Ferid Zekeriyya'nın dünyası

Ferid Zekeriyya "Amerika’nın dünyadaki rolü" konusunda en iyi analistçilerimizden biridir. Genelde, birçok konuda onunla hemfikir olmuşumdur. Fakat en son yazdığı  “Amerika’nın en iyi günleri geride mi kaldı”  konulu, Amerikanın çöküşünü konu alan özel  makalesini çok kasvetli buluyorum.

Amerikalılar bu gerileyişe inanıyor ve bu durum birçok güç dengesinin değişmesi anlamına geliyor. Bazıları Amerikanın probleminin aşırı  emperyal  gerginlikten ileri geldiğini savunuyor (fakat GSMH’ye oranladığımızda, Amerika savunma sanayiine Soğuk Savaş döneminde harcadığının yarısı kadar harcama yaptığını gösteriyor).

Fakat bazıları bu durumun Amerikanın gerilemesinden değil de, diğerlerinin yükselişinden kaynaklandığını düşünüyor (fakat bu durum bile Amerikanın diğer ülkelerden daha güçlü olmasına engel teşkil etmemeliydi). Kesin olan bu durumu Roma İmparatorluğunun yaşadığı gerileyişe ve yıkıma da benzetiyor (fakat Roma İmparatorluğu bir tarım toplumu ve hantal bir ekonomik büyümeye sahip olmasına rağmen ve bu durum her iki taraf içinde öldürücü bir çekişme anlamına gelmekteydi)
 
Bu projeksiyonlar yeni değil... Zekeriyya’nın da bahsettiği gibi, Amerikanın kurucuları Roma İmparatorluğunun çöküşü benzeri bir durumlar karşı karşıya kalmaktan her zaman endişelenmişlerdi. Kültürel karamsarlık, eski tutucu Protestan köklere geri dönüş tamamen bir Amerikalılık özelliği. İngiliz roman yazarı Charles Dickens bir buçuk yüzyıl önce şunu gözlemledi ;” Sadece bir vatandaş ise bir adama inanılmalıdır. [Amerika] her zaman bunalımdaydı, her zaman duraklatılıyordu, her zaman alarm durumunda bir krizdeydi ve asla diğer türlü olmadı.”
 
Son yarım yüzyılda, araştırmalar Sovyetler Birliğinin 1957 yılında Sputnik’i başlatmasından sonra, Richard Nixon’un yaptığı dolar devaluasyonu ve 1970lerdeki petrol şokunun ardından, Rust Belt sanayi kuruluşlarının kapanmasından sonra ve  1980’yılındaki Ronald Reagan yönetiminin verdiği bütçe açığından sonra, Amerikalıların ülkelerinin çöküşünün başladığına daha çok inandıklarını gösteriyor.

O on yılın sonunda, Amerikalıların çoğunluğu ülkelerinin bir gerileme sürecine girdiğine inanmışlardı. Fakat sonraki 10 yıllarda ülkelerinin tek süper güç olduğuna kanaat getirdiler. Ve şimdi, 2008 yılındaki finansal kiriz ve resesyondan sonra, araştırmalar vatandaşların yeniden gerilemenin başladığına inanmaya başladıklarını gösteriyor. Bu çöküş döngüleri bize Amerikalıların güç dengelerinin değişimi ile ilgilendiklerinden çok topluluk psikolojisi hakkında bilgi vermektedir,  fakat İngiliz yazar Gideon Rachman’in son zamanlarda bu sayfalarda tartıştığı gibi, bu defa Amerikanın bu çöküşü gerçek olabilir tezini savunuyor. Son olarak, Kongre Bütçe Üyesinin de uyardığı gibi, şimdiki trendiyle devam etmesi durumunda Amerikanın  ulusal borcunun GSMH’sına eşit duruma geleceğini gösteriyor ve bu durum dolara olan güveni ciddi manada sarsacak...
 
Zekeriyya eğitim ve altyapıya bağlı diğer endişe verici göstergeleri de listeliyor. OECD’ye göre, 15 yaşındaki Amerikalıların bilim dalında dünyada 17’inci ve matematik de ise 25’inci sırada yer alıyor. ABD üniversite mezunları sıralamasında Dünyada 12’inci sırada, altyapı da 23’üncü,  ortalama yaşam süresinde 27’inci durumda. Diğer taraftan, ABD silah, suç ve borç konularında ise birinciliğini kimseye kaptırmıyor.
  
