Bağdat'tan, Kudüs'ten, Şam'dan
Bir kuş sürüsü geldi kan revan
Konuşup yara sararken aralarında
Diyordu biri; "Zırh giyelim bundan sonra"
Eskiler yeni bir cihazla karşılaştıklarında "Fen çok ilerledi" derlerdi. İzhar edilen tesbit, aslında gizli bir kaygıyı ve hayranlığın değişik oranlarını barındırırdı. Büyükleri bu belirsiz korumaya iten saik, fen ve teknolojinin Avrupa'dan, emin olunamayacak adresten gelmesiydi. Bugün tüketici sıralamasında, pek çok kalemde ilk sıraya yerleşen günümüz anlayışına nispetle dede neslimiz ihtiyatı elden bırakmamaya özen gösterir, elzem sıralamasına dikkat ederdi. Osmanlı modernleşmesinin koruma /savunma içgüdülü oluşu, bu açıdan, dikkat çekicidir.
Batı'nın "İlerlemeci Tarihi" anlayışı artık sorguya tutulmadan uzun menzilli düşünme yeteneği olmayan yeni nesilce onay görüyor. Yayılmacı ve dayatmacı siyasi paradigma, gün geçtikçe daha bir kabul görerek, dünyanın kılcal damarlarına doğru ilerliyor.
Son ümit olarak görülen İnsan Hakları kavramı da, tepkisel formuyla, mevcut akışa özeleştiri işlevi görüyor. Zuhur eden olay sonrası gösterilen tepkiler, düzenlemeden çok, kamuoyunun tepkisini azaltmaya dönük mahiyete dönüşüyor.
Adalet hayatın içine giremiyorsa orada oluşacak maharetin, baskıcı, yıkıcı karakter taşma ihtimali yüksektir. Geldiğimiz noktada yürüyüşünü sürdüren elektronik gelişmenin, ulaşım ve silah endüstrisine yansıması endişe verici. İlerlemeci Tarih anlayışı, takvim ilerledikçe daha mutlu olduğumuzu söyleyedursun, dünya kendini otuz küsur defa yok edecek silahı sırtlanarak yörüngesinde dönüyor. "Fen ilerledi" vurgusu kaygıya evirilerek netlik kazanırken, kılıç kılıca yapılan savaşların özleminin başlayacağı aşikar.
14 Nisan tarihinde İstanbul, veto ayrıcalığını elinde bulunduran beş devlete eklemlenen Almanya'nın da katılımıyla, İran'ın nükleer programının konuşulduğu toplantıya ev sahipliği yaptı.
BM'de bazı ülkelerin veto ayrıcalığına sahip olması, dünyanın yaşadığı problemin bam teli. Veto ayrıcalığıyla nükleer silahlar arasında sıkı bir ilişkinin var olduğu ve uluslar arası siyasetin bu minvalde yürüdüğü açık, ama dile getirilmeyen gerçek. Saf bir bakışla, diyebiliriz ki; bütün devletlerin, küçük büyük demeden eşit olduğu ve insanlık için nükleer silahların taşıdığı zarar ve tehditten dolayı herkese yasak olduğu bir dünyada, barıştan emin olunabilir güvenlik duygusu hayata girebilir.
Daha düne kadar ABD ve diğer nükleer güç sahipleri, İran'ın elindeki nükleer programı dünya için büyük tehlike olarak görürken, aynı bölgede yer alan İsrail'in üstelik Filistin'e karşı kimyasal silahlar kullandı halde ses çıkarmamaları normal mantıkla izah edilebilir mi?
Edilemez elbet.
Nükleer silah bir elde faydalı diğer elde zararlı olmayacağına göre, fiili durumdan yola çıkılarak oluşturulan zihin karmaşasına karşı da kitlesel karşı duruş çıkmaması, savaş tacirlerine, imkân olarak telakki ediliyor. İnsan hakları teori ve aktiviteleri savaşı daha da ötesi yok oluşu son noktaya getirip bekleten bu mekanizmalar için önleyici yapılanma içine girmeli.
Nükleer programların ortaya koyduğu dikkat çekici gerçek; kimin elinde bulunursa bulunsun tüm canlılar için potansiyel küçük kıyametin varlığıdır. "Barışçıl amaçla, savunma hedefli" adlandırmalar, konuyu sulandırmaya yönelik zorlamalardır. Çernobil sızıntısını hatırlarsak, meselenin ehemmiyeti konusunda, hafızayı tazelemiş oluruz.
14 Nisan tarihli toplantıda, ilk defa ABD ve İran'ın birlikte olumlu ifadelerle bitirdikleri bir toplantıya şahit oluyoruz. Üstelik böylesine hayati bir konuda. Türkiye hariciyesinin de birkaç yıldır bu konuda İran'ın yanında durarak gösterdiği çabayı gözden kaçırmamak gerek.
14 Nisanla başlayan süreç neler getirecek, bölge dengelerine nasıl yansıyacak, merak konusu. Şurası anlaşılıyor ki, İran da bundan sonra nükleerliler ligine katıldı. İran nükleer gücünün ne kadar "günahsız" olduğunu sağ olanlar görebilecek.
Fen ne fena ilerledi.
Ölmek için silah sesi beklemeye gerek yok. Kurşun, şarapnel de geride kaldı. Sessiz ölümler bulundu bilimle "fen"le. Havadan, sudan gelen, azar azar hissetmeden ölümler.
Tercih hakkı da tanıyacaklar, ne de olsa demokrasi nükleer silahların ayrılmaz parçasıdır. Muasır medeniyet seviyesine ulaştık; ya nükleer silahlara sahip olacağız veya toplu halde, aniden, sessiz veya sesli ölüm tercihlerini işaretleyeceğiz; ikisi de güvensiz bir hayatın varlığına delalet.
Veto ve nükleer ilişkisindeki uluslar arası baskı politikası, insanın en son varlığı nefese tekabül ediyor. Adaletsiz bu sistem terör tanımına oturuyor. Ulaştığı her yerde, karşı terörü besleyecektir; bundan da şikâyetçi olmamalı. Karşı terörün malzemesi çok ucuz ve etkisi nükleerden az değil.
Nükleerci beş yıldıza karşı, getto ülkelerinin, biyolojik silaha sarılması terör sayılır mı?