Filistin: Bugüne nasıl gelindi?

11 Eylül 2001 olaylarından sonra Filistin meselesi yeni bir döneme girmiş oldu. Hatta 11 Eylül, Filistin meselesi açısından bir dönüm noktası, bir milat olarak düşünülebilir.

Pekiyi, ne oldu da böyle oldu?

Temel değişiklik şuydu ki, 11 Eylüle kadar Filistin meselesi uluslararası bir meseleydi, 11 Eylülden sonra bir güvenlik sorunu haline geldi. ABD, İngiltere ve İsrail, "Filistin konusu dünyanın güvenliğini tehdit eden bir sorundur, bunun çözümünde engel Filistinlilerdir", diyerek yeni bir konsept değişikliğine gittiler. Haliyle bunun bir takım yansımaları olacaktı, oldu da. Başta Arap ülkeleri bu yeni konsepti benimsemekte gecikmediler. Mesela Mısır ve Ürdün şu görüşü telkin etmeye başladılar: "Filistin ve İsrail artık birbiriyle anlaşsınlar, biz, onların anlaşacağı konuya mutabıkız". O güne kadar Filistin konusu, İsrailliler ve Filistinliler arasındaki bir meseleden ibaret değildi; bütün Arapları, Müslümanları ilgilendiren bir konuydu. 2001'den sonra bariz bir biçimde retorik değişti. Artık sorun "Arap-İsrail" değil, "Filistin-İsrail", hatta 2006'dan itibaren de "Hamas-İsrail ihtilafı"na dönüşmüş oldu. Bundan şu sonuç istihsal ediliyordu: "Arapların ve Filistinlilerin tümü İsrail'le ihtilaf halinde değil; sadece Hamas İsrail'le ihtilaf halinde" bulunuyor; öyle ki Hamas'a "radikal", FKÖ "ılımlı" pozisyon yakıştırıldı.

İkinci önemli nokta, Kudüs ve Mescid-i Aksa meselesi, bu konsept değişikliğinden sonra artık Arapların ve Müslüman ülkelerinin temel sorunu olmaktan çıkmış oldu. Günün birinde Kudüs'ün küçük bir parçası elde edilirse, bu Filistin Devleti'nin başkenti olacak; dolayısıyla birinci derecede Filistinlileri ilgilendiren bu konudur.

Bu iki noktayı böylece belirginleştirdikten sonra, biraz geriye dönüp ne olduğuna bakmaya çalışalım:

1917 yılında bölgede 700 bin kişilik bir nüfus vardı, bunun ancak 56 bini Yahudi idi. Siyonizm siyasi bir doktrin olarak ilk ortaya çıktığında, belli başlı Siyonistler şu fikri ortaya attılar: "Topraksız bir ulus- halksız bir toprak!" ya da "İnsansız bir vatan için vatansız insanlar." Tercümesi şu: Dünya üzerinde topraksız bir ulus var, bunlar diyasporada yaşayan Yahudilerdir. Yahudiler bir ulus, fakat toprakları yok; toprak ise Filistin'de var, ama orada da insan yok. Bu fikir formüle edildiği zaman Filistin'de 700 bin insan yaşıyordu. Siyonizm onları insan olarak kabul etmiyor, onları görmezlikten geliyordu. Bu konsepte göre yapılacak şey basitti, halksız bir toprağa, toprağı olmayan ulusu transfer edip orada yerleştirmek.

Belki de bu, tarihin en ırkçı bakış açısıydı ve hala bütün canlılığı ve acımasızlığıyla devam ediyor; binlerce senedir Filistin'de yaşayan insanları "yok" sayıyor. Dikkat edilmesi gereken nokta, Siyonistler, Filistinlileri "ikinci sınıf insan" olarak bile görmüyorlar, yok sayıyorlar. Siyonist bakış açısından Filistin topraklarının insanlardan arındırılması, yani etnik temizliğe tabi tutulması, bir bölgenin haşaratlardan, zararlı böceklerden temizlenmesiyle aynı şey gibidir.

Bilindiği üzere 2 Kasım 1917'de meşhur Balfour deklarasyonu yayınlandı. Deklarasyon zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour isminden alınmıştı. İngiliz Dışişleri Bakanı, son derece önemli olan şu konuşmayı yapmıştı: "Doğru ya da yanlış, iyi veya kötü olsun, Siyonizmin kökleri kadim geleneklere, bugünün ihtiyaçlarına ve geleceğe dair ümitlere dayanmaktadır. Bunlar, şu anda bu kadim topraklarda yaşayan 700 bin Arap'ın heves ve önyargılarından daha derin bir öneme sahiptir."

İngiliz Bakan, İsrail'in gerçekliğini bu çerçeve üzerine oturtmuştu. "Kadim gelenekler, bugünün ihtiyaçları ve geleceğe dönük ümitler var; Siyonizm budur. Bu arada tarihi Filistin toprakları üzerinde 700 bin Arap yaşıyormuş, onların hevesleri, ön yargıları varmış, bu çok da önemli değil; zira bu 700 bin Arap kaale alınacak önemde varlıklar değildirler".

Yaklaşık 400 sene hüküm süren Osmanlılar 1917 yılında Filistin topraklarından çekildiler. Filistin toprakları, 1920 yılında İngiliz mandası oldu, 1922'de de o günkü Milletler Cemiyeti -ki Birleşmiş Milletlerin selefi, yani öncesindeki teşkilattır- bunu teyit etti. Filistin topraklarının Osmanlılardan İngilizlerin eline geçmesi demek, hakikatte gizli ajandadeki hükümlere binaen tedrici olarak Yahudilere geçmesi demekti. Nitekim1948 yılına kadar dünyanın birçok bölgesinden, özellikle de Avrupa ülkelerinden buraya Yahudi nüfus transfer edildi; bölgenin demografik dokusu değiştirildi.

Birleşmiş Miletler, 29 Kasım 1947'de 181 sayılı bir karar yayınlayarak, Filistin topraklarının, Filistinlilerle Yahudiler arasında taksim etti, yani ikiye böldü. Karara göre toprakların %55'i Yahudilere bırakılıyordu. Bu karar, BM'nin müdahil olduğu ilk önemli olaydır. 1948 yılında da Yahudi devleti resmen ilan ediliyor. Ne var ki, Araplar bunu kabul etmedi; bunun üzerine savaş ve çatışmalar baş gösterdi.