Bunların tümü gerçek problemler, bir şeyi de söylemek gerekir ki ABD halen AR&GE harcamalarında dünyada birinci sırada yer alıyor, üniversite sıralamasında birinci, Nobel ödüllerinde birinci, girişimci endeksinde birinci ve Dünya Ekonomik Forumuna göre, dünyanın en rekabetçi dördüncü ekonomisi (İsviçre, İsveç ve Singapur gibi küçük ülkelerin ardından). ABD biyoteknoloji ve nano teknoloji gibi geleceğin en önemli alanlarında hep ön planda bulunuyor.  Bu hiç de eski Roma türü  bir ekonomik çöküşün gerçek yüzünü gösteren bir resim değil. İşin aslı şu, herkes bu günün Amerika’sı ile ilgili çok iyimser ve renkli veya çok karamsar bir tablo çizebilir, her ikisi de yanlış olmayacaktır. Hiç kimse geleceğin  resmi hakkında hangisinin doğru olduğunu hususunda emin olamaz, çünkü gelecek o kadar ucu açık ve geniş ki bunu bilmek imkansızdır  ve bu anlatılan senaryoların hangisinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği henüz verilmemiş kararlarla bire bir ilgili durumdadır.
 
Mancur Olson’un düşünceleri konusunda, son zamanlardaki büyük politik ekonomist Zekeriyya inanıyor ki ABD’nin bu büyük başarısı karar verme aşamasının katılaştığını gösteriyor, aynı endüstriel Britanya gibi. Fakat endüstriyel girişimliğin ve aristokrasinin oğullarının Londra’dan gelmesine  rağmen Amerikan kültürü Britanyalılardan çok daha girişimci ve merkeziyetçi durumdadır. Eğer Olson doğru ise, Zekeriyya diyor ki, çözüm “esnek kalmakta”. Ve bu konuda tarihsel göstergelerin endişe verici olmasına rağmen, göç Amerikanın esnek kalmasına yardımcı oluyor. 2005’de Forbes’a göre, son 10 yılda yabancı doğumlu göçmenlerden her dört kişiden biri yeni geliştirilen teknolojik icatların geliştirilmesinde rol almış bulunuyor. Singapurlu Lee Kuan Yew’in da bir defasında ortaya koyduğu gibi, Çin 1.3 milyar kişilik bir yetenek havuzu çizebilir, fakat ABD sadece 7 milyarlık bir başarı havuzu çizmekle kalmaz aynı zamanda etnik bunları birleştirerek Han milliyetçiliğinin yapamayacağı bir kaynaşma yöntemi ile çok yaratıcı bir toplum yaratabilir.
 
Zekeriyya aynı zamanda etkisiz Amerikan politiği sistemi hakkında da endişeleniyor. Fakat Amerikanın kurucu büyükleri kurdukları check&balans (kontrol ve denge) sistemi ile özgürlüklerin her zaman koruma altında olmasını garanti altına almışlardır. Daha da ötesi, şuan  içinde bulunduğumuz partizanca yürütülen politik sistem ve güvensiz hükümetler Amerikan politik sisteminin bir çöküş içinde olduğu fikrini bize vermez. Son zamanlardaki bazı kötümser ruh halleri tamamen dönemsel ve  işsizlikle alakalı iken bazıları da tamamen günün politik sisteminden hoşnutsuzluktan, sürtüşmeden ve toplumsal kilitlenmelerden ileri gelmektedir. Yakın geçmişle karşılaştırdığımızda günümüzde parti politikaları daha çok kutuplaşmaya doğru gitmektedir fakat çirkin politik akımlar yeni olmayıp taa kurucu büyüklerin zamanına kadar uzanmaktadır. John Adams’ın destekçileri Thomas Jefferson’a  bir defasında güya “ kötü bir ruhlu, az ömürlü, yarı melez Hint zevce, Virginyalı bir babanın çocuğu”
 
Doğru değerlendirmenin bir bölümü, hükümete güvenin II. Dünya Savaşından çıkmış ve Büyük Bunalımdan kurtulmuş nesil tarafından anormal derecede artmasıdır. Amerikan tarihinin uzun görünümüne baktığımızda, 1950’lerde ve 1960’ların başında hükümetin kendine aşırı güveni söz konusuydu, sonraları da bu çok fazla değişmedi, bu kuraldışı bir durumdu. Amerikan hükümetleri ve politikaları her zaman problemli olmuştur, bazen bugünkünden bile daha beterdi. Siyasi düşüş değerlendirilirken, biri geçmişin altın dönemlerinden de bahsetmeli. Bugünün kötüsünü geçmişteki iyi haliyle karşılaştırırsak çöküşü göstermek çok kolay olacaktır.
 
