Filistin niçin önemli?

 Filistin’in önemi sırf Toskana kadar güzel diye veya Filistinliler acı çekiyor diye yahut Yahudi devleti tarafından işgal edildi diye değildir. Anlamamız gereken, Filistin’in Yahudilere uzatılması onlar çok akıllı olduklarından veya güçlü, adanmış olduklarından değil Emperyal tasarımdan dolayıdır.

Filistin önemlidir zira İmparatorluğun çivisi olduğuna, dünyayı kontrol etmek için gerekli kilit bir nokta olduğuna inanılmaktadır. Rhodes gibi 19’ncu yüzyılın imparatorluk kurucularının kanaati böyleydi; ve bu kanaat, ara vermeden modern jeopolitiğe uyarlandı yakın geçmişte. H.J. Mackinder’in geliştirdiği esrarlı teori küreselleşmenin itici gücü haline geldi. Mitolojik imgelerin rasyonel yorumuna girmeyeceğiz; yapmamız gereken sadece dünyanın güçlü seçkinlerinin bu şekilde düşündüklerini kabul etmektir.

Mackinder, tüm bir gezegeni imparatorluğa baş eğdirmeyi planlamıştı. Arap dünyası (onun ifadeleriyle “geçit ülkeleri”) bu teşebbüs için merkezidir; “Kudüs kalesi, dünya gerçeklerine istinaden stratejik bir konuma sahiptir, ki Orta Çağlar’ın bakış açısındaki ideal konumuyla veya kadîm Babil ve Mısır arasındaki stratejik konumuyla esasta bir farklılık arzetmeyen bir konumdur bu” demiştir. Ortaçağ Haçlılarının haritalarında dünyanın merkezi olarak Kudüs’ün “ideal konumunun” dini garabet olmadığına, bu mekândaki içkin niteliğe dair ilhami bir kavrayış olduğuna inanıyordu. Onun sözleriyle: “Kudüs, Haçlıların çağdaşı, Hereford Katedrali’nde asılı olan bir keşiş haritasında dünyanın geometrik merkezi, göbeği olarak işaretlenmiştir ve Kudüs’teki Kutsal Kabir [Yeniden Diriliş] Kilisesi’nin zemininde merkez noktanın tam nerede olduğunu göstereceklerdir size…ortaçağ papazları çok da yanlış değillerdi.”

Stratejik mistik, Mackinder, Balfour Bildirisi’nin büyük destekçilerindendi: “Filistin’de Yahudi ulusal tahtı, savaşın en önemli neticelerinden biri olacaktır. Hakikati dile getirmeye artık güç yetirebileceğimiz bir konudur bu…dünyanın fiziki ve tarihi merkezinde ulusal bir vatan.”

Counterpunch yazarı dostumuz ve meslektaşımız Eric Walberg, “The Great Games” adlı yeni kitabında bunu güzel bir şekilde belirtmektedir: “Mackinder’inki, Siyonist bir arzu değil emperyal bir arzuydu ve Yahudileri Filistin yurduna yerleştirerek bugünün emperyal düzeninin parçalarını birleştiriyordu.”

Bundan dolayı, İmparatorluğun Filistin’i gönüllü olarak salıvereceğini hayal etmek zordur; emperyal seçkinler nazarında ideolojik, dini, jeopolitik ve stratejik bakımdan son derece önemlidir. İyi de İmparatorluk, hücum kıtası olarak niçin Yahudileri seçti? Indiana Üniversitesi’nden Coğrafya Profesörü Mohameden Ould-Mey, yayınlanması başarıyla engellenmiş akademik bir metinde bazı açıklamalarda bulunmaktadır.  Political Geography dergisinin baş editörü David Slater bu metni lâyıkıyla inceledi ve kabul etti fakat iki yıl sonra çok bilen yeni bir editör geldi ve metni çabucak rafa kaldırdı. İsrail Bağımsızlık Günü hakkında kutlama yapan metinler ısmarlamak için kullandı görevini.

Profesör Ould-Mey, hiç yayınlanmamış bu metinde Siyonist hareketin 19.yüzyılda Yahudilerce kurulmadığını ifşa etmiştir:  Vatana/eve daha yakından bakmakla meşgullerdi. Bu naif Yahudiler evvelce Ukrayna ve Polonya içlerinde bir vatan tesis etmeyi, orada “tıpkı Sırbistan gibi” bağımsız bir devlet kurmayı düşlemişlerdi.  Fakat İngilizlerin başka bir fikri vardı: Yahudileri Ortadoğu’da İngiliz kolonicilerine çevirmek. “Protestan olmayan bu bölgede müttefikler ve İngilizlerin hayrını dileyen kişiler arıyorlardı. Basitçe söylemek gerekirse, Yahudileri kaçıramazlardı…Kutsal Topraklarda yerli Protestanlar olmadığından dolayı boşluğu Yahudilerin doldurmasını istediler.”

