Gandi ve İsrail


Mehdi Hasan

1982 yapımı "Gandi" adlı filmde bir sahne var; Mahatma Gandi, tuz fabrikasına yol almakta olan yüzlerce protestocuya liderlik ediyor. Göstericiler onarlı sıralar halinde ve başlar yüksekte; her bir sıra, muhafızlar tarafından ezilmek için kapıya gelir. Kadınlar kırılmış vücutları sürükleyerek götürürken Amerikalı muhabir Vince Walker editörlerine telefon eder: "Batının sahip olduğu moral üstünlük her ne ise bugün burada kaybediyor. Hindistan özgür. Çelikten ve zulümden nasibine düşen herşeyi almasına rağmen ne korkuyla merhamet dilendi ne de ricat etti."

Peki Filistinin Gandisi nerede? Bu soru, Filistin'in bağımsızlık mücadelesine sempati besleyen fakat bu mücadeleye eşlik eden terör yüzünden hüsran duygusu yaşayan liberaller tarafından soruluyor genelde. Sav şu şekilde dile getiriliyor: Filistinlilerin, İsrail içlerinde düzenledikleri intihar saldırıları, İsrail sınırındaki kasabalara düzenledikleri roket saldırıları fena halde başarısız oldu. Kendilerini uluslararası tecrit, (içeride ise) İsrail tel örgüleri ve bariyerlerinden mütevvellit bir ağ içerisinde buluyorlar.

Filistin Kurtuluş Örgütünden Filistin Halk Kurtuluş Cephesine, Hamas'tan İslami Cihada kadar şiddete başvurarak on yıllardır yürütülen direniş, Filistinlilerin canlarını ve mallarını korumada, bir Filistin devletini sağlama almada veya yerleşimlerin genişletilmesini engellemede başarısız oldu. İsrail ordusu, ilk kez Batı Şeria'daki yerleşimcilerin sayısının 300.000'i geçtiğini ilan etti geçen hafta.

Gandi'nin veya Martin Luther King'in yöntimini esas alan siddet dışı bir sivil itaatsizlik stratejisi, Filistinlilere kendi devletlerini bahşedebilir mi? Böylesi bir stratejinin lehindeki sav, bir kimseye zulmeden zalimin ve de uluslararası câmianın vicdanına başvuran bu sav, ayartıcıdır – bilhassa da pragmatik ve taktik şartlarla çerçevelendiğinde.

Gene de şiddet dışı kampanya lehindeki sav bana göre bir mânevi kampanyadır. Batı Şeria'daki işgal veya Gazze kuşatması ne kadar vahşice olursa olsun, masum İsrailli sivilleri öldürmenin hiçbir gerekçesi olamaz. İntihar saldırıları gayri ahlâkidir ve gayri ahlâki ve gayri meşru bir işgale karşı gayri meşru bir tepkidir. Sivillerin öldürülmesinden sakınılması – doğrusu, şiddet yoluyla direnişten tümden vazgeçmek - işgalciye karşı güçlü bir mânevi sorun teşkil edecektir.

Ancak saflığın âlemi de yok. Filistinli Gandi'nin ortaya çıkmasıyla işgalin kendiliğinden son bulmaması için sayısız neden mevcuttur. Bu nedenlerin başında İsrail Silahlı Kuvvetleri'nin, şiddete başvurulan protestolara karşı sergilediği acımasızlığın aynısını şiddet dışı Filistin protestolarına karşı sert önlemler aldığı uzun bir tarihi vardır. İkinci İntifada'yla birlikte Filistin intihar saldırılarının başlamasından evvel, ordu kayıtlarına göre İsrail güçleri Filistinli göstericilerin üzerine milyonlarca mermi boşaltmıştı. Ve bir de militan Filistinli hizipler var ki herhangi bir sivil itaatsizlik teklifine şiddetle muhalefet edeceklerdir. Silah bırakmaları veya işgale karşı silahlı direniş hakkından vazgeçmeleri muhtemel değildir.

Filistinlileri veya -bu hususta- İsraillileri yeryüzünde hiçbir ulustan talep edilmemiş pasifist davranış standardına tâbi tutmada bir küstahlık ve hatta belkide ırkçılık sözkonusu olduğunu söyleyen bir sav da var. Bununla birlikte, yeryüzünde başka hiçbir ulus böylesine benzersiz şekilde zorlu bir çatışmaya kilitlenmemiştir. Yabancı topraklarda yaşayan yabancı bir halkı, şiddete başvuran işgalciye karşı hayatlarını tehlikeye atarak şiddete başvurmaksızın direnmeye zorlamak, kabul ederim ki benim için kolaydır. Şiddet dışı bir gösterinin ortasında İsrail'in sopasıyla kırılacak olan benim kafam mı olacak? Hayır. Fakat bu suçlar Filistinlilere karşı hâlihazırda zaten işleniyorken İsraillilere karşı Filistinlilerin işlediği suçları savunmak veya bunlar için özür dilemek sûretiyle bunları birbirine karıştırmak neden? Ve Filistin suçları Filistin mücadelesini nasıl güçlendirir?

 Fakat bir de asli sorumuzu kendisi üzerine çevirelim: İsrail'in Gandisi nerede? Şiddet dışı mücadele çatışmanın sadece bir tarafından, hem de zayıf tarafından niçin isteniyor? Filistinlilerin başvurduğu şiddet, çatışmayı sona erdirmenin önünde aşılmaz bir engeldir şeklindeki gülünç bahane, İsrail saldırganlığı hakkındaki hakikatleri gözardı etmektedir.

İsrail siyasetine uzun zamandır şahinler hâkim, güvencinler değil. Son yıllarda başbakanlarından sadece biri, Ehud Olmert, İsrail ordusunda üst düzey subay değildi. İzak Rabin, Ariel şaron ve Ehud Barak, hepsi de üst düzey generallerdi. Şimdiki Başbakan Netanyahu bile ordu kökenlidir, yardımcısı Moshe Ya'alon ise Genelkurmay Başkanıydı. Eski askerlerin egemen olduğu İsrail liderliği, Filistinli muadili gibi, güç yığmayı ve şiddet kullanımını, mücadelede üstünlük sağlamak için yeterli olmasa da gerekli bir araç olarak görmektedir her daim. Ancak İsrail'in uzun vadeli güvenliğini sağlama almak için bu askeri zihniyet değişmelidir. Yahudi devleti, devlet destekli terörü kınayacak, İsrail kamuoyunun vicdan ve anlayışını yeniden uyandıracak karizmatik sivil liderliğe fena halde muhtaç; Churchill'in ifadesiyle, çene-çeneye vermek savaşmaktan daha iyidir.

 
Taraflardan her ikisi de şiddet dışı çözüme adanmış ve çatışmayı sona erdirmek üzere Gandivâri özgün bir vizyon oluşturabilmeye muktedir liderler ortaya çıkarmanın yanına bile yaklaşmış değiller. Filistin tarafında, bir elde zeytin dalı diğerinde silah şeklinde özetlenebilecek Yaser Arafat yaklaşımı var. İsrail tarafında, Filistinliler tarafından İsrail askerlerine I.İntifada sırasında göstericilerin "kemiklerini kırın" diye verdiği emirle de hatırlanacak olan Oslo barış sürecinin ortak mimarı İzak Rabin yaklaşımı var. Barıştırıcı olarak görülenler çağdaş Gandi veya Ortadoğu'nun Martin Luther King'i olmanın uzağındadırlar. Bu tür şahsiyetlerin çıkmasını beklemek, Kutsal topraklarda dahi Godot'u beklemek gibi bir şeydir.

 Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı