Gidiyorlar, farkında mıyız?



Geçtiğimiz günlerde Eyüp Sultan Camiindeydik. Rasim Özdenören’i öylesine yıkılmış bir halde görmemiştim. Ahmet Bayazıt’ın cenazesi için toplanmıştı yakınları, dostları. Erdem abiden sonra, kardeşini de uğurluyorduk. Resimde sürekli birileri kayboluyordu.
Ahmet Bayazıt’ı tanımam oldukça eskilere dayanıyor. Hafıza kayıtlarımda onu Ajans 1400’den itibaren hatırlıyorum. Mecidiyeköy’de bir ofisleri vardı sanırım. Yücel Çakmaklı’yı da hatırlatan bir yanı vardı. Nedense onları birlikte hatırlarım. Erdem Abi’yi başka bir bağlamda, Ankara ortamında tanıdım. Ajans, Hicretin 1400. yılı münasebetiyle adını almıştı. 30 yıl kadar önceden söz ediyoruz. O zaman Türkiye’de film ve yapımcılık sektöründe adam bulmak gayet zor bir işti. TRT’nin tam bir hakimiyeti vardı. Kim var denince, akla sağdan sayınız Bayazıt, Çakmaklı, Uçakan gelirdi. Onlar da Uçakan’ı saymazsak, TRT’den yetişmeydi. Arkasından Afganistan macerası geldi. Mavera dergisi ile birlikte Afganistan konusu sanıyorum gündeme uzun süre hakim oldu. O geziden önemli eserler çıktı.


Bir de İstanbul’da, Erenköy’de bir ev hatırlıyorum. Ahmet Bayazıt’ın eviydi. Daha sonra Erdem abi de İstanbul’a yerleşmek istediğinde bu bölgeyi tercih etti. Ben Ahmet Bayazıt’ı çok yakından tanımadım. Ama onu hep şehirli, işinin hakkını veren, sektörün duayenlerinden bir insan olarak bildim. Kuşkusuz onlar işin en zor olduğu zamanlarda büyük emek verdiler. Yayın dünyasında çok sesliliğe geçerken akla gelen ilk ekipleri kurdular. Yanlış izlemedimse, karşılığını pek alamadılar. Maddi anlamda diyorum. Yoksa Eyüp Sultanda gördüğüm cemaat, herkesin imreneceği cinstendi. Allah herkese dünya ahiret hayırlı dostlar nasip etsin. En çok onların dualarına ihtiyacımız var.

İşte orada, o cemaat içinde şöyle bir geriye baktım. Erdem ağabeyi düşündüm. Akif İnan’ı, Cahit Zarifoğlu’nu. Hatta cemaatten birini Ramazan Dikmen’e benzettim, yakından bakmak istedim. Orada dünyasal işlerin ufak şeyler kabilinden olduğunu fark ediyorsunuz. Dostlar, akrabalar, yakınlar, işaret taşları gibi. Onlarla zamanı, mekanı, yönünüzü kavrayabiliyorsunuz. Onlardan biri eksildiğinde ise bir işaret taşını kaybetmiş gibi oluyorsunuz. Boşlukta, yönsüz, anlamsız, kalıveriyorsunuz. Bizi, hayatımızı anlamlı kılan, işte bu işaret taşları.

Faruk Uysal yanımdaydı. Hasan Aycın’la konuşuyorduk. Bir ara Hasan Seyithanoğlu’nu fark ettim. Başsağlığı diledim. Saçı sakalı iyice ağarmıştı. Sanıyorum beni tanıyamadı. Akabe’nin müdavimlerindendi. Biz o zaman yeni mezun üniversiteli öğrencilerdik. Onların dostluklarına, koyulaşan sohbetlerine misafir oluyorduk. Belki 30 yıl sonra ilk defa görüyordum.. Orada uzun yıllardır görmediğim nice insanlar vardı. İçlerinden birini son yolculuğa uğurlarken dostlar birbirini görüyor, belki kendilerini yeni duruma göre ayarlamak üzere oradan ayrılıyordu; Artık hayatımızda Ahmet Bayazıt yok !


Bir işaret taşı daha gitti. Ona ne kadar yakınsanız sizin için o kadar önemlidir. Rasim ağabeyi o kadar etkileyen de belki buydu. Bir bakıma Erdem ağabeyin emanetiydi onun için. Bir insanın yakınları gidiyorsa, onunla ilgili kayıtlar adeta siliniyor. Dünya’nın gerçeği bu.

Bugün ikindi namazında ise Fatih Camiinden Bahattin Yıldız’ı uğurlayacağız. Bir süre önce gıyabında kıldığımız cenaze namazını bu kez bizzat eda edeceğiz. Dostları onu uğurlamak için toplanacaklar. Önünde saf tutacaklar. Birbirlerine bakıp saflardaki yerine çekidüzen verecekler.

Bahattin Yıldız deyince, fedakarlığı hatırlıyorum. Yürekten inanmayı ve inandığı için her türlü fedakarlığa hazır olmayı. Sanıyorum, nerede Müslümanların başı dertteyse oraya yetişmeye çalışmıştır. Dün Bosna’daydı, Filistin’e gitti, Afganistan’a gitti. Felaket bölgelerine insani yardım yetiştirmeye çalıştı. Bizzat işin ucundan tuttu. Zamanı geldi o da aramızdan ayrıldı. Gıyabi cenaze namazında gıpta edilecek, seçilmiş bir dostlar cemaati vardı.

Cenaze namazlarındaki hayırlı ve pozitif havayı bütün hayatımızda yaşamamız lazım. Gidiyorlar farkında mıyız ?