Firavun Sisi vazgeçmiyor

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisine sahip daimi üyelerinden oluşan “büyük güçler” son derece fırsatçı bir tavırla, bu yüce kurumun Mısır ordusunun çarşamba günü binden fazla sivili katlettiği vahşetin net bir şekilde kınanmasını önledi.

Bu, BM Güvenlik Konseyi’nin 60 seneden fazla süren iç karartıcı tarihinde en utanç verici anlardan biri sayılmalıdır. Burada kabahat tamamen Beyaz Saray ve Kremlin’in eşiklerinde yatıyor.

Hem Washington hem Moskova, Mısır’daki gelişmelere insanlık ve siyasi ahlak bakımından değil büyük ölçüde jeopolitik prizmadan ve kendi çıkarları çerçevesinden bakmayı tercih etti. Şimdi bunların Orta Doğu’da Filistin meselesi, Suriye veya Arap Baharı gibi konulardaki itimatnameleri dikkatli biçimde inceleme altına girecektir.

Güvenlik Konseyi, İngiltere, Fransa ve Avustralya’nın müşterek talebi üzerine perşembe günü New York’ta kapalı kapılar ardında bir toplantı yaptı. BM’nin Mısır’da giderek tırmanan ciddi krizi uluslararası bir mesele yapabilecek bu en güçlü kurumunun toplantısından, olabilecek en düşük tepki çıktı.

Güvenlik Konseyi’nin dönem başkanlığını yapan Arjantin büyükelçisi Maria Cristina Perceval, büyük güçler tarafından perde arkasından dikte edilen korkakça kelimelerle basına açıklama yaparken kendisini son derece sıkıntılı bir pozisyonda buldu:

Üyelerin hepsi öncelikle kurbanlara sempatilerini bildirdiler ve can kayıplarından duydukları üzüntüyü ifade ettiler. Konsey üyelerinin görüşü, taraflar azami itidal gösterirken Mısır’da şiddete son verilmesinin önemli olduğudur. Şiddete son verilmesi gereği ve milli uzlaşmada ilerleme sağlanması konusunda ortak arzu vardır.

Bununla birlikte Perceval, halen askeri diktatörlüğün geride bıraktığı derin yara izlerini taşıyan ülkesini Güvenlik Konseyi’nin utanç verici tavrından maharetle uzaklaştırarak son gülen taraf oldu. O, Arjantin’in Mısır’da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye karşı yapılan “hükümet darbesini” ve çarşamba günü Mısır’da büyük şehirlerde sokakları dolduran halk gösterilerinin “vahşi şekilde bastırılmasını” açık bir şekilde kınadığı görüşünü yineledi. O, Mısır’daki cuntayı da “Son günlerde silahsız sivillere yönelik şiddet sarmalını tamamen ve derhal durdurmaya” çağırdı.

Gariptir, bizzat BM de Kahire’deki katliamın kınanmasında sözünü sakınmadı. Genel Sekreter Ban Ki-Moon, Mısır’daki cuntayı “en kuvvetli ifadelerle” kınadı. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Navi Pillay da Cenevre’de yaptığı açıklamada, “Ölen ve yaralananların sayısı, resmi rakamlara göre bile göstericilere karşı aşırı hatta son derece fazla güç kullanıldığını gösteriyor. Güvenlik kuvvetlerinin yaptıkları konusunda bağımsız, tarafsız, etkili ve güvenilir bir soruşturma açılmalıdır. Yanlış yapmaktan suçlu bulunanlardan hesap sorulmalıdır.  Mısır güvenlik kuvvetleri de hukuk kurallarına uymaya mecburdur ve ifade hürriyeti ve barışçı toplantı da dahil, insan haklarına tam saygı çerçevesinde davranmak zorundadır” dedi.

Çok az şey yapıyor, çok geç yapıyor

Bunlara kıyasla ABD Devlet Başkanı Barack Obama diplomatik bir cambazlığa başvurdu. O, Mısır’la planlı askeri tatbikatın iptal edildiğini duyurdu ama halen Mısır’a ABD yardımlarını kesmedi. O halen Mısır’da olanı gerçek ismiyle “darbe” olarak adlandırmaya yanaşmıyor. Bunun yerine o, Mısır ordusunun Kahire’deki protestoculara karşı acımasız şekilde kuvvet kullanımından duyduğu memnuniyetsizliği ölçülü bir şekilde nakletmeye çabaladı. Obama, ayrıntılı açıklamasında diğer ifadeleri arasında şunları söyledi:

Muhammed Mursi demokratik bir seçimle cumhurbaşkanı seçilince hükümeti kapsayıcı olmadı ve tüm Mısırlıların görüşlerine saygı göstermedi. Çoğu Mısırlının, milyonlarca Mısırlının, belki de Mısırlıların çoğunun değişim çağrısında bulunduğunu biliyoruz. Biz değişim yerine keyfi tutuklamalar, Sayın Mursi’nin dernek ve destekçilerine geniş çaplı baskılar ve şimdi de yüzlerce kişinin canına, binlercesinin de yaralanmasına yol açan trajik şiddetle daha da tehlikeli bir yol tutulduğunu gördük.