Buna ek olarak, bazen yanlışlıkla Çin gibi otoriter ülkelerdeki siyasi sürecin verimliliğini ideal olarak görüp özenebiliyoruz. Altyapıya geldiğinde, örneğin, daha az avukatın ve daha az mülkiyet hakkının olduğu bir yerde yüksek hızlı raylı sistem kurmak daha kolaydır. Fakat Çinli liderlerin 12’inci beş yıllık planlarını hayata geçirme konusunda nasıl sıkıntı yaşadığı konusundaki soruya bakacak olursak—ihracata bağımlılığı azaltma, iç talep kayması, sanayiyi batıya doğru taşıyarak bölgesel eşitsizliği azaltmak, Çin verimlilikten çok uzakta. Fakat merkezi bankacılar ve ekonomik plancılar biliyor ki Yuan’ının yeniden değerlendirilmesi hedefleri destekleyecek ve enflasyona yardımcı olacak ve yerel parti patronları statükoyu korumaya çalışacaktır. 
 
yZekeriyya; Asya ülkeleri birbiri ardına Batılı ülkelerin başarılarının sırlarını öğrenmeye başladığını söylüyor, bu doğru bir tespit. Gücün geleceğinde, iddia ediyorum ki, bu yüzyılın iki büyük güç kaymasından birisi Asya’nın, sanayi devriminin Batıyı taşıdığı duruma erişmeden önceki gücüne erişmesidir: dünya nüfusunun yarısından fazlası ve ekonomik üretimi. Asya’nın yeniden doğuşunun habercisi olmalıyız—milyonları yoksulluktan kurtardı—fakat Çin’den korkanlar şunu unutmamalıdır ki Asya tek bir parça değildir. Asya’nın önemli kitaplarından olan Rivals (Rakipler), Bill Emmott, Japonya, Hindistan, ve Çin’in yükselişinden kaygı duyan diğer ülkeler, Amerikan varlığına sempati ile yaklaşıyorlar. Hiç kimse Kanada ve Meksika’nın kendi bölgesinde Amerikan gücünü dengelemek için bir Çinli ittifak arayışı içinde olduğunu hayal edebilir mi?
 
Çin’in yakın zamanda Amerika’yı geçebileceği muhtemel görünmüyor. Evet, politik kısıtlamalar, Çin’in boyutu ve yüksek orandaki büyüme hızı Amerikanınkine göre gücünü arttıracaktır. Fakat bunların sonucunda Çin halen Dünyanın en güçlü ülkesi olamayacaktır. Kendi içinde çok fazla bir politik bölünmüşlük veya karşıtlık olmamasına rağmen, güncel projelerin birçoğu GSMH’ya dayalı olup hepsi tek taraflı düşünülmüş ve hazırlanmış projelerdir.  Amerikan ordusunun kalıcı olmasını ve yumuşak güçlülüğün avantajlarını görmezden geliyorlar ve ayrıca Asya’nın iç güç dengeleri ve Çin’in jeopolitik dezavantajları da bu konudaki göz ardı edilmemesi gereken diğer hususlardır.
 
ABD’nin problemlerinin olduğu konusunda Zekeriyya haklı. Fakat bugün bizi meşgul eden konular, uzun vadeli borçlar gibi, çözülemeyecek konulardır. Örneğin, Simpson-Bowles komisyonunun önerileri ve şunu da hatırlamak gerekir ki bundan sadece on yıl önce bazı insanlar hükümet fazlasından dolayı endişeleniyorlardı. Elbette ki bu sorunlar sonsuza kadar erişilemez olarak kalabilir. Ancak çözülmesi mümkün olan sorunlar ile çözümü çok zor olan veya mümkün olmayan sorunları birbirinden ayırt etmek çok önemlidir.
 
Amerika için en büyük tehlike borç, siyasi felç ya da Çin değildir, asıl tehlike cemaat sistemi, dar görüşlülük, gücünün kaynağı olan açıklılıktan uzaklaşmak ve şöhretinin üzerine yatmaktır. Zekeriyya’nın dediği gibi, geçmişte çöküş endişesi onu engellemeye yardımcı olmuştu. Biz en iyisi bu zekice düşünülerek çizilmiş kara manzara yeniden sağlıklı bir düzelmenin vesilesi olur.

Kaynak: Foreign Policy

Dünya Bülteni için çeviren: Gülsüm İncekaya