“Doğu Avrupa’da ve Rusya’da Siyonizm’in gerçek babası olan İngiliz ajan” William Henry Hechler (1845-1931) sahneye girer. Hechler, Leo Pinsker’i Siyonist yapan adamdır; Pinsker Siyonizm öncesi ilk ve en etkili risale olan Auto-Emancipation’ı yazmıştır. “İngilizler, Doğu Avrupa Yahudi camiasının atalarının vatanındaki, Doğu Avrupa’daki, kendi haline bırakılsa, mahalli ve normal bir hürriyet hareketine kendi Siyonizmlerini bu tarihte ve böylece aşılamaya başlamışlardır” der Ould-Mey.

Hechler, Pinsker’i kazandıktan ve Filistin’de yerleşim için ilk Yahudi hareketini kurduktan sonra Theodor Herzl’in aklını çelmek üzere Viyana’ya geçer. O vakitler Hechler çoktan “Alman ve İngiliz çıkarları için çalışan bir ajan olarak ama hassaten de istihbarat servisi için çalışan “gizli bir ajan” olarak tanımlanıyordu.”

“Hechler 1897 Ağustos’unda İsviçre’nin Basel şehrinde düzenlenen Birinci Siyonist Kongresinin faal katılımcısıydı… Hechler-Herzl ilişkisi (tıpkı bundan önceki Hechler-Pinsker ve bundan sonraki Balfour-Weizmann ilişkileri gibi) Siyonist tarih yazımının ileri sürdüğü şekliyle kahin-prens ilişkisinden ziyâde hoca-öğrenci ilişkisine benziyordu. Hechler, Siyonizm’in ne olduğu hakkında Herzl’e hocalık yapmanın ötesinde Herzl ve Siyonizm’i Alman İmparatoruna, Rus Çarına ve Osmanlı Sultanı’na, Papa’ya (X. Pie) ve diğer önde gelen kişilere takdim etmişti.”

“Herzl, İngilizlerin Almanya’ya, Rusya’ya, Osmanlı’ya ve Yahudilere gönderdiği bir elçiydi esasen. Herzl’in Siyonizm’e liderlik için çok uygun olduğu zira ne Yahudileri, ne Filistin’i ne de Türkiye’yi tanımadığı söyleniyordu…” Ould-Mey şu sonuca varıyor: “İngilizler Filistin’i emperyal ve dini amaçlar için istediler ve yol boyunca daha da faal mümessiler haline gelen Siyonist Yahudileri gönüllü vasi ve vekiller olarak kullandılar.”

Gizemi çözdüğü için anlamlı bu:  Yahudi Siyonizm hareketi niçin sonradan çıkmıştı? Ruslar, Fransızlar ve Almanlar Kutsal Topraklarda 40 yıldan beri arsa satın alıp ev inşa ederken Yahudi Siyonizm’i henüz emekleme dönemindeydi. Ould-Mey’in teorisi, alakalı tüm sorulara nazikçe cevap vermektedir. İngilizlerin öldürücü son darbesiydi.

Bu keşif çok heyecan vericidir fakat sansasyonel de değildir: Müslüman Kardeşlerin beşiğini İngiliz istihbaratı sallamıştır; Taliban’ı CIA beslemiş, Şabak, Hamas’a babalık etmiştir. Şüphe yok ki bu hareketler serkeşçe bağımsızlaştılar, efendilerinden koptular ve onların başına bir sürü iş açtılar. Ould-Mey’in Siyonist hareketin İngiliz istihbaratınca kurulduğu keşfi, hareketin ille de denetim altında tutulduğu – veya başka birilerinin dış denetimi altında tutulduğu - anlamına gelmiyor.

Yahudiler o zamandan sonra jeopolitik “Kudüs kalesini” elde tutanlar olarak ve neo-liberal post modern ideolojinin taşıyıcıları olarak İmparatorluğun dokusuyla iki kat daha fazla bütünleştiler – ki Mackinder terminolojisinde ada sâkinlerinin ideolojisidir ve Milton Friedman’ın görüşüne göre “geleneksel Yahudi ideolojisine şaşırtıcı derecede yakındır (Gilad Atzmon bunu izah etmiştir). Birinci grubun çoğu İsrail’de, ikinci grubun çoğu ABD’de mukimdir.  

