Şikayeti eleştiri sanan yazar: Orhan Pamuk
İTO'nun davetlisi olarak 65 kişilik bir grubun içinde Frankfurt'a vasıl olduk. Çoğunluğunu iş adamlarının oluşturduğu gezide biz ancak birkaç yazar idik.
İTO sadece yazar ve akademisyenleri değil, Eminönü Matbaa Lisesi'nin müdürünü ve birkaç doktora öğrencisini de guruba dahil etmişti. Açık söylemek gerekirse, ben bu seyahate çok gönülsüz katıldım. Eşimin ısrarı olmasaydı katılmayı hiç düşünmezdim. Ama o "senin görmen çok önemli" diyerek beni ikna etti.
Zihnimde şu soru vardı: Ben niçin İTO ile gidiyorum? Herhangi bir etkinliğim yok. Yayıncılar için hazırlanmış olan bir fuarda ne görebilirim ki? Bu soru gezinin ikinci gününde İTO başkanı Murat Yalçıntaş'ın açılış konuşmasından itibaren "iyi ki İTO ile gelmişim" e dönüştü. Bu dönüşümün her anının sizinle daha sonra paylaşmayı düşünüyorum.
İTO'nun fuar görevlileri tarafından, havaalanından doğrudan resmi açılışın yapılacağı kongre salonunu gitme ihtimali olduğu için,fazla spor kıyafetler tercih etmemiz gerektiği hatırlatıldı.
Biz açılış konuşmasının yapılacağı salona alınmayı beklerken, konuşmaların naklen yayınlanacağı dev ekranlı bir salona ancak davetiyelerimizi göstererek girebildik.(Ki bu bizim açımızdan çok daha iyi idi. Salonda olsaydık protokolün bir "dinleyici" olarak yüz ifadesini takip edebilme imkanımız olmayacaktı)Dev ekranlı salona vasıl olmaya çalışırken, Orhan Pamuk ile yüz yüze geldik diyecek kadar yakın mesafede karşılaştık. Biz tebessüm ettik. O işaret parmağı ile gözlüğünü yerine yerleştirdi. Mutmain ya da mesut bir ifadeden ziyade, gergin bir iklimi peşi sıra sürüklüyordu.
Evet bu gerginlik Pamuk'un edebiyatının beslendiği damar. O "kalemi kalbine batıra batıra" yazanlardan değil. Hokkasında mürekkebe eşlik eden bir öfke var daima. öfkesine batırarak yazmayı tercih ediyor. Hayatının renklerini hayatın kendisinden değil kitaplardan, öfkesini içinde biriktirmeye çalıştığı şikayetlerden alıyor. Türkiye'de "Orhancı"lar ve "anti Orhancılar" var. Dünyada ise sadece "Orhancılar" . "Anti Orhancı"lar hiçbir kitabını okumadıklarını söyleyerek ,cımbız ile cümle seçip "kötü" Türkçesinden başlayıp kötü romancılığından çıkıyor.Oysa Orhan Pamuk'un bir zanaatkar olarak romancılığı iyidir.Son romanı ve Öteki Renkler dışında bütün kitaplarını okudum.Cımbız ile çekilip "kötü Türkçe" olarak ifadelendirilen cümlelerini ise onun "üslup hakkı" olduğunu ifade ettim her vesile ile.Yani bendeniz her konuda olduğu gibi meselenin ne "–cı" tarafındayım ne de "antici" tarafında.Fakat adını koyamadığım bir boşluk eşlik etti bana daima.
Adının koyamadığım şeyi, tam da Frankfurt'taki o dev ekrandan Pamuk'un konuşmasını dinlerken fark ettim. Orhan Pamuk'ta eksik olan şey eleştiri.O eleştirmeyi bilmediği için eleştirilmeye de tahammül edemiyor.(1990'ların başında yazdığım Gizli Yüz film ile ilgili eleştiriyi "suyun öte tarafından bana sopa sallıyorlar" diye değerlendirmişti .)Şikayet etmeyi, özelikle kendi ülkesini yabancılara şikayet etmeyi aydın duruşu zannediyor.Ülkesinde konuşacağı konuları "dünya ekranı" için erteliyor. Bir televizyon programında "şimdi romanımı konuşmak isterim eleştirilerimi Frankfurt'ta " dile getireceğim diyebiliyor mesela.Ama onun "eleştiri zannettiği şey" eleştiri değil! Şikayet. Orhan Pamuk sadece şikayet etmeyi biliyor. Eleştiri ile şikayet arasında ise nüans filan değil duruş farkı var. Aydın eleştirir. Eleştirmek için görmek gerekir.Oysa Pamuk görecek kadar hayata karışan biri değil.Dolayısıyla Türkiye'nin yazar olmayı değil tek başına "lobi" olarak kalmayı bir strateji olarak benimsiyor.