Amerika Birleşik Devletleri, Mısır’daki geçici hükümet ve güvenlik kuvvetleri tarafından atılan adımları kuvvetle kınamaktadır. Sivillere karşı şiddetten üzüntü duyuyoruz. Olağanüstü hal tatbikine karşıyız.

Mısır’la ilişkilerimizi sürdürmek istesek de sokaklarda siviller katledilir, haklar ayaklar altına alınırken bizim geleneksel iş birliğimiz eskisi gibi devam edemez… Milli güvenlik ekibimden, geçici hükümet tarafından yapılan eylemlerin sonuçlarını ve ABD-Mısır ilişkileri konusunda atmamız gerekebilecek adımları değerlendirmesini istedim…  Biz olağanüstü halin kaldırılması, milli uzlaşma sürecinin başlaması gerektiğine inanıyoruz… Şeffaf anayasa reformu, demokratik parlamento ve cumhurbaşkanı seçimi konusundaki taahhütler yerine getirilmelidir..

Obama ABD’yi Kahire’deki katliamdan uzak tutmak ve Kahire’deki generalleri küstürmemekle adeta imkansızı gerçekleştirmeye çalıştı. Beklendiği üzere, dengeli bir tavır belirlemek onun katliamdan sonra bir tam gününü aldı.

Bu onun Mısır konusundaki politikasıyla ilgili berbat kaydından bir parça oldu. Çok az şey yapmak, bunu çok geç yapmak, karma mesajlar göndermek ve böylece ABD’nin olayları etkileme kapasitesini (ya da isteğini) daha da aşındırmak. ABD’nin Mısır’la eylül ayında yapılması planlanan askeri tatbikatını iptal etmek, Mısır’daki mevcut anarşik şartlar sebebiyle kaçınılmaz olmuştu. Obama bunu kasıtlı bir siyasi karar gibi göstererek yanıltmaca yaptı.

Meselenin özü halen duruyor: O, cunta gırtlağına kadar diğer meşguliyetlerle doluyken ve ABD’yle “karşılıklı çalışabilirlik” aklındaki en son şey iken, askeri tatbikatı iptal ederek ABD’nin Mısır’daki hedeflerini karşılamayı nasıl umabiliyor?

Neticede ABD’nin Mısır’la tank tanka askeri tatbikat yapmasının, bugün Orta Doğu’daki güvenlik tehdidi algısıyla pek alakası yoktur. Kısaca, Obama da ehemmiyetsiz bir olaydan vazgeçerek işin kolayını seçti.

Bunun zıddına, asıl Mısır’a askeri yardımı askıya alma emrini verip vermemek önemlidir. ABD’nin kan dökülmesinden kaçınılması için generallere yaptığı çağrılar cunta tarafından defaatle açık bir şekilde göz ardı edilirken, Mısır ordusuna yapılan 1,3 milyar Amerikan doları yardım da dahil, 1,55 milyar dolarlık yardımı askıya almamak, böylece ABD’nin inandırıcılığını daha da zedelemek Obama adına stratejik bir hata olacaktır.

Bununla birlikte, Obama’nın Washington'un Mısırlı generallerle olan denklemine daha da zarar verecek bir şey yapma ihtimali azdır. Savunma Bakanı Chuck Hagel perşembe günü, son şiddet olaylarının ABD-Mısır askeri iş birliğini tehlikeye sokabileceğini bildirmek ama aynı zamanda onu Obama yönetiminin Kahire’yle askeri ilişkileri devam ettirmeyi umduğu konusunda ikna etmek üzere Mısır silahlı kuvvetlerinin komutanı Orgeneral Abdülfettah Sisi’yle konuştu.