Yahudilerin “Kudüs kalesinin” doğal sahibi olduğu Siyonist tasavvur artık gözden geçirilmektedir. Ortadoğu, İmparatorluğun faal halde işbirliği yaptığı yeni kuvvetler ortaya çıkarmıştır.

Obama’nın Mayıs ayında yaptığı konuşma bunu iyice belli etmiştir. İsrail, Ortadoğu sahrasındaki tek karakol, Batı’nın Doğu’daki kalesi değildir artık. Obama’nın önerisi, Jimmy Carter’ın 1979’da Çin ve Tayvan’a yaptığı öneriye benzerdir; ABD, diplomatik tanımayı Taipei’den Pekin’e kaydırmış, bu esnada Tayvan’la ticari, kültürel ve diğer gayri resmi temaslarını sürdürmüştü. Bunun üzerinden 30 yıldan fazla bir süre geçti ve Tayvan rütbe tenzilinden acı çekmedi. Benzer şekilde, Obama da İsrail’e buna eş bir muamele teklif etmektedir: Biraz çekilip büzül; daha uzun ve mutlu bir hayat yaşayacaksın. Büzülüp çekilmek sırf toprak bakımından değil stratejik ve ideolojik bakımdan da olmalıdır. ABD’nin Ortadoğu’daki en gözde oğlu olarak kalman sevindirir ama diğer oğullardan bir oğul olarak yoksa kölelerin arasında şımartılmış bir oğul gibi olman değil. Kısacası, Tayvan ol; Çin olmaya uğraşma.

Bildiğimiz üzere, İsrail Yahudi yandaşı Amerikalı politikacıları seferber ederek bu teklifi çabucak etkisizleştirdi. Bu ise Obama’yı küçük düşürdü – ve İmparatorluk yanlısı yeni Arap güçleri harekete geçirdi. Yeni özgüvenleri, Prens Türkî’nin makalesinde ifade edildi ve hakkında çokça yorum yapıldı. İsrail’in son zamanlarda histerikçe hareket etmesi bu yüzdendir - ki filoya yapılan baskında, hava yolcularının tutuklanmasında, Nakba ve Naksa günlerinde silahsız Filistinlilerin katledilmesinde açıkça görülmektedir.

İsrailliler konumlarının yeniden değerlendirildiği hissine sahipler ve yurtdışındaki Yahudilerle bağlarını tazeliyor, lobilerinin gücünün artırıyorlar.

Şimdi de son on yılın önemli bir tartışmasını ele alabiliriz. Noam Chomsky, Amerika’nın İsrail takıntısını pişkin emperyal çıkarlarla izah etmektedir; John Mearsheimer ve Stephen Walt – yanısıra diğerleri – İsrail lobisinin faaliyetleriyle açıklamaktadırlar. Bu dairesel savı dört köşeli bir hale getirebiliriz şimdi.

19 yüzyıl sonlarında serimlenen dünyanın fethi planları arasında bekçiliğini (Mackinder’in ifadesiyle) sıra sıra Yahudilerin yaptığı Siyon Kalesinin kurulması da vardı. Yeni veriler göstermektedir ki bu planları ilham edenler Yahudiler değildir; planları Yahudilere emperyal planlamacılar vermiştir. Bu planlar nesilden nesile geçti ve zannedersem emperyal seçkinlerce artık verili olarak kabul edilmektedir.

Bu fikir Soğuk Savaş süresince daha düşük bir boy gösterdi fakat – Korgeneral Ervin Rokke’nin sözleriyle -  “Soğuk Savaş sona erdiğinden bu yana ikiz süpergüçlerin küresel iki kutuplu karşılaşmasının yerini bölgesel stratejik endişeler aldığı için Mackinder’in yaptığı çalışmanın (ve onun tasavvurunun) meseleyle alâkası bir kez daha görünür olmuştur.

Dolayısıyla belli ki Chomsky haklı. Öyle mi? O kadar da çabuk değil. Eski savı yeni kelimelerle dile getirebiliriz: Mearsheimer ve Walt’ın savları şöyle okunabilir: “Mackinder’in eski fikirleri öylesine eski zırvalardır ki gerçekte kale, faydalı bir savunma olmak yerine bir engel haline gelmiştir.” Suudilerin Emperyalist yanlısı Arap görüşleriyle çakışmaktadır bu. İkna edici bir görüştür fakat Lobi onu engellemekte etkili bir araçtır halen.

Küresel hâkimiyet fikrine itiraz eden bizler için çıkış yolu, Amerika’nın emperyal emellerini yönlendirecek daha iyi bir yol aramak yerine tecritçi Amerika’yı desteklemektir.

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın