İçişleri Bakanlığı'nın, 2006 yılında açıkladığı rapora göre, iller ölçeğinde işlenen suçlara bakıldığında Muş, suç oranlarının en düşük olduğu illerimizden biri gözüküyordu. Sosyologlar merak edip bunu araştırdıklarında, aslında diğer şehirlerde işlenen suçların burada da işlendiğini; fakat ihtilafların mahkemeye intikal etmediğini, şehirde sosyal kontrol mekanizmaları, aşiret ve kabile ilişkisi hâkim olduğu için, halkın genellikle ihtilafları kendi içinde çözdüğünü tespit ettiler. Muş'ta sosyal kontrol mekanizmaları devrede olduğu için, diğer şehirlerle mukayese edildiğinde suç oranları daha düşük ortaya çıkıyordu. İhtilafların bu tarz halledilmesi, devlete, dolayısıyla ekonomik ve topluma dönük maliyeti düşürüyor. Çünkü şahsa, mala ve cana karşı suçlar ele alındığında, Muş'taki bu suçlar çok daha düşük bir seviyede seyrediyor. Bunun aslında Muş'taki toplumsal hayatın referansını teşkil eden ve işler halde bulunan mekanizmaların bir kazanç olarak değerlendirilmesi lazım. Ne var ki konuyu araştıran sosyologlar sonuçta bu önemli veriyi "Yörede devam eden feodal ilişkiler"e bağladılar.
Bugün Türkiye'nin giderek büyümekte olan önemli sorunlardan biri suç oranlarında yaşanmakta olan patlamadır. Ekonomik kriz, kent hayatında sürmekte olan pataloji, ailenin sarsıntı geçirmesi, magazin kültürü ve dizilerin gayrı meşru ilişkileri teşvik etmesi ve genel olarak modern kültürün medya üzerinden suçu ve günahı estetize ederek sunması, toplumsal hayatımızı içten içe kemirmektedir. Cinnet geçirenlerin; çoluk çocuğunu dövenlerin; eşini eften püften sebeplerle boşamaya kalkışanların; komşusuna, yakın akrabasına, hatta anne-baba gibi geçindirmekle ve bakmakla yükümlü olduğu yakınlarına karşı duyarsızlaşan, sorumluluk üstlenmek istemeyenlerin sayısı giderek artıyor. En küçük bir trafik ihtilafında bile bıçaklar, silahlar çekiliyor, yerine göre cinayetler işlenebiliyor. Zina, fuhuş ve diğer cinsel suçlardaki artış ise başka bir konu.
Apaçık olan gerçek şu ki, bu trajik çözülmeyi, giderek artmakta olan kriminal olayları ne devletin yasaları veya genel olarak hukuki mevzuatı, ne de emniyet teşkilatı önleyebiliyor. Postmodern algılara uygun bir biçimde toplum çözülüyor, fakat çözülmekte olanın yerine herhangi bir şey ikame edilmiyor. Muş'ta suçları önleyen veya ihtilafların büyümesine fırsat vermeyen geleneksel kodlar; yaşayan gelenekler; tarihe, kabileye, aşirete ait sosyal kontrol mekanizmaları etkilerini devam ettirebiliyorlar, ancak bunlar modern sosyoloji (ve elbette sosyal bilimciler) tarafından arkaik yapılar, kalıntılar görülüp reddedilmektedirler. Devletin resmi bakışının da sosyal bilimcilerin paralelinde olduğu malum.
Bu örnekte sosyologların ciddi bir değerlendirme hatası yaptıkları gözden kaçmıyor. Bizim tarihimizde, özellikle Müslümanlığın bu topraklara –Suriye ve Irak, Anadolu ve İran- gelişinden sonra feodal ilişki olmamıştır. Batı'da olan serf-senyör ilişkisi bizim tarihimizde yaşanmamıştır. Dolayısıyla toplumsal olayları feodalitenin ancak Bizans ve Kıta Avrupası'nda görülen toprağa bağlı hukuki ilişkileri içinden bakarak anlamaya çalışmak mümkün değildir. Muş'ta ve geleneksel Anadolu'nun hayatında hiç olmamış bir feodaliteyi varmış gibi göstermek, sadece bir bilgi hatası-maddi bilgi yanlışlığı yapmak değil, bunun yanında bu ülkenin tarihini ve bu tarihin devamı olan bugünkü insanlarını aşağılamak, küçük görmektir de.
İslam tarihi ile feodalite ve feodalitenin içinden zuhur etmiş bulunan modern devlet arasında mahiyet birliği mevcut değildir, hiçbir zaman da olmamıştır. Modern devlet teşekkül eder, geleneksel toplum ulusa dönüştürülürken, hukuk bütünüyle merkezileştirildi. Geçmişte toprağa bağlı yaşayan insanlar derebeyler, modern zamanlarda da mutlakiyetçi idareler ve devlet tarafından ezilmiştir. Batı'daki mücadele daima üstten gelen baskıya karşı bireyin özgürleşme, toplumun da sivil özerk alanlar açma mücadelesidir.
İslam tarihinde medeni hukuk sivildir, kamu hukuku da bugünkünden farklıdır. İster özel ister kamu olsun, hukuku yapan sivil müçtehitlerdir. İslam, meşru ve muteber bilginler eliyle sosyal kontrol mekanizmalarını bir veri ve realite olarak kabul eder ve bu realitenin hukuk ihlallerine sebebiyet vermemesi için gerekli tedbirleri alır. Bu yüzden Müslüman toplumlarda örfler (sahih gelenek ve görenekler, sosyal teamüller) kuvvetlidir. Çünkü güçlerini ve meşruiyetlerini dinden ve meşru ulemadan alırlar.
Son zamanlara kadar Doğu ve Günyedoğu Anadolu Bölgesi'nde hâkimler, yazılı hukukta karşılığını bulmadıkları bir mesele veya ihtilafla karşılaştıklarında, "ehl-i vukuf veya ehl-i örf" dedikleri, toplumun teamülünü, örfünü iyi bilen yaşlı insanlara sorar, ona göre hüküm verirlerdi. Halk arasında hala yaygın olan meşhur söz şudur: "Şeraita gidelim!". Şeriat hukuk demektir ve hukuku adil bir şekilde uygulayacak ve adaleti tesis edecek olan alimler, hocalar, şeyhler vb. yerel/yöresel muteber şahsiyetlerdir.
Bugün hala İran'da yaygın bir şekilde yerel ve yöresel teamüller, örfler geçerlidir. Pakistan'da da bir trafik kazası olduğunda –eğer ölüm veya ciddi bir sakatlanma söz konusu değilse- kazadan hemen sonra ilk gelen araç durdurulur ve sürücüsü kaza hakkında hüküm vermesi istenir. Sürücünün verdiği karar muhkemdir, geçerlidir, kazayı yapan taraflar karara itibar etmek zorundadır; itiraz edip de mahkemeye gidecek olurlarsa, suçlu bulunan ilk sivil hakemin tayin ettiği cezanın birkaç katını ödemek zorunda kalır. Bunun mahkemelerin, güvenlik kuvvetlerinin işini ne kadar hafiflettiğini düşünelim.
Modernizasyon politikaları merkezileştikçe teamüller ve örfler kabul edilmez oldu. Modern devlet ve modern ulusçuluk ideolojisi, söz konusu geleneksel yapıları çözüyor, yerlerine her şeyin merkezi idareden beklendiği ağır bürokratik vesayet ve tahakkümü getiriyor. Böyle bir dünyada da insanlar özgür olduklarını, özgürleştiklerini zannediyorlar.