Filistin yanlız bırakılamaz

Filistin yaralarını bir türlü saramıyor. İşgal devam ettği müddetçe de saramayacak. İşgal gerçeği göz ardı edilerek de hiçbir zaman bu sorun çözülemez.

 

Bu mazlum halkın toprakları işgal altında, yaşadığı köy, kasaba ve şehirler birer hapishâne hükmünde. Siyonist askerler istedikleri zaman istedikleri yeri vurabiliyor. Halkın seçtiği milletvekillerini, bakanları derdest edip mahpus damına tıktığı gibi onlara her türlü işkenceyi de reva görebiliyor.

 

Mazlum insanları topyekün açlığa tâlim ettirebiliyor. Yetmedi, halkın bütün tehditlere rağmen başbakanlık yetkisini verdiği İsmail Heniye"yi ölümle tehdit edebiliyor. Aşağılanıyor. Arap liderleri onları aşağılayan korsan devleti dost ediniyor. Bu zeminde hâlâ koca koca adamlar çıkıp Filistinlileri yaşadıkları mezâlimden sorumlu tutabiliyor.

 

Uygar dünyanın (!) kimi liderleri çıkıp, utanmadan; “Barış için gerekli gayretleri neden göstermiyorsunuz?” diye Filistinlileri itham edebiliyor. İnsanda küçük bir parça vicdan kırıntısı olsa böylesi ahlâksız bir suçlamada bulunabilir mi? İsrail, ne zaman barıştan yana oldu ki?

 

Evet, doğrudur; İsrail global Yahudi gücünün imkânlarını kullanarak barış istiyormuş gibi rol kesmesini iyi biliyor. Kendisini hep nefsi müdafaada göstermeyi medyadaki dostları sayesinde iyi beceriyor da. Dünya medyası İsrail"in ölüm kusan sofistike füzelerinden çok Filistinli örgütlerin atölyede üretilmiş basit roketlerini sanki kitle imha silahıymış edasıyla ekranlara taşıyabiliyor.

 

Son aylarda yaşanan El Fetih ve Hamas arasındaki çatışmaları, “Bunlar kardeş kanı akıtacak kadar vahşi insanlar” temasiyla işlemeyi hiç ihmal etmediler. Filistinlilere sempatiyle bakan insanları bile onlardan soğutmaya çalıştılar.

 

Bütün bunlara rağmen mızrak çuvala sığmıyor. Mazlum Filistinliler dâvâsına inanmış bir halkın yenilemeyeceği gerçeğini yaşadığımız tarihsel süreçte bir daha gösteriyor. Bizler, karamsarlığa düştüğümüzde, onlar, umutla ayakta nasıl durulması gerektiğini öğteriyor.

 

Dünyanın Filistin meselesinde aldığı genel tavrı ve Filistin"in kendi yerel gerçekliğini dikkate aldığım için bu köşede karamsar yazılar yazmıştım.  

 

Meselâ, 1 ve 4 Şubat 2006"da, Filistin'de genel seçimleri Hamas"ın kazanmasından sonra “Hamas'ı bekleyen zor günler” başlıklı iki yazı yayımlamıştım. Hamas"ın kolunun nasıl büküleceğini, âdil çözümden yana olmayan global güçlerin alacağı tavrı, El Fetih örgütünün çıkarılacak iç çatışmada nasıl tavzif edileceğini, İsrail"in alacağı pozisyonları anlatmıştık. Yazdıklarımızın tümü gerçekleşti. Bunlar, tabiî ki birer kehânet değildi. Sadece eldeki verileri tarihsel perspektiften ve güç merkezlerinin stratejik hedefleri bağlamında değerlendirmekten ibaretti.

 

Ve yine, 01.04.2006 tarihinde, “Filistin-İsrail barışı hayâldir” başlıklı başka bir karamsar yazı yayımlamıştım.

 

Bu yazıyı o dönemde İsrail"de yeni yapılmış seçim sonuçları üzerine kaleme almıştım. Ehud Olmert liderliğindeki Kadima Partisi, seçimin gâlibiydi. Bu da, "Büyük İsrail" hurafesinden vazgeçtiğini daha önceden dile getirmiş Olmert ve ekibinin, Filistin ve İsrail arasında bir barışa imkân verdiği yorumlarına yol açmıştı. Biz de, “Hayâl görmeyin” sadedinde uyarıda bulunmuştuk.

 

Gerekçelerimiz olayla ilgilenen herkesin bildiği gerçeklere dayanmaktaydı. Şöyle ki, İsrail Filistinlileri barışın tarafı görmüyordu, barış dediği karşıdakini teslim alma şartlarını hem de tek taraflı dayatmaktan ibaretti. Herzamanki megaloman uslûbuyla süreci yine kendi yönetmeye kalkıyordu. Ne 1967 Filistin sınırlarını tanıyor, ne Kudüs'ü İsrail'in vazgeçilmez parçası olarak görmekten vazgeçiyor ve ne de ev barklarından zorla sürülmüş mültecilerin geri dönüş hakkını kabul ediyordu.

Bir taraftan “Hamas silahını bıraksın, barış masasına oturalım” bahanesinin arkasına sığınıyor, diğer taraftan da utanç duvarını tahkim ediyordu. İsrail"e, “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” diye sormak küresel güçlerin defterinde yazmıyordu zaten. Onlar barış adına hep gürlüyor ama bir türlü yağmıyorlardı.

 

Şüphesiz bu manzara iç açıcı bir manzara değil. Ama bu karamsar tabloya rağmen Filistin halkının imanlı duruşu, dâvâsına sahip çıkması, her türlü alicengiz oyununa karşı “haklarımdan vazgeçmem” kararlılığı, bize ümit oldu.

 

Filistin halkının temsilcileri ülke ülke gezip mücadelelerinin haklılığını anlatmaya çabalıyorlar. Filistin dışındaki bizler karamsarlığa kapıldığımızda, onlar; inanmamış bir halkın teslim bayrağı çekeceği en olumsuz şartlarda, direniş bayrağının nasıl göndere çekileceğini, imandan sonra umutsuzluğun olamayacağını hatırlatıyorlar bize. 7 Haziran geliyor.

 

Kudüs, 7 Haziran 1967"den beri kuşatma altında. Esâret kırkıncı yılını dolduracak. Bu mazlum halkın yanlız olmadığını, hâlâ onların acısını içinde hisseden kardeşleri olduğunu hatırlatalım, onların acısını paylaşalım. Onların haklı dâvâsı bizim dâvâmızdır. Kudüs, sadece Filistinlilerin omuzunda bir emânet değil, inandım diyen herkesin aynı zamanda inancının test edildiği bir dâvâdır.