"Gidebileceğim bir adres olsaydı bildiğim bütün kelimeleri unutmaya hazır olurdum" diye yükseliyor şarkı, metalik tınılarla. Bayram ziyareti yolculukları başladı kaç gün önceden, kimileri tatil beldelerine gidiyor, kimileri ana-ata ocağına. O ana-ata ocağını yanına biriktiriyor, yıllardır böyle. Gurbete memleket havası taşımaya çabalayan insanlardan biri, havalide tanımayan yok. Bazıları "konsolos" diye çağırıyor. Malatyalı, Rıza Ataş, 25 yıldır New York'ta yaşıyor, 14 yıldır Brooklyn'deki ünlü İstanbul Restoran'ı işletiyor. İrene kasırgası 140 km hızla yaklaşırken şehre, onun okyanusa nazır restoranı açık kalmaya direnebilir mi?
Yeni haber aldım. Restoranı kapalı, ama sel basmamış.
Direnmeyi sürdürmese çoktan savrulurdu okyanusa... Daha önce neler yapmadı ki... Güreş, dekorasyon, yemek dağıtımı-ikrâmı; "catering" dedikleri saha... Brooklyn kıyılarına Türk esnafını ilk kez o getirdi. İlkin market açıldı, sonra restoran. Dışı İstanbul, içi Paris olmasın, Paris restoranlarının âlâsı var Manhattan'da, dışı da içi de İstanbul olsun!
Önce Bakülüler, Yahudiler geldiler. Ruslar hepsini geride bıraktı ilgide, Türk mutfağını kendilerine yakın buluyorlar. Eskiden lokantasına gelenler, Türk müsün, Müslüman mısın sen, hiç benzemiyorsun yahu, derlerdi. Nasıl biridir Müslüman Türk, muhayyelede olan gerçeğe uyarlanamıyor. Bir yanıyla Bakülü bir restoran, bütün Avrasya'ya sesleniyor; tabela bile astı yan tarafa. Bir ara "Bakü"yü de gösteren tabelayı söktüğünde Bakülü Yahudiler, bir daha gelmeyiz, dediler. Biri aradı, sizin restorana gelip kahve içerek ağlayacağım, dedi. Buyur gel, ama ağlama duvarı değil burası, diye cevap verdi Rıza Bey. Adam geldi, kahve içerek ağlıyor sahiden de. Akrabaları telefon açmışlar. Babası Bakü'de vefat etmiş gece. Gidemez, gidemiyor işte, oysa bir yerlere gitmesi gerek, düşünmüş, sadece bu restoran gelmiş aklına, kahve gelmiş ve başka şeyler. Duvarlardaki kilimler, siniler, simle işlenmiş örtüler, kilim çantalar, hatta Malatya işi (nazara karşı) it boncuğu, oymalı kakmalı el işleri... Bakıp kana kana ağlayacak.
Bir semaver, balık bibloları, Türk ve ABD bayrakları, gemi maketleri ve sıra sıra testi; inceli kalınlı, uzun kısa küt zarif kaba kapaklı kapaksız, Urartulardan Hititlerden günümüze, okyanus ötesine ulaştığı havasıyla... Avrasya veya Ortadoğu'yu hatırlatan seramikler kilim desenleriyle bütünleşiyor. Cağaloğlu'nda bir eski medresede ya da Çamlıca'da yeni tasarlanmış bir lokantada göze fazla gelen sinilerle kilimler Atlantik'e bakan bu restoranda bir anlam yükleniyor, bir şiir veya şarkı mısrasını harekete geçiriyor.
Bir şeyler çağrışım yapıp baba ocağında yaşanan yıllara yakınlaştırabilir. Rus göçmenlerde bile var bu arayış.
Gelecek bir yer olmalı, bir adres. Süzgün solgun bir kız geldi, yaşını tahmin etmekte zorlandığınız İskandinavları andırıyor. Babası Müslüman, annesi Hıristiyan, kuzey denizi kıyılarından. İçeri girince ilk sorusu, İsmet Özel'in "Türk" tarifini çağrıştıran bir kesinlikle, "burası Türk yeri mi", oldu. Üç ay önce yitirmiş annesini, babası da bir hafta kadar önce ölmüş. Onların oluşturduğu bir çerçevesi varmış hayatının, şimdi sanki eriyip gözyaşı misali akarak okyanusa karışabilir varlığı. Külleriyle yaşıyor babası bir kutunun içinde, ama bir şey eksik, tamamlanmamış bir şey var, huzursuz oluyor kız. Gidip babama bir Türk yeri bulayım, babamı dininin kuralına göre gömdüreyim, diye araştırmaya başlıyor. Nereye gidecek? Babasının küllerine yer var mı Türk'ün mekânında...
