kuzey İttifakı (Taliban muhalifi) askerleri tarafından ele geçirilen bu kişiler ve gelişigüzel tutuklamaya mâruz kılan diğerleri, çoğu Arap ve Pakistanlı olan ve Kuzey İttifakı ve üst düzey Taliban liderleriyle arasında yapılan müzakerelerden sonra Taliban'ın Afganistan'daki son karakolu Kunduz'dan ayrılan Taliban savaşçılarıyla birlikte General Raşid Dostum komutasındaki duvarları balçıktan yapılma Cenk Kalesi'ne götürüldüler.

Eve dönmelerine izin verileceğine inanarak tuzağa düşen bu adamlardan bazıları ihanete - ve idam edilecekleri korkusuna – ayaklanarak tepki verdi; Amerikan uçakları, ABD ve İngiliz özel kuvvetlerinin temsilcileri ve İttifak askerlerince vahşice bastırıldılar. Çatışma hışımla sürüdürülürken sağ kalanlar bodrum katında saklandı ve bodrumun bombalanmasının ardından, bir hafta sonra, 86 kişi çıktı. Hayatta kalanlar arasında üç Uygur da bulunuyordu ve bu adamlardan ikisi – Ahmet Dursun ve Nag Muhammed – Palau'da serbest bırakıldılar.

Guantanamo'da mahkemeye çıkmayı reddettiğinde veya ordunun yıllık gözden geçirme kurullarında ifade vermeyi reddettiğinde 26 yaşında olan Muhammed hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmiyor ( Edham Memet adıyla serbest bırakıldı); avukatı ile görüşmeyi bile reddetmişti. Fakat yakalandığında 30 yaşında olan Dursun mahkemeye çıktı ve 2000 yılında ailesiyle birlikte Afganistan'a nasıl yolculuk yaptığını, Kuzey İttifakına bağlı kuvvetlerin 2001 Kasım ayında kendisini nasıl yakaladığını ve Cenk Kalesine götürülüşünü kendi isteğiyle anlattı.

Tutuklandığı şartları anlatırken şöyle dedi: "Yabancılar, kötü insanlar, iyi insanlar, askerler, savaşçılar. Herkes cadde boyunca yürüyordu ve yolda karşıdan karşıya geçiyordum ki General Dostum'un askerleri beni yakaladı. Bu insanların el Kaide olduğunu açıklamaz bu. Komik bir görünüm. Herkes yolda yürüyor, herkes yürüyor."

Cenk Kalesi katliamını anlatırken de şöyle demişti: "Yakalandığımda oraya götürüldüm. Ayaklanmaya katılmamıştım. Bombaları bıraktıkları sırada yaralandım. Asker değildim." Bir Uygur arkadaşının Cenk Kalesi'nde öldüğünü de anlattı mahkemede ve ordu subaylarından oluşan panele kendisinin ve diğer Uygur arkadaşlarının Amerikalılara karşı niçin savaşmak istemediklerini kısa ve öz bir şekilde açıklamıştı: "Amerikalılara karşı bir sorunum yok, ayaklanmaya niçin katılacaktım ki? Tüm Uygurların tek bir düşmanı vardır, Çinliler. Bizim başka düşmanımız yok."

Pakistan'da yakalanan avare Uygur

18 kişilik grubun parçası olmayan diğer Uygurun ismi Adil Nuri'ydi. Yakalandığında 32 yaşındaydı ve diğer hemşehrileri gibi o da tek bir düşmanı olduğunu savunmuştu Guantanamo'dayken – Çin Komünist yönetimi. Afganistan'dayken Amerika'ya karşı cihada katılmasının kendisinden hiçbir zaman istenmediğini ve Amerika'ya karşı olumsuz duyguları olmadığını anlattı.

Nuri, Kabil'e 2001 Temmuz'unda gelmiş ve Ekim ayında Amerika şehri bombalamaya başlayana dek bir evde kalmıştı. Evin "eğitim kampı" olduğu iddiasını reddetmiş ve "küçük bir ev, eğitim kampı değil. Eğitim için odası bile yoktu" demişti. Bombalama başladığında o ve diğer Uygurlar güvende kalmak için çeşitli yönlere doğru kaçışmışlardı. O ve diğer üç yoldaşı Pakistan'a kaçtı ve ABD yetkililerine göre "tespit edilmekten korunmaya çalışırken (Burka giymişlerdi) Pakistan polisi tarafından 15 Ocak 2002 tarihinde Lahor'da tutuklandılar." Pakistan'daki Arapların ve diğer yabancıların tutuklanıp cömert bedele Amerikan kuvvetlerine satıldıkları bir zamanda gözü dönmüş bir hileydi bu.

18 Uygur'dan Pakistan'da tutuklanan üçü

Tora Bora dağlarındaki meskenlerine yerleştikten sonra tutuklanan üç adamdan biri Davut Abdurrahim. Tutuklandığında 27 yaşındaydı ve Çin'e hayvan derisi satıyordu. Mahkemeye söz konusu meskende 2001 Haziran ayından Ekim ayına kadar ikamet ettiğini belirtti. Mesken'in Taliban tarafından sağlandığı iddiasına karşılık olarak mahkemeye bir tarih dersi verdi ve "Afgan halkıyla Uygurların 1920'lerden beri ilişkisi olduğunu...Taliban zamanlarında Uygurlara nasıl yerleşim yeri verildiğini... Kaldıkları yerin etrafında ağaçlar bulunduğunu, diğer insanların mülküne adım atmadıklarını, neredelerse orada kaldıklarını" söyledi.

