Gazze'de kazananlar ve kaybedenler

'Kasap et, koyun can derdinde' denildiği gibi aslında Gazze insanlığın sukut ettiği bir yer. Bu itibarla, meselenin kayıp-kazanç şeklinde değerlendirilmesi haddi zatında hicap duyulacak bir husustur. Lakin insanlığın ötesinde meseleyi stranç meselesi veya stratejik bir mesele olarak görenler kar-zarar hesabı yapmaktan geri durmuyor ve kendilerini alamıyorlar. Biz bu hesabın dışında da olsak bir nevi bunlara ayna tutmakla mükellefiz. Kar-zarar edenlerle ilgili bütün kategorilerde Türkiye kar edenler ve kazananlar hanesinde ve safında gösteriliyor. Sözgelimi,  Arap basınında konuya ilişkin yazanların tamamının favorisi Türkiye'dir. Somutlaştırmak gerekirse; Tunuslu yazarlardan Salahaddin Çürşi, Gazze'de kaybedenler ve kazananlar tasnifinde kazananlar listesine Türkiye, Hamas ve Kaide'yi koyuyor. Buna mukabil, kaybedenler listesinde ise Mısır, Fetih ve Barack Obama bulunuyor. Zira Barack Obama hiç istemediği halde iktidarının arefesinde kucağında bir Gazze buhranını buldu. El Hayat gazetesinde düşünce sayfasında yazan Halil el Atati  "Hakaik siyasiyye gayyeretha el harb ala Gazze / 14/1/2009) savaşın kazananlarını, Türkiye, İran ve İsrail olarak görüyor. Türkiye ile alakalı tespiti de çok ilginç: "Gazze bunalımı üzerinden Türkiye, Ortadoğu'da ayağını basacağı sağlam bir yere edindi. "  Dolayısıyla kazananlar listesinde bütün kategorilerde Türkiye yer alıyor. Sabit isim Türkiye, diğerleri ise değişken. 1 Mart tezkeresinden itibaren Türkiye'nin Ortadoğu'daki grafiği giderek yükseliyor ve yıldızlaşıyor. El Mısriyyun gazetesinden Hilmi Kaud adlı bir yazar, Başbakan Recep Tayip Erdoğan için ' Gazze'de bir Osmanlı sultanı' başlığını atabiliyor. Bunun dışında Türkiye yaklaşık 10 yıldan beri komşularıyla güvene dayalı ilişkiler kurmaya ve geliştirmeye gayret ediyor. Elbette bunun meyveleri alınıyor. Bunun sonucunca seçimler öncesinde Obama eksenli olarak nasıl bir Obamania ya da obama tutkusu oluşmuşsa bu defa da özellikle Gazze üzerinden türkmania veya Tayyipmania oluşmuş durumda.