Obama yönetiminin karşı karşıya kaldığı ikilem, halen ABD’nin Mısır’da demokrasiyi desteklemeye ve “tarihin doğru tarafında” olarak kendi söylemine uygun davranmaya mecbur olduğu ama diğer taraftan, Mısır’da Amerikan stratejik çıkarlarını korumaya daha da mecbur olduğudur. Öncelikle de cunta İsrail’in güvenlik çıkarlarına uygun politikalar takip eder, 1979 barış anlaşmasına bağlı kalır ve Washington'un Orta Doğu’daki hakimiyeti ve bölgesel egemenliğinin devamı için operasyonel seviyede çok önemli olan, ABD Donanması için Süveyş Kanalı’na imtiyazlı geçiş sağlamaya devam ederken…

Karmaşık düşünce süreçleri

Paradoksal bir şekilde, Rusya’nın Mısır konusundaki duruşu da hemen hemen tamamen ABD’nin bu kronik siyaset ikileminden faydalanma üzerine kuruludur. Obama ne zaman bir şey söylemek için ağzını açsa Kremlin taş kesilmişçesine bir sükuneti muhafaza ediyor. O ancak Obama çekilince elini gösteriyor.

İroniktir, Moskova’daki Mısır Büyükelçiliği Kahire’nin halen “geçmişte olduğu gibi bu zor zamanda” Rusya’nın yardımına güvendiğini söyledi. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, perşembe günü Mısırlı mevkidaşı Nebil Fehmi’yle bir telefon görüşmesi yaptı ama Moskova’daki dışişleri bakanlığı, iki diplomatın “Mısır’daki son gelişmeleri” görüştüğünü ifade etmekten başka bir açıklama yapmadı.

Moskova’da başka bir seviyede duyulan şey de Rusya’nın düşünce ve politika önceliklerine yönelik bir işaret olabilir: Rusya Devlet Başkanı’nın Orta Doğu özel elçisi ve dışişleri bakan yardımcısı Mihail Bogdanov ile Birleşik Arap Emirlikleri dışişleri bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed El Nahyan arasında yapılan telefon görüşmesi.

Rusya dışişleri bakanlığında kimliği belirsiz bir kaynak, daha sonra şu iddiada bulundu:

Her iki taraf [Rusya ve BAE], bölgede ülkeler arasındaki meselelerin şiddet dışı yollarla barışçı bir şekilde halledilmesi, ülkelerin egemenliklerine saygı duyulması ve ülkelerin iç işlerine karışılmaması sonucuna vardı. Taraflar Rusya ve Körfez’deki Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi arasında ortaklık ihtimali de dahil, karşılıklı çıkarlar konusunda güçlü Rusya- Emirlik siyasi diyaloğunun sürdürülmesinde anlaştı.

Rus kafasından geçen karmaşık düşünce sürecinde bir pencere açılması gerçekçi olarak mümkündür. Birincisi, BAE Kahire’de olanların kanun ve düzenin sağlanması olduğunda ısrar ederek Mısır’daki cuntayı tam olarak destekleyen birkaç ülkeden biri oldu. Abu Dabi’deki dışişleri bakanlığı perşembe günü yayımladığı açıklamada cuntaya desteğini bildirdi:

BAE Dışişleri Bakanlığı, kendisini kontrol etmek için azami gayret sarf ettikten sonra Mısır hükümetinin aldığı egemenlik önlemlerini anlayışla karşıladığını yeniden teyid eder. 

Üzücü olan, siyasi olarak aşırı grupların şiddet, tahrik, kamu düzeninin bozulması ve Mısır ekonomisinin baltalanması dilinde ısrar etmeleridir. Tüm bunlar üzücü olaylara yol açtı.

BAE şimdiye kadar Mısır’daki cuntaya 3 milyar dolar yardım sundu ve Suudi Arabistan’ın ardından Kahire’deki askeri darbeye en çok kaynak sağlayan ikinci ülke oldu. Paradoksal bir şekilde, Basra Körfezi’ndeki petrodolar oligarşilerinden (bunlar Müslüman Kardeşler’in bölgedeki yükselişinden korkarlar) gelen cömert yardımlar, Mısırlı generallerin Washington’dan gelen baskılara direnmelerini sağlıyor.

Kahire’deki askeri cuntaya desteğin genişletilmesindeki hassas mevzuda önümüzdeki dönem ABD’yle Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki petrol zengini müttefikleri arasında çıkar çatışmaları belirginleşirse bu Moskova’nın büyük menfaatine olur. Açık bir şekilde ifade edersek, burada önemli nokta, böyle bir ayrılığın Arap Baharı’nın gelecekteki yönü üzerinde tesirinin olacağıdır. Bu, Suudi Arabistan ve BAE’nin isyancı savaşçıların en hararetli destekçileri arasında olduğu Suriye’deki ihtilaf üzerine de gölge düşürecektir.

