Gerçek Erdoğan beri gelsin

Başbakan Erdoğan, önceki günkü iftar yemeğine katılan "karikatür krizi kahramanlarından" NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'e dönük ince bir dokundurmada bulunarak, "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol" demiş.

Hz. Mevlana'nın derin bir anlam taşıyan bu güzel ve bilge sözünden Rasmussen'in ne anladığını bilemiyoruz. Mevlana'nınkine benzeri sözleri olan ünlü Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard'ın soydaşı olduğuna göre, kendince bir anlam çıkarmıştır herhalde.

Fakat konuyla ilgili haberi dün okuyunca Erdoğan'ın da bu sözlere kulak vermesinde yarar olacağını düşünmeden edemedik açıkçası. Zira "Kürt açılımı"na değindiği son "Ulusa Sesleniş" konuşmasında kullandığı uzlaşmacı ve yumuşak üslup daha önce çeşitli konularda sergilediği hırçın tavırlarıyla karşılaştırıldığında, insanın "Gerçek Erdoğan beri gelsin" demesi tutuyor.

Yapıcı yaklaşıma ihtiyaç var...
Buna rağmen, Erdoğan'ın verdiği bu çelişkili görüntüyü "eleştirel" bir açıdan değil "teşvik edici" bir yaklaşımla ele almak istiyoruz. Zira önemli ve uzun vadeli sonuçları olacak bir değişim sürecinden geçtiği şu günlerde Türkiye'nin yıkıcı ve bölücü değil, yapıcı ve birleştirici yaklaşımlara ihtiyacı var.
Bu çerçevede, "akıllı füzeler" nasıl hedeflerine kilitli kalıyorsa, Erdoğan'ın da, kökeni, dini veya mezhebi ne olursa olsun, ülke genelinde insanımızın özlemini çektiği bu yumuşak ve uzlaşmacı üslubuna kilitli kalmasını, naçizane, öneriyoruz.

Tekrar füze örneğinden yararlanacak olursak, Erdoğan'ın aynı zamanda, muhalefetin -akıllı füzeleri yoldan çıkarmak için atılan ısı saçan fişekler misali- kendisine yönelttiği ağır sözler karşısında da bu üslubunu korumasını, yine naçizane, salık veriyoruz.

Biz şahsen, CHP ve MHP'nin Kürt açılımı konusunda sergiledikleri -ve herhangi bir olumlu öneri içermeyen- aşırı saldırgan yaklaşımlarının, ülke genelinde aklıselimin hâkim olduğu çevrelerde fazla prim yaptığını sanmıyoruz. Muhalefetin "Ülkeyi bölüyorlar" argümanına gelince, bunun da "safi demagoji" olduğunu anlamak için fazla düşünmek gerekmiyor.

Bölünmüşlük her konuda...
Zira Türkiye bugün zaten ciddi şekilde bölünmüş olan bir ülkedir. Üstelik de sadece Kürt meselesi açısından değil. Hemen hemen her konuda bölünmüş durumdayız. Özetle, Türkiye'nin asıl sorunu birlik ve beraberliğimizi korumak değil, kaybetmiş olduğumuz birlik ve beraberliğimizi, ülkenin sosyolojik gerçeklerine uygun bir şekilde, yeniden tesis etmektir.

Bu nedenle muhalefet, siyasetin doğal gereği olarak yaptığı eleştirilerdeki dozun ölçüsünü ne kadar kaçırırsa kaçırsın, sorumlu konumda olan iktidarın bu eleştirilere verdiği yanıtları makul çerçevede tutması gerekiyor. Başka bir ifadeyle, var olan bölünmüşlüğü derinleştirecek yaklaşımlardan uzak durması gerekiyor.

Başbakan Erdoğan'ın geçmişte bu konuda çok da başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Fakat kendisinin, "demokratik açılımlardan", "insanların istedikleri gibi kendilerini ifade etmelerinden" ve "etnik farklılıklara saygı gösterilmesi" gibi hususlardan giderek daha fazla söz etmesi yabancı diplomatların da dikkatini çekiyor.

Bu arada Erdoğan'ın "siyasetin cesaret ve risk" işi olduğunu" söylemesi ve Kürt açılımı gibi önemli toplumsal projeleri partisine oy kaybettirmesi tehlikesine rağmen, kararlılıkla sürdüreceklerini vurgulaması da önemli çıkışlar olarak not ediliyor.

Ancak, "Gerçek Erdoğan hangisi acaba?" sorusunun bu çevrelerde de sorulduğuna tanık oluyoruz. Onun için Erdoğan'ın bu konularda samimi olduğunu kanıtlaması gerekiyor. Bunu yaparken, siyaseten çizdiği "zikzaklar"dan da vazgeçip, kamuoyuna çelişkili değil, tutarlı bir görüntü sağlaması gerekiyor.

Kaynak: Milliyet