İsrail, ABD'nin verdiği kayıtsız şartsız destek sanki davranışlarının neticelerine karşı yeterince koruma sağlarmış gibi hareket etti yıllardır - ki geçen haftanın onlar için ender rastlanır şekilde travmatik olmasının nedeni de budur.
Hiçbir intihar bombacısı kendini havaya uçurmadı, roket yahut havan topu mermisi de düşmedi; ne var ki Türk aşağılaması ve BM İnsan Hakları Konseyinde yapılan oylamayla çifte nazara gelen İsrailliler, hedefsiz bir topçu ateşinin yapabileceğinden çok daha fazla silkelendiler. Bu iki olay, geçen kış 1.400 Filistinlinin öldüğü ve Gazze'nin enkaza döndüğü saldırı yüzünden İsrail'i gittikçe artan bir siyasi bedelle başbaşa bırakan derin değişimlere işaret etmektedir.
Bölgenin ılımlıları arasında, Türkiye'nin demokratik seçimle iş başı yapmış hükümetinin sessizliği bozmasına ve Filistinliler için ayağa kalkıp göğüs germesine yol açan, Gazze'nin vahşice vurulmasıydı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan o vakit, pek çok Batılı liderin taşkın ve yakışıksız bulduğu bir dille, İsrail'i savaş suçları işlemekle itham etmişti.
İlginçtir, Erdoğan'ın "taşkın" dili, İsrail'in dostu olarak bilinen Güney Afrikalı Yahudi hâkim Richard Goldstone'nun başında bulunduğu BM İnsan Hakları Konseyi soruşturmasının bulgularıyla onaylandı. İsrail uluslararası bir kurumda savaş suçlarıyla itham edilmesin diye Amerika ve Fransa'nın sarfettiği gayretlere rağmen Konsey bu raporu onayladı.
İsrailliler BM'in kendilerine eziyet etmeye adandığına her zaman inanmışlardır ama Türkiye'yi kıymetli bir siyasi ve askeri müttefik olarak hesaba katmışlardır. Sayın Erdoğan Gazze'nin bombalanmasını eleştirdiğinde ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in parmak sallayarak nutuk çekmesine karşılık olarak Davos'taki Dünya Ekonomi Forumu sahnesinden kalkıp gittiğinde, bunu popülist bir duruş deyip akıldan çıkardılar.
Ancak geçen hafta Ankara, Türk topraklarında yapılacak NATO tatbikatına İsrail hava kuvvetlerini davet etmeyince – ki bu yüzden iptal olmuştur- İsrail'e karşı Türk kızgınlığının derinliği ortaya çıkmış oldu. Bu yalnızca diplomatik bir münakaşa değildir; Türk-İsrail askeri ittifakı artık hayati tehlikede. Güçlü kaynakları olan kıdemli yazar Nahum Barnea'ya göre İsrail hükümeti "Erdoğan hükümetini zaptetsin diye ABD yönetiminin müdahale etmesini umuyor" Şansınız açık olsun.
Sayın Erdoğan, İsrail'i tatbikattan çıkarma nedeninin Gazze olduğu hususunda hiçbir şüpheye yer bırakmadı ve bu kararın "halkın vicdanını dinleyerek alınmış bir karar olduğu....zira halkın İsrail katılımını istemediği" üzerinde durdu. Gazze Saldırısı ve Doğu Kudüs'teki son kışkırtmalar, Türk halkında muazzam bir kızgınlığa yol açtı ve Erdoğan hükümeti zorunlu olarak halk hissiyatına karşı ABD ve İsrail'in bazı geleneksel ortaklarından daha hassas davrandı.
İsrail'in Filistinlilere muamelesine meydan okuma hususunda Türklerin Washington tarafından "zaptedilebileceği" fikri gitgide hayalperestlik gibi görünüyor. Batı'nın ricacısı olmaktan uzak Erdoğan Türkiyesi gittikçe kendine güvenen bölgesel bir güç oluyor, bağımsız bir dış politika izliyor ve Arap otokrasileri ve İran'la keskin bir farklılık arzedecek şekilde İslami yönetimin ılımlı, demokratik, kalkınma yönelimli bir modelini takip ediyor.
