Geleceğe eser bırakmak

Geçenlerde bir grup olup Rumeli Feneri taraflarına gezi yaptık. Önce yolumuzun üzerindeki üçüncü köprü inşaatını yakından görme imkanı bulduk. Dev beton ayaklar tamamlanmış. Diğer iki köprüden farklı olarak yukarıya doğru daralarak yükseliyor. Üç yüz metreden fazla diyorlar. İnsan yaklaştıkça ezildiğini hissediyor. Aşağılarda birtakım insanlar, araçlar, karınca gibi çalışıyor. Ayak boyunca yukarıya bir asansör çıkıyor. Dev iş makinaları bilmem nereden özel olarak getirilmiş. Anadolu yakasındaki ayakla bir bağlantı kurulmuş. Belli belirsiz seçiliyor. Köprüyü oluşturacak kara tarafındaki metal parçalar monte edilmiş bile. Ayakların arasındaki Boğaz kısmı henüz boş. Tarihe not düşmek için önünde fotoğraf çekildik. Rumeli Hisarı sırtlarından İkinci Köprü inşaatını gün gün izlediğimiz yılları hatırladım. Bende fotoğrafları vardır. Zaman geçtikçe İstanbul’a yeni yeni eserler ekleniyor. Son zamanlarda ivmenin bir hayli arttığı gerçektir.

Oradan Rumeli Fenerine, kalesine gidiyoruz. Özellikle kale ilgimizi çekiyor. İnternete baktığınızda kalenin perişan haliyle ilgili çok sayıda yazı çıkıyor karşınıza. Gerçekten, unutulmuş, herhangi bir korumaya alınmamış, kendi haline bırakılmış bir yer. Ana gövde kaybolmamış. Yerinde duruyor. Kırım Harbi sırasında boğaza girişi kontrol etmek üzere yapılmış Topçu Kalesi olarak biliniyor. Bu haliyle Sultan Abdülmecid devri eseri oluyor. Kaleyi gezerken Anadolu tarafındaki Yoros kalesini düşünüyoruz. Cenevizliler tarafından yapılmış. Bildiğimiz kadarıyla şu an restorasyonda.

Cenevizliler olsun, Osmanlılar olsun bu kaleleri yaparken kendilerinden sonraki uzun bir zaman tasavvurundan yola çıkmışlar. Günlük ihtiyaçlarını karşılamanın yanında geleceğe eser bırakmak istemişler. Cenevizlilerden Bizans’a, oradan Osmanlı’ya bir devamlılık söz konusu. Bıraktıkları eserlerin zaman karşısında ortak bir karakteri var. Rumeli Hisarı kalesinin içler acısı durumunu görünce ester istemez bizde bir karşılaştırma duygusu oluştu. Modern, dev bir yapıyla, mütevazi, tarihi bir yapı arasında.

Üçüncü köprünün gerekli olduğunda kuşkumuz yoktu. İstanbul, ulaşımda yapılacak çok fazla atılım bekliyordu. Fakat o kadar büyük yatırımlar yapılırken, boğazı yüzyıllardır süsleyen tarihi bir eser dökülüyordu. Belki de bu dev projenin bir parçası olarak tarihi kale restore edilip turizme kazandırılabilirdi. Dev köprünün ömrünü düşündük. 100 yıldan fazla olmasını beklemiyorduk. Ama bu kale restore edilirse daha yüzyıllarca turizme, tarihimize, kültürümüze hizmet edebilirdi. Konuya dikkat çekmek için neler yapmak gerektiği konusunda aramızda tuhaf, esprili fikirler ortaya çıktı. Fakat sonuçta biz de Japon turistler gibi fotoğraflarımızı çekildik. Kalenin yıkık burçlarına çıktık. Koyun kokulu dehlizlerine girdik, deniz kenarındaki kayalıklarda yürüdük. Yıpranmış, ziyaretçilerin insafına terkedilmiş tarihi yapıyı ve çevresini enine boyuna inceledik.

Rumeli Feneri kalesinden üçüncü köprüye bakış da ilginç oluyor. Tarihten günümüze bakış gibi. Daha önce Yoros kalesinden üçüncü köprü ayaklarının yükselişini seyretmiştim. Günümüz ihtiyaçlarını karşılayacak, hızla sayıları artan özel ve toplu taşıma araçlarına yol olacak çok büyük projelere imza atılıyor. İnşaat sürecinde bu kadim şehirde ister istemez önemli tarihi eserlere rastlanıyor. Marmaray inşaatı Yenikapı’da arkeolojik bir kazıya dönüşmüş, Bizans dönemini aydınlatan önemli bir bulgu hazinesi ortaya çıkarılmıştı. Sadece arkeolojik kazı olsaydı belki de bu kadar çabuk sonuçlanmayacaktı. Fakat biraz da projenin tamamlanma zorunluluğuyla gereken harcama yapıldı, uzmanların çalışması sağlandı ve arkeoloji müzemiz çok önemli bulgulara ev sahipliği yapmaya başladı. Marmaray’ın ömrünü bilemiyoruz. Ama bu proje sayesinde binyıllara hitap eden eserler insanlığa kazandırılmış oldu.

Şimdi üçüncü köprüden de benzer bir “himmet” bekliyoruz. Kıtalar üçüncü –Marmaray’ı düşünürsek dördüncü- kez birleştirilirken, çevre yollarıyla birlikte bölgenin yapısı kapsamlı olarak değiştirilirken, boğazın her iki yakasını süsleyen tarihi yapılar dikkate alınmalıdır. Küçük bir kalenin restorasyonu ve ihyası, bu büyük projenin yanında belki devede tırnak hükmündedir. Gelecekte Yavuz Sultan Selim köprüsünden arabasıyla Avrupa yakasına geçen insanlar, direksiyonu sağa kırınca karşılarında Rumeli Feneri ve kalesini göreceklerdir. Bölgenin öneminin artmasıyla birlikte belki de kendiliğinden bu tarihi eserlere el atılacaktır. O günün daha fazla gecikmesine gönlümüz razı olmadığı için bu yazıyı kaleme almış bulunuyoruz.