İsrail'in Gazzelilere karşı yürüttüğü savaş, Türkiye'de haklı bir infiale yol açtı. Kamuoyundan İsrail ile askeri anlaşmalara son verilmesinden, ilişkilerin askıya alınmasına kadar uzanan talepler yükseliyor.
Son gelişmelerin Türkiye ile İsrail arasında güveni zedelediği muhakkak ise de, iki ülke ilişkileri üzerinde kalıcı bir etki bırakması beklenmemeli. Neden?
Bunun en kestirme cevabını hükümet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek verdi: "Türkiye ve İsrail arasında inişli çıkışlı bir ilişki süreci yaşandı, ancak bağların koparılması söz konusu olamaz, çünkü askeri işbirliği Türkiye'nin ulusal çıkarlarına hizmet etmektedir..." Bu bağlamda en dikkate değer sözleri ise Başbakan Erdoğan dile getirdi: "Diyorlar ki: 'Gelin hemen ilişkileri keselim...' Arkadaşlar, biz bakkal dükkânı idare etmiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'ni idare ediyoruz..."
İsrail açısından bakıldığında da, nüfusu Müslüman ama esas olarak laik bir demokrasi olan Türkiye ile yakın ilişkiler, büyük psikolojik ve stratejik değer taşıyor. Bunun için İsrail hükümet çevreleri her ne kadar Erdoğan'ın Filistinlilere duygusal bağı olduğunu, Gazze konusuna tek taraflı yaklaştığını, dostlukla bağdaşmayan ifadeler kullandığını ve kamuyounu teskin çabasında olduğunu söylüyorlarsa da bunun ilişkilerinde kalıcı bir etki yapmayacağını, zira yakın ilişkilerin karşılıklı çıkara dayalı olduğunu belirtmekten geri durmuyorlar. (Jerusalem Post, 1 Ocak 2009)
Gazze savaşının Türkiye ile İsrail ilişkileri üzerinde kalıcı bir etki bırakması beklenmediği gibi, beklenmemeli de. Sadece realist (istihbarat ve askeri işbirliği) gerekçelerle değil, idealist (hukukun ve barışın hakim olması) gerekçelerle de Türkiye'nin İsrail ile yakın ilişkiyi sürdürmesi şart. Çünkü Türkiye'nin bir numaralı ulusal çıkarı, bölgesinde barış ve istikrarın sağlanmasıdır. Bunun için Türkiye elindeki bütün diplomatik imkanlarla, dünyanın bir numaralı sorunu olan Filistin sorununun çözülmesi, İsrail ile Filistin ve Suriye arasında kalıcı barış sağlanması için vargücüyle çalışmalı.
Sayın Başbakan'ın Türkiye'de duyulan infiali dile getirirken sarf ettiği sözlerde "maksadı aşan" ifadeler kullandığı söylenebilir. Ama önemli olan Ankara'nın saldırının yarattığı fevkalade olumsuz ortama rağmen, önce Gazze'de ateşkes, sonra da kalıcı barış çabalarına kararlılıkla katkıda bulunmaya devam ediyor olması. Ankara, hem İsrail ile diyaloğunda saygın bir muhatap kimliğini korumalı, hem de Hamas ile diyaloğu sürdürmeli.
Artık şu görülmeli: Hamas'ın ortaya çıkması gibi giderek güçlenmesi de İsrail'in, 1991'de başlayan Oslo barış sürecininin gereklerini yerine getirmeyişinin sonucudur. Evet, Hamas (tıpkı İsrail devleti gibi) teröre başvurmakta, masum sivilleri hedef almaktadır ve terör hiçbir şekilde mazur görülemez. Ama Hamas Gazzelilerin demokratik seçimle işbaşına getirdiği bir partidir. (Bugüne kadar Filistinliler dışında başka hangi Arap halkının yöneticilerini seçimle işbaşına getirmesi söz konusu olabildi?) İşgal ve boyunduruk altında tutulan Filistinlilerin önemli bir kesimini temsil eden Hamas'ı dışlayan bir barış süreci başarıya ulaşamaz. Hamas'ın giderek 1967 sınırlarıyla barışa eğilimli bir çizgiye girmekte olduğunun işaretleri de görülmüştür.
Ortadoğu'da barışın en uzak göründüğü şu günlerde, barışın kapıları açılıyor olabilir... 20 Ocak'ta Barack Obama ABD başkanlığını üstleniyor. Başkan Obama'nın çevresinden (gerek ABD'nin gerekse İsrail'in çıkarları aleyhinde çalışan) İsrail lobisinin tutsağı olmaktan kurtulması için yapılan çağrılar çoğalıyor. Öte yandan İsrail'in geçici başbakanı Ehud Olmert'in geçen eylül ayı sonunda söylediklerini hatırlayın: Eğer İsrail, Suriye ve Filistin ile barış istiyorsa, Doğu Kudüs dahil 1967'de işgal ettiği bütün topraklardan çekilmelidir...
Obama yönetiminin bölgeye barış ve istikrar getirme çabasında Ankara'nın desteğine büyük ihtiyacı olacak. Ankara takdir gören diplomatik çabalarını vargücüyle sürdürmeli. Filistin'i savunmak barışa hizmetle olur.
Zaman