Gazze Şeridi’nin en güneyinde yer alan Refah şehrinde 1 Ağustos 2014 “Kara Cuma” olarak biliniyor. O gün İsrail ordusu Refah’ı, F-16 füzelerinden, Apache roketlerine, denizden yapılan bombardımanlardan, drone saldırılarına kadar neredeyse kullanabileceği tüm imha araçlarıyla bombaladı.
Buldozerler evleri rastgele sökerken tanklarsa çevrede görülen ne varsa yakıp yıktılar. Birkaç saat içinde şehre en az 500 topçu mermisi ve yüzlerce füze atıldı. Bombalanan yerler neredeyse tamamen sivil bölgelerdi. Bombardıman bittiğindeyse, 190 kişi öldürülmüş, yeterli donanıma sahip olmayan yerel hastaneler cesetleri ve parçalanmış organları dondurma soğutucularında saklamak zorunda kalmışlardır.
İsrail ordusunun saldırılarının altında yatan sebeplerden bir tanesi de sivil halka zarar vermek olsa da bu operasyonun hedefi doğrudan Refah’ın sivil halkına yönelik değildi. Görünen o ki, onun yerine aslında kendi askerlerini öldürmeyi amaçlıyordu. Daha açık bir ifadeyle, İsrail güçleri kendi askeri olan teğmen Hadar Goldin’in olduğu bölgenin tamamına gelişigüzel bir saldırı düzenleyerek “Hannibal Emri”ni uygulamıştır. Hadar Goldin, iddialara göre, el Kassam Tugayları olarak bilinen Hamas’ın askeri kanadı tarafından esir alınmıştı.
Bu olay, “Hannibal Emri”nin uygulanmasına ön ayak olan İsrail ile Hamas arasında 51 gün süren savaş sırasında gerçekleşen muhtemel 3 örnekten yalnızca biri. Amaç esir alınmış askerleri güvenli bir bölgeye götürülmeden önce öldürerek siyasi tutsak haline gelmelerini engellemektir. Bir diğer onaylanmış örnek ise, bir doğu kenti olan Şucaiyye’de gerçekleşti. Her iki örnekte de, İsrail ordusu Gazze’deki sivil halka karşı yoğun ateş açtı, yüzlerce insanı katletti ve bölgeyi tamamen harap etti. Ve yine her iki örnekte de İsrail, hiçbir askerinin canlı kalmamasını kesinleştirmiş oldu.
“Hannibal Emri” 1986’da İsrail’in, Filistin’in elindeki 3 İsrail askerine karşılık 1150 Filistinli mahkumu serbest bıraktığı Cibril Anlaşmasını takiben oluşturuldu. Siyasi tepkiler arasında, İsrail ordusu gelecekteki kaçırma olaylarını engellemek için gizli bir yöntem tasarladı. Planlanan bu işlem için bir bilgisayar tarafından rastgele bir şekilde, tüyler ürpertici bir isim seçildi: “Hannibal.” Bu yöntemi tasarlayanlar arasında, İsrail ordusu için bir “ahlakbilimci” olarak hizmet veren, Tel Aviv Üniversitesi Felsefe Profesörü Asa Kasher ve Benjamin Netanyahu’ya bağlı Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Tüm General Yaakov Amidror vardı.
Kasher de Amidror da, bu yöntemin uygulamalarından birinin, İsrail askerlerini öldürmek olduğunu inkâr etmekteydi. Yine de, Amidror İsrailli muhabir Mitch Ginsburg’a verdiği röportajda, “Bu rehin askerlerin geri dönebilmesi için yapılan askeri bir operasyondur. Askerlerin hayatı risk altındadır.” diyerek, bazı şeyleri kabullendi.
İsrail ordusu “Hannibal Emri”ni Refah’ta gerçekleştirdiğinde, hedef sadece Goldin’in kaçırıldığı iddia edilen bölge değildi. 350.000 gibi yoğun bir nüfusa sahip geniş bir bölgedeki sivil halka karşı yoğun ateş açmak için hedef alındı. Saldırıdan sonra, askeri gelişmeler İsrail’de sadece birkaç kişi tarafından eleştirilirken, Beyaz Saray, haksız yere, Hamas’ı ateşkesi bozmakla, İsrail’in yanlış bilgilendirmelerini meşrulaştırmakla ve şiddeti aklamakla suçladı.
Gazze’yi kutsal değerlere hakaret suçundan dolayı cezalandırmak için kendini “kutsal savaş”a adamış olan Givati Tugayı komutanı dini milliyetçi Albay Ofer Winter, komutasındaki güçlerin “Hannibal Emri”ni uygulamasındaki yegane amacın Goldin’in yakalanmasına yönelik olduğunu iddia etti. “Bütün bu gücü kullanmamızın nedeni budur.” dedi Winter.“Bu kaçırmaları yapanlar bunun bedelini ödeyeceklerini bilmeliler. Bu bir intikam değil. Basitçe söylemek gerekirse, yanlış birliğe bulaştılar.”
