AB sürecindeki tıkanma Türkiye'nin Avrupa perspektifini iyice karartmış iken, ne hükümette bu tıkanıklığı açmak için samimi bir arzu, ne de Türk kamuoyunda Türkiye'nin günün birinde AB'ye üye olabileceğine dair egemen bir inanç varken, Fransızların "Türkiye endişesini" İstanbul'dan bakarak anlamak kolay olmuyor.
Neredeyse histeri düzeyine varan bu ruh haline nüfuz edebilmek için Paris'te Fransızlarla konuşmak lazım...
Türkiye yerinde saysa da...
Böyle giderse Türkiye'nin öngörülebilir bir gelecekte AB'ye üye olamayacağı neredeyse kesin...
Ancak bu fiili durum, 7 Haziran'daki Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde Fransız siyaset sınıfını sakinleştirmeye yetmiyor. Partiler, Türkiye'yi en iyi kendilerinin durduracağına seçmeni ikna etmek için birbirleriyle yarış halindeler.
Fiili durum ne olursa olsun, Türkiye'nin resmi plandaki, "AB'yle üyelik müzakereleri yürüten aday ülke" statüsü, Fransız siyasetine böyle bir yarışın yapılması için yeterli "pist"i sağlıyor.
Yarışı önde götüren politikacı da, iktidar araçlarına sahip olmanın avantajlarını gayet etkili kullanan Cumhurbaşkanı Sarkozy... Türkiye'yle ilgili son "kampanya eylemini" 1 Haziran'da AB Dönem Başkanlığı'nı devralacak İsveç'in Dışişleri Bakanı Carl Bildt'e karşı düzenledi.
Bildt, Türkiye'nin AB üyeliğini cesurca destekleyen görüş ve tavırlarıyla temayüz etmiş bir politikacı... Bildt'in geçen pazartesi Le Figaro gazetesinde yayımlanan söyleşisinde benzer görüşlerini tekrarladığını öğrenen Sarkozy, hemen ertesi gün, 2 Haziran'da yapılması daha önceden kararlaştırılmış olan İsveç ziyaretini, "yoğun gündemini" gerekçe göstererek 3 Temmuz'a erteledi.
Olayı "vahim bir diplomasi vukuatı" olarak niteleyen Fransız gazetesi Liberation'a göre Sarkozy bu hareketiyle Fransızlara, Türkiye'nin AB üyeliğini reddetmesinin sadece iç tüketime yönelik olmadığını ve dışarıda iken başka bir dil konuşmadığını göstermek istemişti.
Le Figaro'nun refleksi
Le Figaro'daki söyleşide Carl Bildt, küresel kriz, Doğu Avrupa'nın krizdeki zor durumu, korumacılık önlemleri, istihdamın artırılması ve AB Komisyonu'nun yenilenmesi gibi gündemdeki daha önemli konular hakkında da görüşlerini açıklamıştı... Bunlar dururken Le Figaro editörünün söyleşinin başlığına İsveçli bakanın, "AB'nin dünyada ağırlık sahibi olmak için Türkiye'ye ihtiyacı var" şeklindeki sözlerini çıkarmayı tercih etmiş olması, Fransız kamuoyunun Türkiye ile ilgili takıntısı hakkında bir fikir veriyor.
Şimdi Bildt'in Sarkozy'yi kızdıran sözlerine göz atalım:
"Türkiye'nin kendisine doğru yönelmesinde Avrupa'nın birinci dereceden stratejik çıkarı vardır. Türkiye'ye kapıyı kaparsak, milliyetçi eğilimleri başka bir yönelime teşvik etmiş ve dünyanın geri kalanına çok olumsuz bir sinyal göndermiş oluruz."
"Gelecek on yıllarda Türkiye'nin ekonomik ve demografik dinamizmine ihtiyacımız olacak. Türkiye ile birlikte Avrupa, İslam dünyasıyla uzlaşma için kayda değer bir faktör olabilir. Suriye açıklarında bir ada olan Kıbrıs'ın Avrupa'da olduğunu takdir ediyorsak, Türkiye'nin Avrupa'da olmadığını düşünmek zordur."
Bunlar yeni görüşler değil... Yeni olan, bilinen görüşlerin savunulduğu konjonktür... AB Dönem Başkanlığı'nı birkaç gün sonra devralacak bir ülkenin dışişleri bakanı, seçim arifesinde, Türkiye fobisi depreşmiş bir Fransız kamuoyu önünde Türkiye'yi savununca, Sarkozy de bunu fırsat bildi.
Fobiyi Obama depreştirdi
Fransızların Türkiye fobisini uyandıran kişi de, ABD Başkanı Obama oldu maalesef...
Obama 5 Nisan'da Prag'daki AB-ABD zirvesinde Türkiye'nin AB üyeliğini savununca bir "müdahale algısı" yarattı. Sarkozy de aynı gün bir televizyon programında "Olmaz" diyerek, Fransa'da seçim yaklaştıkça hızı artan "anti-Türkiye" yarışını başlattı.
Paris'te konuştuğum analistlerin ortak görüşü, Avrupa'nın geleceğiyle ilgili olarak Fransa'da hissedilen korku ve tehditlerin hepsinin tek başına Türkiye tarafından temsil edildiği şeklinde.
Ne mi bu korku ve tehdit algılaması?
Birincisi AB'nin genişlemesiyle gelen riskler... İkincisi göç; üçüncüsü de İslam...
Yarın devam edeceğim.
Milliyet