Abdurrahim o ve diğer 17 yoldaşının, Amerikan bombardımanıyla yıkılan meskeni terk ettikten sonra Pakistan'da tutuklandığını izah etti. Bombardıman sırasında bir kişinin hayatını nasıl kaybettiğini anlattı - "vücudu patladı"- ve sonrasında "çevreyi dolaştık, bazı yerlerde bize doğru çığlı atan maymunlar bile vardı" dedi. Bir Çin heyeti tarafından Guanatanamo'da ziyaret edilişini, belli belirsiz tehdit edildiğini ama "diğer Uygurlarla çok fena ve kirli bir dille sohbet edildiğini" söyleyerek "ülkeye geri döndüklerinde öldürüleceğimizi veya uzun bir hapis cezası alacağımızı söylediler" dedi. Guantanamo'da geçen üç yıl sonra, ailesinden hiçbir haber alamadığını da ekledi: "Nerede olduğumu bilmiyorlar. Bir yerlerde halen iş yaptığımı sanıyorlar."

Bir diğer isim ise tutuklandığında 28 yaşında olan Abdulgaffar Abdurrahman. Mahkemedeki ifadesinde "Çin hükümetine karşı savaşmak için biraz eğitim almak üzere Afganistan'a gittiğini" fakat 2001 Haziran'ında dağlardaki meskene varmasına rağmen zamanının çoğunu evi tamir etmeye harcadığını ve yalnızca tek bir fırsatla üç kurşun sıktığını belirtti.

Yoldaşlarıyla aynı şekilde o da Amerika'ya karşı hiçbir davasının olmadığını vurguladı. Halkının ve ailesinin Çin yönetimi altında işkence çektiğini söyledi ve "eğitim alırken Amerika ve müttefiklerine karşı savaşma niyetin var mıydı?" sorusuna verdiği cevap Guantanamo'daki tüm Uygurların duygularına tercüman olmuştu ve hatta Ahmet Dursun'un ifadesinden bile daha güçlüydü: "Benim bir noktam var: Bir milyar Çinli, bu benim için yeterli. Daha fazla düşmanı ne yapayım?"

Abdulgaffar 2007 Aralık ayında Guantanamo'dan bir mektup yazmıştı. Pentagon denetçileri okuyup, 2008 Mart'ında avukatları aracılığıyla ulaşılabilir kılınca bu mektubu yayınlamıştım. Bu mektupta o ve yoldaşlarının durumuyla ilgili şöyle kaydedilmişti: "Çin yönetiminin vahşi baskısından ve halkımıza karşı haksız muamelesinden kaçmak için anavatanımızı terk ettik. Uygur genci ya düzmece ithamlardan dolayı içeri tıkılıyor yahut asılsız suçlamalarla aleyhine dava açılıyor ve idam ediliyor. Herhangi bir Uygur için kendi anavatanımızda bir istikbal görebilmek çok zordur; hem gençler hem de orta yaşlı Uygurlar Doğu Türkistan'dan ayrılmaya başladılar ve yurtdışında hayatta kalmaya çalışıyorlar o da şayet bir kaçış için bir yol bulabilirlerse."

Yakalanan adamların durumlarını izah ettikten sonra Amerikan otoritelerinin onların kötü durumunu takdir etmede acze düştükleri gerçeğine mâtem tutmuştu: "Pakistanlılar bizi Amerikan nezaretine verdiklerinde başlangıçta çok memnunduk. Amerika'nın bize karşı sempati göstereceğini ve bize yardım edeceğini samimi bir şekilde ümit ediyorduk. Maalsef gerçekler çok başka. 2004 ve 2005 yılında masum olduğumuz bize söylenmesine rağmen altı yıldan beri hapse tıkıldık. Niçin hâla hapiste olduğumuzu bilemiyoruz. Amerikan yönetiminin bizi serbest bırakmasını ve güvenli bir yere göndermesini hâla umut ediyoruz. Ailemizden, anavatanımızdan ve hatta dış dünyadan uzakta olmak ve hiç kimseyle temasın olmaması insanoğlu için uygun değil, tabiî gün ışığının ve tabiî havanın solunmasının yasak olması ve her yanda metal kutularla çevrili olmak da öyle."

Ardından da sağlığının nasıl kötüleştiğini ve hemşehrilerinden birine Abdulrezzak'a (halen Guantanamo'da) 2007 Ağustos'unda serbest bırakılacağının söylendiğini anlatıyordu. Sonuç olarak, 6'ncı Kampın tecrit haldeki hücrelerinden çıkarılmayı istedi ve talebi reddedildiğinde açlık grevine başladı. Abdulgaffar'ın ifadesi şöyleydi: "Şu an cezalandırılıyor ve durumu daha da kötü. Sandalyeye zincirlendi ve koruyucu gözlük takan gardiyanlar tarafından günde iki kez zorla yemek yediriliyor... Abdulrezzak açlık grevine gitmeyi asla istemezdi. Ama şartlar onu buna zorladı zira başka hiçbir seçeneği yoktu. Eziyet dayanılmaz bir hâl aldığında, kendini ateşe atmayacak kişi var mı? Bir insandan sağlığını ve haklarını korumasını istemek Amerikan anayasasına göre suç mudur? Şayet suçsa, Amerikan anayasası ve Komünist anayasa arasındaki fark da nedir?"

Nag Muhammed gibi o da mahkemeye yahut gözden geçirme kurulu önüne çıkmayı reddettiğinden dolayı son kişi, Enver Hasan hakkında çok az şey biliniyor. Tutuklandığında 27 yaşındaydı. Ancak avukatları Angela Vigil ve George Clarke, yeniden yargılanan birkaç mahkum arasında onun da bulunduğunu açıkladılar.

Yazar hakkında: İngiliz gazeteci ve tarihçi

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpalsan Balcı