Winter’ın iddiasının aksine, Refah’a yönelik saldırılar Goldin’in birliğine saldıran savaşçıların ötesine geçti. Refah’ın büyük bölümü sonradan mahvedildi ve insanları öldürüldü. “Hannibal Emri” en önemlisi İsrail’in Gazze’ye yönelik 51 gün süren ciddi katliamı olan birçok şiddetli savaş suçuna neden oldu.
17 Ağustos’ta, Refah’ın en doğu bölgesinde, Goldin’in kaçırıldığı iddia edilen ve İsrail’in saldırılarının başladığı yeri ziyaret ettim.
Suç Mahalli
Doğu Refah’ın kurak alanlarının dibindeki harabe haline gelmiş evlerle dolu tozlu yollarında, Gazze’deki yerle bir edilmiş Uluslararası Yaser Arafat Havaalanı’nın olduğu bölgede, “Kara Cuma”ların en kötüsüyle karşılaşmış birkaç aile ile tanıştım.
“5 yıldır evliyim ve Allah’a Şükür çocuğumuz yok.” dedi 33 yaşındaki Nidal Ebu Said. “Bu yaşadıklarımıza tanık olmalarını istemem. Biz burada gerçek hayat içinde bir korku filmi yaşıyoruz.”
Ebu Said ile en az bir düzine akrabası ve komşusu bu vahşetin öğleden önce saat 7.30’ta, kendi yaşadıkları bölgenin hemen doğusunda olan, havaalanı yıkıntılarının yanındaki Abu Rous’dan gelen yüksek bir patlama sesi ile başladığını söylediler. İsrail ve Hamas arasında üç gün sürecek bir ateşkesin saat 8.00’da başlaması planlanmıştı. Kassam Tugayları İsrail topraklarına yapılan roket saldırılarının bir süre için durdurulduğunu duyururken, önderlikleri İsrail’in Gazze içindeki askeri manevralarına müsamaha etmeyi reddettiklerini ilan etti.
7.00’dan hemen önce, Goldin ve Givati Tugayları’ndan bir grup İsrail askeri zırhlı araçlar eşliğinde işgal etmek suretiyle Refah’a saldırmaya teşebbüs etmişti. Bu çok açık bir şekilde, ateşkesten yalnızca birkaç dakika önce girişilmiş bir provokasyondu. Bir grup Kassam savaşçısı, İsrail askerlerine saldırmak amacıyla bir tünelin içinden ortaya çıktılar. Bu süreçte iki kişi ölürken, Goldin de ağır yaralandı. Bölge halkı tarafından ayrıntılarıyla anlatılan olaylar Kassam Tugayı tarafından yapılan resmi bir bildiri ve Kassam savaşçılarının Al Jazeera Arapça muhabiri Tamer Mishal’a verdiği röportaj ile Hamas tarafından da teyit edildi.
Goldin’in kişisel geçmişi olayların ehemmiyetini arttırıyor: Kendisi Savunma Bakanı Moshe Ya’alon’un uzaktan kuzeni. Ordu komutanı bir sonraki adımda ne yapacağına karar verene kadar aile bağları askeri güçler tarafından İsrail halkından saklandı. Hamas Goldin’i esir alınmasını üstlenmeden önce, İsrail askeri güçleri Goldin’in kaçırıldığını ilan etti. Dakikalar içinde, savaş muhabiri Attila Somfalvi İsrail ordu iletişim sistemi içinden “Hannibal! Hannibal!” diye bağırmaya başladı.
Refah’ın dört bir tarafında yaşayan insanlar ateşkes beklentisiyle evlerine geri döndüğü için “Hannibal Emri” uygulamaya koyulduğunda bu insanlar çok kolay bir hedef haline gelmişti. “Her türden silah vardı ve hepsi doğrudan bizi hedef alıyordu.” dedi Ebu Said, bulunduğumuz yerden sadece birkaç adım ötedeki çeşitli bombalardan dolayı oluşan şarapnel yığınını göstererek.
Abu Said kuzeninin bir füze saldırısının yapıldığına ve çevre halkının bölgeyi boşaltmak için yaşadığı izdihama tanık olduğunu söyledi. “Burada inanılmaz sayıda şehit verdik.” dedi. İsrail güçlerinin, herhangi birisinin kaçırılmasını engellemek için, bombardımanı kasıtlı olarak kavşaklarda yoğunlaştırdığını iddia etti. “Bizi bile bile tuzağa düşürdüler.”
