Filistin, Oslo sonrası safhaya geçiyor

İngiltere’de Avam Kamarası’nın 13 Ekim’de büyük bir farkla 12’ye karşı 274 oyla aldığı karar, Filistin’i diplomatik olarak tanıması için hükümet üzerinde baskı oluşturdu.

Bu, ilk bakışta oldukça anlamsız bir jest olarak görülebilir. Zira bu, bağlayıcı bir karar değildir, Başbakan David Cameron da daha önce parlamentonun görüşünün mevcut hükümet politikası üzerinde herhangi bir etkisinin olmayacağını açıklamıştı. İngiltere şimdiye kadar -diğer Batı Avrupa ülkeleriyle birlikte- İsrail’in inatla ısrar ettiği, Washington tarafından da yansıtılan, “Filistin devletinin ancak ihtilafın taraflar arasında görüşmeler yoluyla bir çözüm bulunmasıyla tesis edilebileceği” görüşüne yapışıp kalmıştı.

Hadisenin ehemmiyetini azaltmaya dair bu tür çabalar, İsrail’in buna verdiği taktiksel karşılığın da bir parçasıdır. İsrail’in Londra büyükelçisi, daha önce kesinlikle onaylamadıklarını belirtmişken şimdi karar hakkında yorum bile yapmıyor. İsrailli liderler, oylamadan önce, oylamaya mani olmak için her seviyede nüfuzlarını kullanmışlardı. Hatta Binyamin Netanyahu, ısrarla böyle bir adımın barış görüşmelerinin yeniden başlaması ihtimalini ciddi şekilde azaltacağı ve barış ihtimaline zarar vereceğini dile getirmişti. Daha sonra İsrail’in ses tonu değişti, oylamayı anlamsız ve ehemmiyetsiz diye nitelendirmeye başladı.

Saflar bozuldu

Gerçekte ise İngiltere’deki girişim, Filistinliler için önemli bir sembolik zaferdir. İsveç’te yeni seçilen hükümet henüz belirlenmeyen yakın bir gelecekte Filistin’i tanımaya niyetli olduğunu ifade edinceye kadar Batı Avrupa’daki hiçbir hükümet İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından yorumlanan Oslo yaklaşımından uzaklaşmamıştı. Bu, diplomasiye deli gömleği giydirilen, çözüme yönelik her gelişmenin, ABD arabulucu olarak davranırken sadece doğrudan görüşmeler yoluyla olmasını gerektiren bir yaklaşımdır.

Bu durumda söz konusu olan, sadece Avrupa ülkeleri arasında Filistin’in tanınmasına dair ilerlemeler sağlanıyor olması değil, aynı zamanda boşa geçirilen 20 seneden fazla bir zamandan sonra, İsrail-Filistin ihtilafının uzlaşma temelinde çözülmesini öngören Oslo yaklaşımına artık riayet edilmemesi gerektiğinin de gecikmiş bir kabulüdür.

İngiltere’nin eyleminin, ilk olarak milli birlik hükümeti kurulması için Fetih ve Hamas arasında nisan ayında yapılan anlaşma, daha önemlisi de İsrail’in en geç Kasım 2016’ya kadar Doğu Kudüs de dahil 1967 sınırlarına çekilmesi için Güvenlik Konseyi’ne çağrıda bulunacak olmasıyla Filistin Yönetimi’nin son diplomasisine de katılması gerekiyor.

Güvenlik Konseyi’nin 9 üyesinin olumlu oy kullanmasını önlemeye yetecek kadar baskı sağlayamazsa ABD’nin bu kararı veto etmesi bekleniyor. Ramallah tarafından yapılan böyle bir inisiyatif, Filistin Yönetimi’nin artık, yerleşim yerlerini genişletmek ve şimdi geri dönüşü olmayan noktayı fazlasıyla geçmiş olan Doğu Kudüs’te etnik temizlik yapmak üzere İsrail’e bol miktarda zaman kazandıran bekleme oyunu oynamak istemediğinin bir göstergesidir.

Mahmud Abbas, 26 Eylül’de BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Oslo çerçevesinin kolaylaştırdığı diplomatik manevralarla iş birliği yapmayı reddedeceğini açık bir şekilde ifade etti. Filistinlilerin alttan gelen baskılarına cevap veren Abbas, “barışın bir ortağı” imiş gibi davranmayacağında hiç şüphe bırakmadı, böylece Tel Aviv’deki masaları devirdi. O, bu yaz İsrail’in Gazze’ye yaptığı 50 günlük askeri operasyonu “bir soykırım savaşı” diye nitelendirerek de buna net bir şekilde işaret etti. Soykırım ifadesinin İsrail’den öfkeli bir karşılık bulacağı kesindi. Birkaç gün sonra Netanyahu aynı yerde Abbas’ın konuşmasını “utanmazca” olarak adlandırdı.

Belirsizlik

Bizim Oslo sonrası diplomasi safhasına henüz gelmediğimizi gösteren gelişmelerde halen yoğun bir belirsizlik var. İngiltere’deki kararı destekleyenler de gayenin, “görüşmeler yoluyla iki devletli çözüm sağlanmasına yardım” olduğunu belirten bir kanun değişikliğini kabul ettiler.

İsrail’in, sınırları biraz değiştirilmiş de olsa 1967 sınırları içinde bağımsız, egemen bir Filistin devletine izin vereceği kuruntusunun muhafaza edildiği bu durum geriye doğru atılmış bir adımdır. Birilerinin dünyaya İsrail’in artık bununla ilgilenmediğini söylemesi gerekiyor. Belki daha önce de hiç ilgilenmemişti.

İngiltere’nin kararının, son üç gelişmeyle bağlantılı bir şekilde anlaşılması gerekiyor. Birincisi, hükümetler arası diplomasi, Oslo yaklaşımından uzaklaşıyor ve Batı Avrupa da İsrail ve Filistin Yönetimi arasında Kerry öncülüğündeki görüşmelerin nisan ayında çökmesiyle oluşan diplomatik boşluğu doldurmaya başlıyor. İkincisi, Filistinlilerin ümit ve hayallerinde merkez noktayı sivil toplumun şiddetten uzak militanlığı ve siyasi yönetim işgal etmeye başlıyor. Bu, özellikle giderek artan BDS kampanyaları şeklinde oluyor ama aynı zamanda California’da Oakland’daki göstericiler iki İsrail yük gemisinin yüklerini boşaltmasını önlemeyi başarmalarında bariz şekilde görüldü. Üçüncüsü de Filistin Yönetimi her geçen gün, Uluslararası Ceza Mahkemesi üyeliğini, İsrail hakkındaki savaş suçları iddialarının soruşturulması talebine başlangıç olarak kullanmaya daha da yaklaşıyor.

Kaynak: El Cezire İngilizce
Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu