Gıda maddeleri fiyatlarının artışı, dikkatleri tarıma çevirdi. Çevirdi ama, doğal bir olayın sonucuyla değil de; tedbirsizliğin yarattığı bir olayı konuşur gibiyiz.
Tarım ürünleri fiyatları artmıştır, artacaktır! Çünkü, dünyanın pek çok ülkesinde küresel ısınma sonucu su kaynakları azalmaktadır. Türkiye bu kuraklığa 90'lı yıllarda girmiştir.
Sekiz yıldan beri, ülkemize önümüzdeki 10 yılda kullanabileceğimiz yağış miktarının, geriye doğru 10 yılki yağış ortalamasının altında olacağını; azalış hızının artarak devam etmesinden korktuğumu; her yıl bir doğal güzelliğimizi yitireceğimizi; her yıl değerlerimizin bir kısmını terk etmek zorunda kalacağımızı; kalıcı bir doğal afetin başında olduğumuzu; olacakların her birinin, diğer birçok kötü sonucun nedeni olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Ne yapılması gerektiği açık: Önce sorunu tanımlamalı, sonra nelerle karşılaşacağımızı görmeli ve halkımızla bu gördüklerimizi paylaşmalıyız.
Bizim siyaset adamlarımız ne yapıyor? Bir iki örnek vereyim:
Dünya Çiftçiler Günü'nde 2005 Mayıs ayında yapılan toplantıda, Başbakan ve anamuhalefet partisi lideriyle, tarımla ilgili federasyonların başkanları konuştular, inanılması güç ama kuraklıktan hiç bahsetmediler.
6 Şubat 2007'de ilgili üç bakan (Çevre, Tarım, Enerji bakanları) toplandılar ve 'Türkiye'nin hiçbir yerinde acil bir tarımsal kuraklık riski bulunmadığı' görüşünü açıkladılar. Aynı günlerde Londra Üniversitesi kuraklığı izleyen birimi, bakanlarımızı tekzip eder gibi yayımladığı bildiride, "2007 yaz aylarında Türkiye'nin birçok bölgesinde had safhada kuraklık yaşanacağını" bildiriyordu.
Aradan altı ay geçince çevre bakanı, "Önümüzdeki ekim ayından itibaren de yağışların başlayacağına inanıyorum. Bu seneyi atlattığımız zaman problem kalmayacak" dedi! Bakan'a göre problem yaşanmayacak yıl, içinde bulunduğumuz 2008 yılıdır. Son aylarda bu yılın da kurak yıllardan biri olduğu anlaşıldı.
Bugüne kadar, iktidar ve muhalefet partileri susuzluk afetini görüp anladıklarını gösteren bir çift söz söylemediler, bu büyük olayı tanımlamadılar. Ama 'pirinç mi, bulgur mu?' tartışmasına parti liderleri hemen giriyorlar.
Pirinç niçin pahalılaştı, ne kadar buğday ithal edelim benzeri sorular, durumun ciddiyetine uymuyor. Bunlar cevaplanması çok basit sorular. Görmemiz gereken, on yıl, yirmi yıl sonraki Türkiye'nin su kaynakları, dağılımı, bölgeden bölgeye taşınması gibi konularda olmalıdır.
Bilim adamlarımız ve hükümetimiz, 'Geçen yıllardan az olmakla birlikte, bu yılki tahıl üretimini beş yıl sonra alabilecek miyiz?' sorusunu cevaplamalıdırlar. Su azalmasının etkilerini, tarım tekniklerindeki gelişmelerle karşılayabilecek miyiz? Kuraklığın etkilerini karşılayabilmek için, toplumu derinden sarsacak kararlar alınması gerekecek mi?
Hükümetin cevaplamadığı ve muhalefetin sormadığı daha onlarla soru var!
Ben, bugünkü anlayışımızla çözülemeyecek sorunlarla karşı karşıya bulunduğumuz kanısındayım. Oysa biz son iki haftadır, üretimin azalmasında ve pirinç ithalatında tarım bakanının ihmali olup olmadığı gibi eften püften konuları tartışıyoruz.
İktidar ve muhalefetiyle siyaset tarafının; tarımla ilgili meslek odaları ve dernekleriyle sivil toplum kuruluşları tarafının görüşleri dünkü gazetelerde sayfa sayfa yer almıştı. Bu uzun demeçlerin hiçbirinde kuraklığın önemine uygun derinlik ve gerçeklikte bir görüş okuduğumu söyleyemiyorum.
Geldiği bilinen belaları görmemek de siyaset midir?
Kaynak: Radikal