Kadan ailesi ateşkes beklentisiyle evde kalan ailelerden biriydi ve “Hannibal Emri” uygulaması nedeniyle neredeyse öleceklerdi. 56 yaşındaki Kamal Kadan benimle konuşurken ailesinin tanık olduğu o korkunç günleri yeniden hatırladı. Bu sırada torunlarından ikisi odanın köşesinde, yaşadıkları evin çevresini yerle bir eden İsrail havanlarının ve drone füzelerinin kalıntılarıyla oynuyorlardı.
Kadan kendisi ve ailesinden 30 kişinin, yoğunlaşan bombardımanın içinde kaldıklarını ve pencereden çevrelerinde yaşayan insanların nasıl kaçıştıklarını izlediklerini anlattı. Sonraki üç saatte bombardımanın dayanılmaz boyutlara ulaştığını, evin duvarlarını sallandırdığını hatırlıyorlar. “Üzerimizde her türlü silahı kullandılar. Çoluk çocuk demeden bizi bombaladılar”. “Sonunda dışarı çıkmaya karar verdik ve sağ salim hastaneye ulaşabilmek için Allah’a dua ettik.”
Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin bölgeye girmesi İsrail ordusu tarafından yasaklanmış, Kadanlar kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalmıştı. Kamal Kadan, ailesine doğruca Refah’ın merkezindeki Al-Najjar Hastanesi’ne doğru ilerlemelerini söyledi. Fakat ana yoldaki bombardıman çok artınca gidişatlarını değiştirmek zorunda kaldılar.
“Uzun binaların tamamen yıkıldığını gördük.” dedi Kadan. “İnsanlar bombalanıyor, bedenleri gözlerimizin önünde paramparça oluyordu. Allah’a bin şükür biz hayatta kalabildik. Bilinçsizce koşuyor, sadece hayatta kalmaya çalışıyorduk. Delirmiş gibi koşuyorduk, hiçbir şey düşünemiyorduk.”
Mucizevî bir şekilde, Kadan ailesi, tek bir kişi bile kaybetmeden Al-Najjar Hastanesi’ne ulaşabildi. Ama hala güvende değillerdi. “Tam hastaneye girip, derin bir nefes alabildiğimiz an” diye anlattı Kamal Qadan. “İsrail hastaneyi aradı ve orayı da bombalayacaklarını söyledi.”
“Hastanedeki koşullar dehşet vericiydi.” dedi. “Tamamen yaralı hastalar ve şehitlerle doluydu. İsrail hastaneyi bombalamak için diretince biz de o cansız bedenleri orada bırakarak hastaneyi boşalttık. Yaşadıklarımız o kadar ki korkunçtu ki kelimelerle ifade etmem mümkün değil. Herkes delirmiş gibiydi. Biraz bekledikten sonra hastane yetkilileri İsrail’i oyalayarak bize hastaneyi boşaltmak ve için zaman kazandırmaya çalıştı. Yaralı halimizle kurtulmaya çalışıyorduk. Bir yandan da ambulanslar hastaneye onlarca yaralı insanı yetiştirmeye çalışıyordu. Hastaneye yetişmeye çalışan ambulanslara bile saldırıldı.”
Patlayan bombaların sesleri gittikçe daha yakından gelmeye başladığında Kadan ve ailesi, Kadan’ın erkek kardeşinin Refah’ın batısındaki evine kaçtılar ve üç gün boyunca orada kaldılar. Kadan bir UNRWA okuluna sığınmadıklarını çünkü İsrail’in oraları da bombalamaya başladığını söyledi. Gazze Şeridi boyunca sığınacak hiçbir yer kalmamıştı; ne Birleşmiş Devletlerin sağladığı bir okul ne de hastane…
UNRWA’ya göre 2 Ağustos’a gelindiğinde, Kızılay’a veya Sağlık Bakanlığı’na bağlı 14 özel sağlık kliniği ve 29 ambulans ile beraber Gazze’deki tüm hastanelerin üçte biri İsrail askerleri tarafından bombalanmıştı.
Yerlerde yapılan ameliyatlar, dondurma soğutucularındaki bedenler
Al-Najjar Hastanesi’ndeki tahliyeler nedeniyle yaralı insanlara küçük bir özel Kadın Doğum ve Jinekoloji Kliniği ve Refah’ın merkezindeki bir diş kliniğinin dışında gidecek başka bir yer kalmamıştı. Sadece 20 yataklı Kuwaiti Hastanesi’nin donanımı, Kara Cuma’da akın etmiş bir yığın ölü ve yaralı insana zar zor yetiyordu.
