Eski bir dostum gönderdiği mailde Gıda maddelerinin sağlık ve din açısından belgelenmesi konusunda YÖK'ün bir girişimde bulunduğundan bahsediyor. Toplantıya katılanların konuya olan duyarsızlığı onu üzmüş. "Ben de" diyor, "bade harabü'l Basra fark ettim durumu". Konuya önem vermeye geç vakitte başladığını vurguluyor.
Gerçekten günlük yaşamımız ve sağlığımızla ilgili en temel bilgiler, eğitim sistemimizde bir türlü karşımıza çıkmıyor. Nasıl kaliteli, sağlıklı yaşarız? Neleri nasıl yemeliyiz ? Hazır bulduğumuz gıdaların etkileri, özellikleri nelerdir ? Bu gibi soruların cevaplarını genellikler sağlık sorunları yaşadığımızda merak ederiz. Koruyucu hekimlik bizde pek revaçta değil. Daha doğrusu eğitim ve bilim kurumları tarafından bu gibi şeyler özendirilmiyor, programlarında yok. Böyle olunca insanlar kendi imkanlarıyla birtakım bilgilere ulaşmaya çalışıyor. Sağlık kültürüyle ilgili önemli bilgiler "marjinal" ortamlarda elden ele dolaşıyor.
Oysa tıp otoriteleri tarafından hiç tavsiye edilmeyen, her hastalık halinde yasaklanan gıda maddeleri, gösterişli ambalajlar içinde genellikle tanınmış kimselerin de oynatıldığı reklam filmleriyle, yine gösterişli alışveriş merkezlerinde sürekli insanlara sunuluyor. Fast food, gazlı içecekler, margarinli mamüller vs. Doktorların her zaman uyardığı yiyecekler. Çocuklarınızı anne sütü ile besleyin, fast food değil sağlıklı yiyeceklerle, sebzelerle besleyin diyorlar. Temel Reis (Popeye) çizgi filmi çocuklara ıspanak yedirmek için yapılmış. Fakat reklamlara bakarsanız güzel bir su hiçbir zaman bir teneke koladan daha cazip görünmüyor.
Bununla beraber bizim kuşakların bu konuda iki durumla karşı karşıya kaldığını söyleyebilirim; 1. Biz gıda ve sağlık bilincinin daha az yaygın olduğu, yoz bir modernist dönemde yetiştik. Margarin ve gazlı içecek gibi şeyler yeni yayılan albenili gıda maddeleriydi. Plastik, melamin kaplar, yemeklerde vita yağı o zaman çok kullanılmıştır. 2. Fakat Pazar ekonomisi bugünkü düzeyde olmadığından geleneksel doğal gıdalara ve çevreye ulaşma şansımız daha yüksekti. Tohumlar henüz bozulmadığından, "kendisi gibi kokan" sebze ve meyveler rahatça bulunabiliyordu. Ayrıca "organik" veya "ekolojik" ürün arayışına gerek yoktu.
Sonra ne oldu? Ambalajlı gıdalar yaygınlaştı, bakkal market oldu, süper, hipermarket oldu. Bugünkü AVM'ler ortaya çıktı. Artık büyük şehirlerde semt pazarlarında bile "doğal gıda" aramaya başladık. Tezgahtar, satabilmek için ürünlerine "organik" diyor. Bu durum, post modern süreçte artık modern dönemin sözde gıda ürünlerine ve alışkanlıklarına karşı bir bilincin oluşmakta olduğunu gösteriyor. İşte dostumun "bade harabü'l Basra"dediği budur. Onun kişisel düzlemde geldiği bu noktaya toplum olarak gelmemize bilincin yanında ekonomik nedenler de engel olmaktadır. İnsanlar, kendilerine ucuz ve kolay sunulan ürünleri tercih etmektedir. Büyük şehirlerde bu konuda fazla bir seçenek de yoktur.
Yiyecek ve içecek maddeleriyle ilgili üçlü bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Bilim bir şeyler söylüyor. Diyor ki şunlar şunlar zararlıdır. Ticaret hukuku, bu maddelerin satılabileceğini, reklamının yapılabileceğini söylüyor. Din ise geçmişte yapılmış içtihatlarla yeni bilimsel veriler arasında kalıyor. Daha doğrusu dinin vereceği kararın uygulamada hukuki bir yönü olmadığından, bu kararı verecek bir süreç de oluşturulamıyor.
Genel kanıların aksine burada birbiriyle "anlaşmaya" en yakın ve yatkın iki "disiplin", bilim ve dindir. İnsan sağlığıyla ilgili bilimsel bir bulgu varsa, dinin ona uymaması gibi bir durum söz konusu değildir. Zararlıysa, dinen yasak olur. Oysa hukuk, ticaret hukuku, zararlı oldukları kesin bile olsa bir çok gıda ve tüketim maddesi satışına, reklamına, uygulanmasına müsaade edebilmektedir. Genel hukuk kuralları, adeta birey olarak insana, kendine ve topluma zarar verme hakkını tanımaktadır. Medya organlarında, insanların günlük yaşam ortamlarında her türlü reklam, özendirici bir şekilde yapılmakta, sonuçta insanın tercih etme özgürlüğü bulunduğu iddia edilmektedir.
Sigara paketlerindeki "sigara öldürür" yazısı, serbest Pazar ekonomisinin bir dramıdır. Nedense tıp otoriteleri, insan sağlığıyla ilgili kesin bulguları adeta toplumla paylaşmaktan kaçınmaktadır. Belki seslerini duyuramıyorlar, belki hukuki engelle karşılaşıyorlar. Her durumda bilimle hukuk ve ticaret arasında bir çelişki söz konusudur. Çelişkinin ortadan kaldırılması için YÖK'ün öncülüğünde yapılacak çalışmalara çok ihtiyacımız var.