Türkiye, Orta Asya'dan Kafkaslara, Balkanlardan Ortadoğu'ya kadar Amerikan çıkarları için can alıcı önemde olmayı sürdürüyor ama ne ki İsrail liderlerinin görmeyi arzu ettiği Washington'a itaat sergileme işine bir son verdi (Amerika'nın, Irak işgalini desteklemek üzere Türkiye'den üs talebinin geri çevrilmesi bir uyarı hizmeti olarak iş görmüş olmalıdır). Bugün, Türkiye liderlerinin, bölgedeki pek çokları gibi, Amerika'nın İsrail-Arap çatışmasını çözme iradesi gösterebileceğine olan güvenleri azalıyor; hal böyle olunca, Amerika'nın barış çabalarına daha fazla zaman tanımak için talep ettiği diplomatik kısıtlamaya karşı sabır da azalıyor.
Goldstone raporunun BM İnsan Hakları Konseyi'nde onaylanması, aynı eğilimin bir semptomudur. Vâki oldu çünkü seçmen baskısı altındaki Filistin Otoritesi, raporun müzakere edilmesini engellemek üzere, erkenden alınacak bir kararı tersine çevirmeye zorlandı. Karar "eski kurallara" göre alındı – ABD, İsrailliler bozgun yaşamasın, müzakerelere karşı zaten sınırlı olan hevesleri kaçmasın diye meseleyi BM gündeminden uzak tutmak için Filistin devlet başkanı Mahmud Abbas'a yaslandı.
Fakat Filistin caddeleri ve hatta sayın Abbas'ın kendi partisi Fetih, eski kurallara göre oynamaktan hoşnut değil. El Fetih'e ait sızdırılmış bir belgede, hareket liderlerinin İsrail işgaline son verme konusunda Barack Obama'ya olan inançlarını kaybettikleri ve bir gün gelir de İsrail'in taviz vermesini sağlar ümidiyle İsrail eylemlerine meydan okumamak için kendilerini tutmaya artık daha fazla gönüllü olmadıkları kaydediliyor.
Şimdiye kadar Amerika'nın Ortadoğu barış stratejisindeki vahim hatalardan biri, statükonun esasen sürdürülebilir olduğu varsayımdır, dolayısıyla da, tatminkâr olmaktan ne kadar uzak olursa olsun, artan ilerleme yine de ilerleme oluyor: Netanyahu yerleşim inşasını dondurmayı kabul mu etmedi? Peki, o halde hepimizin üzerinde anlaşabileceği başka şeyler bulalım, tamam mı? Ama sakın Netanyahu'nun canını sıkmayın yoksa kabuğuna çekilir...
Geçen hafta Türkiye ve İnsan Hakları Konseyi'nin sergilediği tavır, bölge liderlerinin pek çoğunun "Amerika Ortadoğu'yu yeniden düzene kavuştursun" diye beklemediklerini, bunun yerine, bu işi kendi başlarına yapmaya kalktıklarının işaretidir ve pek çok bakımdan İsrail'i veya ABD'yi memnun etmeyecektir.
Ve İsrail'in Doğu Kudüs'ü daha sıkıca kavramaya doğru seyredişi – ki buradaki kutsal alanlar İslam dünyası boyunca kamu kanaatini sembolik ateşleme gücüne sahiptir, Ortadoğu'daki bir zamanların uyuşuk otoritelerinin Amerikan komutunu daha görünür şekilde ihlal etme husûsunda henüz işin başında olduklarını telkin ediyor.
Yazının orjinal başlığı: Gazze bir dosta daha mâl oldu: Geriye pek fazla dost da kalmadı
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın