Le Monde gazetesinin, Françoise Hollande'ın "değişim şimdi" veya "değişim zamanı" olarak Türkçe'ye çevirebileceğimiz, kampanya sloganı olan "le changement, c'est maintenant" kelimelerini, Fransa-Türkiye ilişkilerine ilişkin bir haberde başlık yapması tesadüf değildi.
Sarkozy'nin imzasını taşıyan 2007 seçimlerinde kampanyasının merkezine yerleştirdiği Türkiye'nin AB üyeliğine karşıt söylemi ve "üyelik için belirleyici" beş müzakere başlığına vetosu Türkiye-Fransa ilişkilerinde "en kötü" diyebileceğimiz beş yıla imzasını atmıştı. Neredeyse tüm ilişkilerde ortak çıkarları olan bu iki Akdeniz ülkesini Sarkozy, son beş yıl karşı karşıya getirdiği gibi, Le Pen seçmeninin önünü kesme aracı olarak pek işine yaramadığını söyleyebiliriz. Hollande'ın seçim başarısı artık Fransa-Türkiye ilişkilerinde yeni bir sayfa açmak için büyük bir şans oluşturuyor. Akdeniz bölgesinin fırtınalı bu günlerinde Fransa, Türkiye ile yeni politikalara imza atabileceği gibi, son yıllarda Kuzey ve Orta Avrupa'ya kayan AB'nin merkezini Balkanlar ve Türkiye ile Akdeniz'e doğru yeniden çekebilir. Şimdi AB ve Akdeniz bölgesini yeniden şekillendirme zamanıdır.
Ekonominin önemli olduğu bugünlerde Fransa için Türkiye, sadece ticarî açıdan değil, Fransız iş dünyasının önemli yatırımlar gerçekleştirdiği bir ülke olduğu için, stratejik açıdan da önemli bir ülkedir. Bu kapsamda en önemli faktör ise bu iki ülkenin Akdeniz bölgesindeki ortak çıkarlarıdır. Güneyi, "Arap Baharı" ile derin bir dönüşüm süreci, kuzeyi ise derin bir ekonomik ve politik kriz süreci yaşayan Akdeniz Bölgesi'nin politik ve ekonomik istikrarı Türkiye ve Fransa açısından da hayati bir meseledir. Bu bölgede barışı etkin kılmadan Fransa ve Türkiye'nin ekonomik istikrarı yakalaması mümkün değildir. Akdeniz bölgesinde en önemli aktörlerden ikisinin Fransa ve Türkiye olduğunu, Suriye meselesinin gündemde olduğu bugünlerde vurgulamaya gerek var mı, bilmiyorum.
HOLLANDE DÖNEMİ 'ERMENİ MESELESİ'Nİ ETKİLEYECEK Mİ?
Gündemi belirleyen ekonomik kriz yüzünden, Arap dünyasının da yakından izlediği, Avrupa'yı saran önemli politik krizin boyutları ne yazık ki yeteri kadar algılanamıyor. Sadece Fransa seçimleri değil, Yunanistan seçimleri de aşırı ırkçı sağ tehlikenin Avrupa'da önemli bir sorun olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu sorun yeni olmasa da, giderek toplumsal boyutu büyüyen bir sorundur. Klasik anti-semitist Avrupa sağı yanında, tüm söylemini İslam karşıtı düşünceler ile dile getiren, tüm Avrupa'da etkin, terör boyutu da olan, "yeni" bir Avrupa aşırı sağı ile karşı karşıyayız. Önümüzdeki meclis seçimlerinde Fransa siyasî partilerinin politikaları aşırı sağa karşı tavırları ile şekilleneceğe benziyor. Sarkozy gibi bu hareketin söylemini üstlenerek seçmen kitlesini sınırlama politikasının geri teptiğini, aşırı sağın değirmenine su taşıdığını görmemek mümkün değil artık. Bu yüzden sadece Arap dünyası ile ilişkiler açısından değil, Türkiye'nin AB süreci de aşırı sağ tezlerle mücadele etrafında şekillenecektir. François Hollande, seçim kampanyasında popülist aşırı sağ tezlere karşı oldukça tutarlı bir tavır sergiledi. Türkiye'nin AB sürecinin, bu kapsamda laik ve evrensel değerleri savunan politik hareketlerle, AB'yi dinî değerler etrafında şekillendirmek isteyen veya Avrupa karşıtı ulusalcı hareketler arasında geçeceğinden şüpheniz olmasın. Başka bir deyimle, Türkiye'nin AB süreci sadece Türkiye'nin değil, AB'nin de geleceği üzerine bir tartışmadır.
