Gazze: AB tarafgirliği ve Sarkozy eylemciliği

İki haftadan bu yana barbarlık Gazze'ye hâkim oldu. İsrail devleti planlı, organize ve metotlu bir şekilde Gazze halkını ve onun toplumsal hayatını yerle bir etmeyi deniyor. Bölgedeki durumun insanlık açısından korkunç yüzünün haricinde uluslararası kamuoyu denenin tepkisinin eksikliğinden dolayı da hayrete düşmemek mümkün değil.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yorumcu rolü oynamakla yetiniyor çünkü ABD Tel-Aviv hükümetinin siyasetini eleştiren her türlü kararı engellemektedir. Avrupa Birliği'nin taze başkanı Çek Vaclav Klaus ise meşru müdafaa durumunda olan İsrail Devleti'nin tepkisini anlamamız gerektiğini söyleyebilecek kadar ileri gitti! Tabii ki birçok Avrupalı yönetici Vaclav Klaus aldığı tavrı fazlaca tek taraflı bularak kendisine sert eleştiriler yöneltmekten geri durmadıysa da, AB'nin krizden çıkış için öneriler oluşturmakta yetersiz kaldığını da kabul etmek lazım.

27 AB üyesi ülkenin dışişleri bakanı, 8 Aralık 2008'de oybirliği ile İsrail ile ilişkileri "yükseltme" kararına vardı. Böylece İsrail, Brüksel'in çalışmalarına ve siyasetine daha fazla yaklaşmış oldu. Bu kararın Avrupa Parlamentosu'nun, çok kısa bir süre önce, 3 Aralık 2008'de, İsrail Devleti ile ilişkilerin derinleştirilmesini, Batı Şeria ve Gazze'de durumun iyileşmesi ve hala "barış süreci" olarak nitelenebilecek süreçte gerçek gelişmelerin sağlanması şartına bağlayan kararına taban tabana zıt olduğunu da yeri gelmişken belirtelim.

Kendi açımızdan İsrail'in sürekli yinelediği uluslararası hukuk ve insan hakları ihlalleriyle, AB'nin kurucu değerleri ve idealleriyle uyumsuz olduğuna inanıyoruz. Zaten Kasım 2007'de gerçekleşen Annapolis konferansından beri ve tüm angajmanlarının tersine, İsrail hükümeti, sistemli bir şekilde genişlemeyi yeni yerleşimlerin kurulması faaliyetlerini hızla arttırdı, BM Adalet Divanı'nın yasadışı ilan ettiği "Ayrımcılık duvarı"nın ve Filistinlilerin kullanmasının yasak olduğu, [Filistinlilerin yerleşik olduğu bölgelerdeki Yahudi] yerleşimleri birbirine bağlayan yolların inşasını sürdürdü! Bu son derece ağır ihlallerle karşın Avrupa Konseyi, 2009 Nisan ayından başlayarak, AB komşuluk siyasetinde, 1995'de hazırlanan 2000'de yürürlüğe konan ortak statüsünden aslında "metne göre, başta demokrasi, insan haklarına saygı, temel hak ve özgürlüklerin uygulanması, iyi yönetişim ve uluslararası insancıl hukukun uygulanmasına dayanan her iki tarafın ortak olarak sahiplendiği değerlere dayanması gereken" ayrıcalıklı ortaklık statüsüne yükseldi. Avrupa'nın Aralık ayı içinde aldığı kararın İsrail'e, Gazze'yi bombalaması ve sonrasında da işgale etmesi cesaretini verdiğini anlamayacak hiç kimse yoktur. Bu anlamda AB ister istemez Gazze'deki durumdan sorumludur.