Rıza Bey her zaman gittiği camiye telefon etti hemen, sonra ulaştığı yetkiliyle konuşması için ahizeyi yaslı kıza verdi. Kız konuştu, küllerin gömülmesi gerektiğini öğrendi yetkiliden. Heyecana kapıldı aniden, ahizeyi bırakıp, babam nerede, diye aranmaya başladı. Zavallı kız, diye düşündü etrafındakiler. Arka arkaya annesini babasını yitirince bir garip olmuş. Buradaydı babam, işte burada, yanımda, nereye gitti, diye sorup duruyor, iki gözü iki çeşme. Derken anlaşılıyor: Babasının külleri bulunan kutu yok, Meksikalı garson çöp sanarak atmış. Kız hâlâ babam nerede diye sorarak zarı zarı, ağlıyor. Arka planda garson çöp kutusundan aldı kutuyu, iyice yıkadı, kuruladı, getirdi. Öksüz kıza fark ettirilmedi kutunun çöpe atıldığı, yanlışlıkla arkadaki raflara koymuş garsonlar, denildi. Kutuyu aldı kız, sarıldı, bir aceleyle çıktı gitti. Ardından camideki yetkili aradı, konuşmaları tam olarak neticeye ulaşmadığı için. Yıkayıp kuruladık, deyince cenazeyi yıkattıklarını sanıp itiraz etti yetkili kişi. Olur mu hiç, olmaz. Kül nasıl yıkanır... Yok öyle değil, diye anlattı Rıza Bey. İşte böyle oldu.
Kutu içinde kül sanki ana ata ocağının ta kendisi kız için, yine de eksik bir şey var, biliyor, kapıları çalıyor, vazgeçiyor. Luce İrigaray'ın "Ben Sen O" da irdelediği "hestia" kavramını çağrıştırıyor kızın çabası aynı zamanda: Ana-ata ocağının ateşini yakmaya devam eden, ev ocağının ateşine göz kulak olan kız evlat.
Babasının küllerini onun isteğine en uygun şekilde koruma telaşı içindeki kızın içine düştüğü çatışmayı yansıtıyor gözyaşları bir yandan da: Müslüman babanın külleri gömüldüğünde, ocağı tüttürmenin bilmediği bir yoluna düşmesi gerekecek belki de... İşte, tam olarak güvenemedi geldiği adrese, kutuyu kaptı gitti.
Kutunun çöpe atılması hatasını düzeltme telaşı yüzünden kızdan iletişim kuracak bir numara istemeyi akıl edememişti Rıza Bey. Ne gelecek başına kutu içindeki külün bundan sonra, ne beklenebilir? "Aslında öteki çocuklar, mesela benimkiler ne yapar, küle mi çevirir ölü bedenimi, Atlantik kıyılarında sürdürdüğüm bu hayat okyanusa serpilen bir avuç küle dönüşerek mi noktalanacak..." şeklinde uzayıp gidiyor soruları. Bir hakikatin izinde ilerlemek mi... Elini attığında folklorik desenlerin ötesine geçmesi için eksik kalan şeyin bilgisi okyanus ötesinde, ana ata ocağında gizli saklı, Rıza Bey'e öyle geliyor; o yüzden de gurbet hüznü asla azalmayacak. Yeni bir çaba, sıçrama, yollara düşmek... İnsanları restoranına çeken hüznü tanımlamada bir yanlışlık yapılıyor muhtemelen, bunun üzerine düşünüyor...
Bütün bunlar İrene kasırgasından aylar önce anlatıldı bana. İstanbul Restoran, gurbet hüznüne karşı teselli arayanların sığınağı tatil edildi bayram ertesinde, kasırga yüzünden. Okyanusu aşıp Malatya'ya gelemez de bayramda restoranın sahibi, ama nerede olursa olsun etrafı kalabalık olsun diye çaba gösterecektir. Eksik bir şey var, kalabalık içinde bile hüzne düşüren bir şey, adını koymak istiyor bunun Rıza Ataş, adını koymaya çok yakınlaştı...