*
  Bunun nedeni komşu ülkelerin ve bilhassa Arapların Osmanlı sonrasında Türkiye ilişkilerinde baş gösteren yabancılaşma emarelerini üzerlerinden atmaları ve Türkiye'ye güvenmeleri ve bunun sonucunda Türkiye'yi sevmeleri veya en azından kendilerinden görmeleridir. Bir yazar Türkiye fobisinin maniye, tutkuya dönüşmesini şöyle izah ediyor: Recep Tayip Erdoğan ne Yavuz ne de Cemal Paşa'dır. Türkiye de yaklaşımlarıyla itimat telkin etmiş ve bu duygu da test edile edile kökleşmiş ve metanet kazanmıştır. Türkiye'de Savaş Süzal gibi kimileri Gazze saldırısıyla alakalı hükümetin Libya gibi bile olamadığını ve Güvenlik Konseyi'ne tasarı getiremediğini savunurken yine onun gibi düşünen başka kimileri de Türkiye'nin Güvenlik Konseyi'nde 'Hamas sözcülüğü' yapmasının mahzurlarını sayıp dökmeye başlamıştır.  Bu zevat hükümetin olaylarda Hamas'dan ziyade Hamascı veya Araplardan ziyade Arapçı bir tavır takındığını ve sergilediğini savunmaktadır. Eğer böyle bir şey varsa Chavez de Morales de Araplardan ziyade Arapçı olmuşlardır. Bununla birlikte, ortada Arapçı olmaktan ziyade doldurulması gereken acil bir diplomatik ve siyasi boşluk var ve Türkiye bunu doldurmaya gayret etmektedir. Savaş Süzal gibiler hükümeti topa tutarken Arap gazeteci ve yazarlar Erdoğan ve ekibinin kendilerine ve hislerine tercüman olduğunu düşünüyorlar. Sözgelimi, Arapların tıpış tıpış bir biçimde ateşkes getirmeyen 1860 sayılı karara tav olduklarını yazarken aksine Ali Babacan'ın karara metelik vermediğini ve yetersiz bulduğunu hatırlatmışlardır. Bu durumda Arap basınının Türk basınından daha insaflı davrandığını söyleyebiliriz. BM'deki tabloyu Dr. Hilmi Kaud köşesinde şöyle tasvir ediyor :" Babacan'ın tavrı Araplardan daha Arapçı ve Müslümanlardan da daha Müslümancaydı…." Lisan-ı haliyle Arap liderlere,' Türkiye'den ibret alın' diyor. Türkiye sadece Arap liderlere model gösterilmekle kalmadı aynı zamanda İsrail'le ilgili eleştirileri de Şimon Peres'e soruldu. Gerçekten de Türkiye, Olmert'in 'aynı karadeyiz' fotoğrafı için geldiği ziyaretten sonra meseleyi kavradı ve beyninden vurulmuşa döndü.  Bunun üzerine kırılan ilişkileri tamir etmek için Ankara'ya gelmek isteyen Tzipi Livni Babacan'dan hayır cevabı almıştır. "Aynı karede gözükmek istiyorsan gelme; somut teklifiniz varsa buyurun " demiştir. Böylelikle Türkiye Arapların gönlünde taht kurmuştur. Yardım teşkilatlarının seferberliği ve mobilizasyonu ve halkın Türkiye'yi miting alanına çevirmesi ve siyasilerin de Gazze meselesine duyarsız kalmamasıyla Arapların nazarında Türkiye model ülke haline gelmiştir.
*
  Mısırlı yazar Hilmi Kaud, Türkiye'nin her seviyedeki yaklaşımlarıyla yüzünü ak ettiğini ifade etmekte. 'Gazze'deki Osmanlı sultanı' başlıklı yazısında Başbakan Erdoğan'ın Osmanlı geçmişine atıfta bulunduğunu ve bununla kalmadığını; ceddinin de Yahudilere kol kanat gerdiğini de hatırlattığını ifade etmektedir. Ona göre Türkiye, alelade bir ülke olmadığı gerçeğini İsrailli siyasetçilerin yüzüne kamçı gibi şaklatarak bir kez daha ispat etmiştir. Kaud, ilk defa Erdoğan'ın sözlerinin İsrail'in nefs-i müdafaa söylemini bozduğunu ve İsrail'i suçlu konumuna soktuğunu ve bunu ale'l mele ilan ettiğini hatırlatmıştır. Gerçi Suriye'den Katar'a kadar bir çok ülke lideri de İsrail'in savaş suçu işlediğini söylemişlerse de Erdoğan kadar vurgulu ve etkili söyleyen olmamıştır. Bu beklenmedik destek karşısında Arap dünyası ve Gazze moral bulmuştur.

Bir önceki yazı da 28 Şubat öncesinde İsrail'i ziyaret eden paşa'nın adı yanlışlıkla Çevik Bir olarak verilmiştir, doğrusu  İsmail Hakkı Karadayı olacaktı, düzeltir, özür dileriz.