Pazarlamanın ne kadar önemli olduğunu dile getirdiği konuşmasında Türkiye'yi Almanlar nezdinde bütün Dünyaya şikayet ederken iyi bir strateji takip ettiğini zannediyor. Bu strateji onun kitaplarının 50 dile çevrilmesini yüz binlerce satmasını sağlıyor ama, mesela sokaklarda her vesile ile bez afişiyle karşılaştığımız Coelho'nun "başarı"sına ulaştırmıyor. Coelho kimseleri şikayet etmeden, "yazarın pop star olarak" portresini çizerek varıyor bu rakamlara.
Yani mesele ille de satmak ise, yazarın ülkesini "satması" gerekmiyor.
Ülkesinin yaralı sırtında merhem değil bıçak gezdirmeyi tercih eden Pamuk ise her türlü nezaketi bir tarafa bırakarak "Türkiye'ye rağmen" bir yazar olduğunu anlatmaya çalışıyor. Hırsı kaleminin de kelamının da önünde . Ne adına? Dünyaya dair bir duyarlılığı var mı mesela Pamuk'un. Bir acısı, endişesi. Hayır. Olmadığı için eleştirel bir bakışı yok zaten.
Özellikle Almanlar ve genelde bütün dünya Türkiye'nin yazarlarına haksızlık ettiğini düşünüyor olabilir. Evet Türkiye yazarlarına haksızlık etmiştir. Şimdi yazarken bile titrediğim Sabahattin Ali mesela.Nasıl öldürüldüğünü yazmayacağım. Bir hiç yüzünden senelerce zindanların karanlığında kelimeleri ard arda dizen Kemal Tahir, "Zindan iki hece Mehmedim lafta/Baba katili ile baban bir safta" diyecek kadar Zindanı içinden ve içerde yaşamış olan Necip Fazıl Kısakürek. Zindanı estetik kodlar ile bezeyip her solcunun hapishaneyi bir durak bilmesini sağlayan Nazım Hikmet.
Bunlar en bilinenleri. Pamuk'un ise "zindan hatıraları" değil, her vesile ile açacağı şık ambalajlı şikayet dosyası var.
Geçen Salı Cumhurbaşkanı sayın Abdullah Gül'den edebiyat ağırlıklı bir konuşma beklediğimi yazmıştım. Hatta emindim. Çünkü Cumhurbaşkanının danışmanlarından Prof.Dr.Mustafa İsen çok iyi bir edebiyatçıdır.Ama "kendimizi nasıl tanıtacağız" endişesi baskın çıkınca, Mustafa İsen Bey'in gönlünce hazırlayacağı metinlerden mahrum kalıyoruz. Nasıl olduğumuz endişesi nasıl göründüğümüz telaşına yerini bırakınca; her şey daha karışık,daha müphem oluyor ama asla daha "renkli" olmuyor.
Resepsiyonda eleştirilerimi büyük bir nezaket ve incelikle dinleyen ve "lütfen eleştirmeye devam edin" diyecek kadar samimi bir yakınlık gösteren prof. Dr. Mustafa İsen Bey'e söylediklerimi burada da tekrarlamak istiyorum. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; Pamuk'un her türlü nezaketi aşan konuşması karşısında "savunmacı bir uslübu" benimsememeliydi. Şu kadarını söylemesi yeterliydi:
Yazarların üslubu vardır. Orhan Pamuk da şikayeti bir üslup olarak benimsemeyi ve her vesile ile ülkesine rağmen "var olduğunu" ifade etmeyi kendisine bir yol olarak çizmiş görünüyor. Hatırlatmak isteriz ki, Pamuk ülkesine rağmen "var olmuş" bir yazar değildir. Siz Türk edebiyatından sadece Orhan Pamuk'u tanıyorsunuz ama şu silsileyi bilmenizde fayda var: Tanpınar olmasa idi Orhan Pamuk olmazdı. Yahya Kemal olmasa idi Tanpınar olmazdı. Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak bu yılı Yahya Kemal yılı ilan ettik.
Yazarları ile barışmış bir Türkiye olarak buradayız ve Frankfurt Kitap Fuarının onur konuğu olarak, Dünyanın bütün okuyucularını Türk edebiyatında ağırlamaya yetecek kadar geniş olan edebiyat coğrafyamızda her meşrebi ve her mizacı ağırlamaya hazırız.
Yani ben böyle bir konuşma bekliyordum…
Kaynak: Yeni Şafak