Yeni cumhurbaşkanı, Türkiye dosyasını eline alır almaz bu gerçeklerle karşı karşıya olacaktır. Hollande seçim kampanyasında Türkiye'yi yakından ilgilendiren üç mesaj verdi diyebiliriz. AB üzerine verdiği iki mesajı iyi okumak gerekir. Hollande, Fransa'nın "üyelik için belirleyici" bulduğu beş başlığa yönelik vetosunu kaldıracağını söyledi. İkinci mesajı, Türkiye'nin AB üyeliğinin beş yıllık başkanlık döneminde gerçekleşmeyeceği yönünde idi. Bu iki mesajı biraz yakından okursak ve henüz (Hırvatistan hariç) 12 yeni üyesini hazmedememiş, derin ekonomik krizle boğuşan AB'nin gündeminin Türkiye olmadığını düşünürsek, oldukça gerçekçi bir tavır olduğunu görürüz. Fakat bu tavrın Türkiye'nin müzakere sürecine destek anlamına geldiğini görmemek de mümkün değil. Önümüzdeki yıllarda Türkiye için önemli olan, hipotetik bir tarihte üyelik tartışması değil, üyeliğe doğru yol almaktır. Zira üyelik tartışması için Avrupa'da; tarihi, nüfusu, coğrafyası, kültürü, olası etkinliği ile kolay hazmedilemeyecek bir ülke olan Türkiye için şartlar oluşmamış olduğu gibi, Türkiye de henüz böyle bir üyeliğe hazır değildir. Hollande ile bu yolda en önemli engellerden biri, yani Sarkozy aşılmış bulunuyor; bu küçümsenmeyecek bir gelişmedir. Türkiye, bu şansı kullanır ve Komiser Stefan Füle'nin projesi olan "pozitif gündem" kapsamında vetolu başlıkları da içeren müzakere sürecinde yol alabilirse, Hollande ile açılan yeni perspektifi ve Füle'nin sunduğu fırsatı kullanmış demektir.
Hollande'ın birkaç defa değindiği "Ermeni meselesi" ise en önemli ve en hassas konudur diyebiliriz. Fakat bu konuda da kimsenin göz ardı edemeyeceği önemli gerçekler vardır. İlk önemli gerçek, AB kurumlarının Sarkozy döneminde bile soykırım meselesini Türkiye'nin AB üyeliğinde ön şart yapmamasıdır. İkinci gerçek, Hollande'ın Ermeni meselesini seçim malzemesi yapmadığı gibi, Türkiye'ye karşı bir araç olarak da kullanmadığıdır. Üçüncü gerçek, Hollande bu konuda bir proje hazırlayacağım dese de, Fransa Anayasa Mahkemesi'nin bu konudaki son kararını göz ardı etmesinin mümkün olmadığıdır. Fransa açısından en önemli gerçek ise, son meclis kararına karşı tüm politik partilerden gelen 135 milletvekilinin anayasa mahkemesine başvurusudur. Bu, Fransa'da hukuk devleti olgusunun hâlâ çok canlı olduğunu ve maceraperest projelerin duvarlara çarptığını göstermektedir. Başka bir gerçek de, Fransa'da yoğun bir kesimin bu tür "kanunların", Ermeni meselesi üzerine hür ve yapıcı bir tartışmayı engelleyici olduğunu düşünmesidir. Hollande, tüm bu gerçekler kapsamında bu konuya eğilecektir şüphesiz. Zaten Hollande'ın konuya yaklaşımı Fransa'da etkin bir sosyal topluluk oluşturan Ermenilerin, tarihin derinlerinden gelen ve hâlâ kanayan yaralarına karşı hassas olduğunu hissettirmektir, Türkiye karşıtlığı değil. Bu yüzden Ankara bu konuda eski reflekslerle değil, diyalog arayışı ile yaklaşmalıdır. Bizce en önemli ve en olumlu gelişme Ermeni meselesinin son kurbanı Hrant Dink ile iyice görünür hale gelen Türkiye'deki yeni algıdır. Artık inkâr politikaları iflas etmiştir, kendi tarihi ile yüzleşmekte olan bir Türkiye vardır. En nihayet Ermeni meselesinde derin yaralar Paris'te değil Türkiye'de sarılacaktır. Ermeniler, tarihî jesti Fransa'dan değil Ankara'dan, Türklerden beklemektedir. Bu konuya Türkiye'nin dostları değiniyorsa, hassas bir noktaya dokunmak için değil, kanamakta olan bir yaraya işaret etmek içindir. Başbakan Erdoğan, bu konuda da Hollande ile konuşmaya, diyalog içerisinde olmaya hazır olursa, sadece Fransa-Türkiye ilişkilerinde değil, Ermenistan'la ilişkilerde de daha etkin bir konumda olur.
Toparlarsak Türkiye-Fransa ilişkilerinde değişim zamanıdır - "le changement, c'est maintenant". Fakat Ankara bu yeni havanın Paris'ten esmesini beklemekte ne kadar haklı ise, açılan yeni sayfanın yazımında Paris kadar etkin ve belirleyici olduğunu da unutmamalıdır. Değişmesi gereken ilk şey herhalde son yıllarda kullanılan üsluptur. Fransa-Türkiye ilişkileri 90'lı yıllarda Ankara'da esen hava ile son beş yılda Paris'te esen havadan derin yaralar aldı. Artık hava şartları hem Ankara hem de Paris'te oldukça iyi. Yol almak ise yelkenlerle, kaptanlara kaldı. Ben sadece Fransa'da esmekte olan hava ile değil, yeni anayasasını yazmakta olan, tarihi ile yüzleşen, Dersim gibi derin yaraları sarmaya çalışan, heyecan verici politik dinamikleri ile ilerleyen Türkiye'yi izlerken de mutlu oluyorum. Bugünlerde Türkiye politikasından sorumlu olan bir Fransız milletvekili olmaktan daha şanslı politik bir görev var mı Brüksel'de, bilmiyorum...
*Avrupa Parlamentosu, Türkiye-AB Karma Komisyonu Eşbaşkanı
Kaynak: Zaman