Gezmiş'lerin idamındaki sorumluluk payım...

Gezmiş'lerin idamı, 68'in kırkıncı yıl notları (2)

Bir mucize olsa, Deniz Gezmiş'ler idamdan kurtulsa diye dua ederdim.
Soygunların, adam kaçırmaların, bombalama eylemlerinin 'terör' değil, 'devrimci eylem' olduğuna inanırdım.
Haklı bir dava uğruna yapıldıkları için de doğrulukları konusunda en ufak bir kuşkum yoktu.
O zamanlar senin gözünde terörün devrimcisi, savaşın devrimcisi vardı. O zamanlar sen, 'devlet kaynaklı' terörün daha ağır bastığını düşünürdün.
Deniz Gezmiş'ler kurtulmadı.
İdamlar, 1972'nin mayıs ayında bir bahar günü sabaha karşı parlamentoda onaylandı.
Başta Demirel olmak üzere Adalet Partili milletvekilleri, sanki 27 Mayıs sonrası idam edilen Menderes'lerin intikamını alıyorlardı.
"Üçe üç" diye, yani Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'ya karşı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan diye bağıran, parmaklarıyla üç işareti yapanlar vardı o gün parlamentoda...
12 Mart döneminde, rakı sofralarında Deniz'leri idam sehpasına gönderenlere ne çok belâ okuduğun malum.
Ama bu arada hiç düşündün mü?
Deniz'lerin ipe gitmesinde sizlerin de, yani Devrim grubunun da payı yok muydu?
Devrim dergisinin bürosunda, "Marksist cunta ne zaman iktidara geliyor?" diye sizinle dalga geçen Deniz'in, kendi ütopyasının peşinde ölüme koşmasında, sizin yaratmış olduğunuz beklentiler de rol oynamamış mıydı?
"Ben de onlar gibi genç bir insandım, fedai rolündeydim" diyerek işin içinden sıyrılamazsın.
"Devrim yolu ancak askerle ittifak halinde yapılacak bir darbe ile açılır, iktidar namlunun ucunda; cici demokrasiyle, halkın oyuyla bir yere gidilemez, seçim sandığından sadece gericiler çıkıyor" diyerek Deniz'leri kışkırtmadınız mı?
Deniz'ler, İstanbul ve Ankara sokaklarında "Ordu gençlik elele, milli cephede!" diye slogan ata ata yürürken, 'sol Kemalistler'e, 'solcu cuntacılar'a, 'devrimci demokratlar'a, yani sizlere güvenmediler mi?
Sizleri bu nedenle 'yol arkadaşı' ilan etmediler mi? 
Siz de buna ses çıkarmayıp, ülkede istikrarsızlığı körüklemek için onları kullanmadınız mı?
Bütün bu söylediklerinde gerçek payı var.
Deniz'lerin ipe gitmesindeki sorumluluk payımı her geçen yıl daha çok kabullendim.
"Devrim mücadelesi idi" deyip geçmedim, geçemezdim.
12 Mart sonrası askeri hapishanelerde çok arkadaşım zulüm gördü, acı çekti. Doğan Bey, İlhan Abi, İlhami Abi, hepsi Ziverbey Köşkü'nden, yani işkence evlerinden geçtiler.
Ama Deniz'ler yaşamıyor!
Doğru.
* * *
Bu satırlarım yeni değil.
1999'da yayımlanan, 'Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım' adını taşıyan kitabımdan aldım,(Doğan Kitap, sayfa 59-60)
Bu kitap kendi kendimle bir yüzleşme, bir günah çıkarmadır. Askeri darbelerin çıkmazını, darbe uğruna genç heyecanların istismarını sergilemeye çalışan bir iç hesaplaşmadır.
Ama aynı zamanda genç insanların devrimci meydan okuyuşlarını sorgulayan, eleştiri süzgecinden geçirmek isteyen bir yanı da vardır bu kitabımın.
Evet, ütopyalar hiç bitmeyecek!
Daha güzel bir dünyayı amaçlayan, sömürüye meydan okuyan, yoksulluğu, eşitsizliği, adaletsizliği yenmek isteyen, dayanışma ve özgürlük bayrağını dik tutan, kapitalizmi aşmak ve daha hakça bir sistem kurmak isteyen kavga hiç bitmeyecek.
Peki ya yöntem?..
Ütopyalarımızı gerçekleştirmek için hangi yollardan koşacağız? Eğer yanlış yöntemler seçer, olmadık yan yollarda macera ararsak veya mucizelere bel bağlarsak, geçmişteki gibi çıkmazlara saplanır, acı çekeriz.
Bu yıl kırkını dolduran '68 kuşağı'nın yöntem, model olarak Kır Gerillacılığı da vardı; Şehir Gerillacılığı da vardı; hatta Soğuk Savaş döneminin Stalinist Arnavutluk'unu örnek  alan Enver Hoca'cılığı bile vardı.
Kimileri Halk Savaşı isterdi. Kimileri Marksizm-Leninizm, kimileri Maoizm diye bağırırdı. Kimileri sürekli devrim diye tuttururdu.
Batı'da da bütün bunlar zaman içinde, özellikle Berlin Duvarı'nın 1989'da yıkılışıyla birlikte çok sıkı bir eleştiri süzgecinden geçirildi. Sorgulanmadık, hesap sorulmadık bir şey bırakılmadı.
Peki ya bizde ne oldu?
Yarın bir yazı daha...

Kaynak: Milliyet