Batılı güçlerin kendilerini Suriye’deki ihtilafa her türlü önemli askeri müdahaleden az ya da çok uzak tuttukları bir zamanda Suudi Arabistan ve BAE ile Suriye’deki gelişmeler konusunda iletişim kanallarını açık tutmak Moskova’nın menfaatinedir. Mısır’daki gelişmelerin Rusya, Suudi Arabistan ve BAE’yi büyük ölçüde aynı safa getirdiğini görmek Moskova’yı memnun edecektir.

Bu üç ülke de İhvan’ı Orta Doğu’da zehirli bir kuruluş olarak görüyor ve yeni Orta Doğu’da siyasi İslam’ın yükselişini tiksindirici buluyor. Rusya Müslüman Kardeşler’i yıkıcı bir örgüt olarak nitelendiriyor.

Bunun yanı sıra Rusya, Sovyetler Birliği döneminde Mısır ordusundaki subaylarla yaptığı anlaşmalar sebebiyle mutlu hatıralara sahiptir ve bunları “İslamcılık” tufanına karşı “laik” kaleler olarak görme eğiliminde olacaktır. Mısır’da ılımlı İhvan’ın gerilemesinden oluşan boşluğa Kuzey Kafkasya’da çatıştıklarıyla benzer görüşte olan (ve Suudi Arabistan’ın Büyük Orta Doğu’da bölgesel politika aracı olarak beslediği) Selefilerin “İslamcılık” akıncıları olarak girebileceği ihtimalinden özellikle altüst olmuş görünmüyor.

Bugün Moskova için asıl önemli olan, İslamcılığın akıbeti değil, jeopolitiktir. Pentagon’la Mısır ordusu arasında oluşabilecek her türlü yabancılaşma, Kahire’de komutayı ellerinde bulunduran generallerin akıl hocası olarak olağanüstü derecede Moskova’ya yarayacaktır. Mısır, Orta Doğu politikalarının merkezidir.  Kahire’deki nüfuzunu ihya etmek tüm cephelerde Rusya’nın bölgesel etkinliğini arttırabilir ve barış ve istikrar için kendisini arabulucu olarak gösterme potansiyeli barındırır.

Silah ihracatı ve diğer ekonomik faydalar sağlanacağı da aynı derecede vazıhtır. Kremlin, doğal olarak pürdikkat Obama’nın kendisini Mısır belasından nasıl kurtaracağını izliyor. 
Mevcut gidişatta Moskova ABD başkanının Mısır’daki generallerin davranışları üzerinde anlamlı bir tesir bırakamadığını görmekten memnun olacaktır. Bu generaller, bir varoluş mücadelesi verdiklerine inanıyorlar ve “kapsayıcı” bir demokraside İhvan’a yer açmak için yarı yoldan dönmeye eğilimli değiller.

Mısırlı generaller ABD yardımlarının devam etmesinden memnun olurlar ama Amerikan yardımı arzu edilen bir şey iken bu, kabul edilemez bir siyasi bedel ödemeye gelince beka için mutlak bir şart değildir. İşte burada, 12 milyar dolar maddi yardım taahhüdünde bulunan Suudi Arabistan, Kuveyt ve BAE gibi bağışçılarla potansiyel olarak, büyük bir silah tedarikçisi olan Rusya Mısır’daki cuntanın imdadına yetişebilir.

Rusya için 42 sene kadar aradan sonra önemli bir oyuncu olarak Kahire’deki iktidar koridorlarına siyasi bir dönüş yapmak üzere bir fırsat penceresi açılmakta olduğu söylenebilir. 18 Temmuz 1972’de o zamanın Mısır lideri Enver Sedat, 5.000 kadar Sovyet askeri danışmanıyla 15.000 hava kuvvetleri personelinin Mısır’dan derhal sınır dışı edileceğini duyurmuştu.

Washington’un Nil kıyılarındaki bu pencerenin yeterince açılmaması için neye mal olursa olsun elinden gelen her şeyi yapması beklenebilir.  Aslında halen ABD’nin yanlış yapan generallerin isyanını ve Basra Körfezi yetkililerinin efeliklerini okumak için büyük gücü vardır. ABD-Rusya ilişkilerinde mevcut iklim göz önüne alındığında, Obama yönetimi kesinlikle pes etmeyecektir ve Orta Doğu’da Rusya’ya bir yer açmayacaktır.

Perşembe günü BM Güvenlik Konseyi’ndeki açmaz, Kahire’de nüfuz için yarışan büyük güçler arasında merak uyandıran akıl savaşlarının tam bir yansımasıdır. Şüphesiz kazanan, Nil’in yeni firavunu Sisi’dir, en azından şimdilik.

Kaynak: Asia Times
Dünya Bülteni için çeviren: Arif Kaya