Bu kargaşada neredeyse imkânsız gibi görünen düzeni sağlama görevi, hastanenin 67 yaşındaki müdürü Samir Homs’a düştü. Kendisi şiddete yabancı değildi. Daha 6 aylıkken İsrail ordusunun babasını öldürüşünü, sonra da ilk oğlunu İkinci İntifada sırasında kaybetti. Ama Kara Cuma daha önce yaşadığı hiçbir şeye benzemiyordu.
“20 saatten fazla süredir hastaları tedavi ediyorduk. 15 saatlik süreç boyunca yürümüyor, adeta koşuyordum.” dedi İngilizce konuşarak. Birleşik Devletler’de bir müddet kaldığı için İngilizcesi fena değildi. “Her katta yaralı hastalar doluydu. Dişçi koltuklarında yaralıları tedavi ediyorduk, yerlerde ameliyat yapıyorduk, insanları kurtarabilmek için yapabileceğimiz ne varsa yapıyorduk.”
Normal zamanlarda, Kuwaiti Hastanesi günde iki veya üç vakaya hizmet eder. Onlar da genellikle yaşlı kadınlar olur. “Meslektaşlarımız normalde yüzde yetmişi yanmış bedenler veya kesilmiş kafalar görmezler.” diye açıkladı Homs. Hastane hemşirelerinden Karam Dhair ölülerin arasına vardığında, yanındaki kadın çalışma arkadaşı yere düşüp bayılmış.
Homs tüm gün boyunca biriken ölüler için, yerel marketlerden bir dondurma soğutucusu ve sebzelik buzdolabı almaya için uğraştı. Refahlı gazeteci Muhammed Ömer’in de bahsettiği gibi cesetler normalde yiyecekleri saklamak için kullanılan soğutucuların içinde tutuluyordu. “çocuk cesetleri, genç erkekler ve kadınlar birbirlerinin üzerine kana bulanmış bir halde yığılmışlardı. Bir çoğunun kimliğini tespit etmek imkansızdı ve yalnızca birkaç tanesinin kefeni vardı.”
Gazze Şifa Hastanesi’nde görüştüğüm doktorlar gibi, Homs da tedavi ettiği birçok hastanın olağandışı yaraları olduğunu tarif ediyordu. Bu garip yaralar, deriye veya iskelete zarar vermemiş fakat hastanın iç organlarında yayılmış ve iç organları yakmış 1 milimetrelik yaralardı ve genellikle hastaların iki üç gün içinde ölmelerine sebep oluyorlardı. Homs’un tarif ettiği yaralar, İsrail askeri güçlerinin Gazze’deki sivil halka karşı uyguladığı deneysel bir cephane olan DIME’nin (pudra bombası) kullanıldığının göstergesiydi.
Homs’la Kuwaiti’deki ofisinde konuştuğumda, 5 günlük ateşkesin süresi dolmak üzereydi. İsrail’in Gazze’deki sivil halka yönelik en son ve en sert saldırıdan hemen önceydi. Adeta istilaya uğramış hastanesindeki tüm malzemeler tükenmişti.
“Bizi adeta avlıyorlar ve kim olduğunun önemi olmaksızın herkes birer hedef.” diye feryat etti Homs. “Biz barışı seviyoruz ve haysiyet istiyoruz ama İsrail bizim bunları yaşamamıza izin vermiyor.”
Açılış Salvosu
Kara Cuma, İsrail’in Refah’a karşı devam eden saldırılarının içinde yalnızca bir açılış salvosuydu. 1 Ağustos’ta bütün şehir tamamen yok edilmiş, 21 Ağustos’ta İsrail askeri havadan bombardıman açmış, 3 tane kıdemli Hamas komutanına suikast düzenlediği için bir düzineden fazla sivili katletmiştir. Bu komutanlar Rael Al-Attar, Mohammed Abu-Shamalah ve Mohammed Barhoum’dur. Takip eden günlerde, en az 10.000 kişi katledilen kişilerin yasını tutmak için sokaklara döküldü. İnsanlar Hamas’ın askeri örgütlenmesinin en çok saygı duyulan 3 lideri için uluorta ağlıyorlardı.
Üç gün sonra, İsrail F-16’ları bir hava saldırısı düzenleyerek şehrin merkezindeki yedi katlı bir alışveriş merkezini yerle bir etti. Apartmanları ve iş merkezlerini de yıkarak Gazze’deki evsiz sayısını 100.000’in üzerine çıkardı.
Dr. Homs ile 21 Ağustos’ta yaptığım telefon konuşmasında, hastanesindeki vaziyeti sordum. Yaralı hastalara yetişmek için acele ederken söylediği tek şey “Daha iyi olabilirdik.” oldu.
Max Blumenthal AlterNet’in kıdemli yazarlarındandır. Ayrıca Goliath ve Republican Gomorrah’ın yazarıdır.
Dünya Bülteni için Çeviren: Cansu Gürkan