AB'nin İsrail-Filistin çatışmasında ve adil ve kalıcı barış arayışında çifte standardı var. Doğal olarak bugünkü tablonun tek sorumlusu AB değildir. Sözde uluslararası kamuoyu, Birleşmiş Milletler ve özellikle de ABD Birleşmiş Milletler kararlarını yürürlüğe geçirmesi için İsrail'i zorlamayı hiçbir zaman istemedi. AB, Batı Şeria'da bazı somut projeler gerçekleştirerek ve bir kısım Filistinlinin hayatını sürdürebilmesine olanak sağlayan finansal yardım sağlayarak ama buna paralel olarak siyasi çözüm önerisinde bulunmaksızın ve bundan daha da kötüsü, aslında uluslararası hukuka göre işgalcinin işgal ettiği topraklarda yaşayan halka karşı olan ekonomik sorumluluklarını onun yerine üstlenerek, fiili durumda İsrail'in yerini almaktadır. Bu durumu daha da ağırlaştıran husus ise AB'nin dogmatik ve ısrarcı bir şekilde yürüttüğü Hamas ile ilişki kurmama siyasetidir. Hamas 2006 Ocak ayında yapılan genel seçimlerin galibidir ve bundan ötürü doğru bir çözüme ulaşabilme hedefimiz için vazgeçilmez bir aktördür. Dolayısıyla Hamas'ı bölgenin siyasi ve diplomatik oyununa dahil etmek şarttır. Avrupa Parlamentosu, çoğu kez ülkelerinin ulusal eğilimlerine göre bölünmüş olan, ayrıca çoğu kez İsrail'in ben yaptım oldu siyasetini kabullenen AB dışişleri bakanlarına görüşlerini empoze edebilecek ağırlığa sahip değil. Bu nedenle AB tek ağızdan konuşmaya, işgale son verme ve konjonktürel olarak da İsrail'i saldırısını durdurmaya zorlamak için güçlü ve tarafsız siyasi rol oynamayı denemeye muktedir olamamaktadır.

Sarkozy'nin 5-6 Ocak tarihlerinde gerçekleştirdiği Ortadoğu turu bu durumun dışavurumdur. Sarkozy'nin bizzat kendisinin "İsrailli dostlarım" dediklerini etkileme konusundaki aşırı güveninden bağımsız olarak, bu geziyi Fransa cumhurbaşkanı ve Akdeniz İçin Birlik örgütünün eşbaşkanı sıfatlarıyla gerçekleştirmesi ve göründüğü kadarıyla Ortadoğu'ya yaptığı bu ziyaretinde yanında başka bir ya da birçok Avrupa ülkesi yöneticisini bulundurmayı aklından geçirmemiş olması ayırt edici bir durumdur. Henüz ziyaretin etkilerini ölçmek için çok erkense de, Sarkozy'nin Mısır devlet başkanının eşliğinde verdiği basın konferansı Fransa'nın Ortadoğu sahnesinin merkezine geri döndüğünü gösteriyor. Her ne kadar Sarkozy bu çatışmanın çıkmasında Hamas'ın büyük sorumluluğu olduğunu söylemiş olsa da, aynı zamanda, -ki bu yeni bir durumdur-, 27 Aralık öncesindeki statükoya, yani Gazze'nin abluka altındaki durumuna dönüşün kabul edilemez olduğunu da açıklamış olması bunun işaretidir. Sarkozy, birkaç ay önce yeniden bölgesel oyuna geri dönmesine katkı sağladığı Suriye'nin Şam'da ikamet eden Hamas'ın liderlerinden Halid Meşal üzerinde baskı uygulayacağına inandığını de belirtmiştir. Sarkozy'nin ziyareti kesinlikle beklenen sonuçların tümünü vermedi siyasi safları hareketlendirmeye ve belki de Gazze'nin çevresinde düğümlenen korkunç kıskacı gevşetmeye olanak sağlayacak. Bu anlamda, Fransa cumhurbaşkanı bahsi tümüyle kaybetmiş de sayılmaz.

 
DIDIER BILLION / PARİS ULUSLARARASI VE STRATEJİK İLİŞKİLER ENS. MÜDÜR YARD.

Kaynak: Zaman