Sevgili Fazıl Say,
Size bu mektubu sosyal medya üzerinden yürüttüğünüz 'Hayyam' tartışması nedeniyle yazıyorum. Öncelikle şunu belirtmek isterim: Yola çıkış noktanız farklı olsa bile, yazdıklarınız sayesinde kamuoyu bir süreliğine de olsa Hayyam'dan söz etti, onun rubailerini tartıştı. Bu süreç umuyorum ki bu önemli bilim adamı ve şairin daha yakından tanınmasını sağlayacak bir yolu açacaktır. Yazdıklarınızı Hayyam hakkındaki gerçekleri gündeme getirme fırsatı olarak değerlendirdiğim için, bu yüzden size teşekkür ediyorum. Öte yandan bu süreç sizi de ister istemez Hayyam'la ilgili yeni okumalar yapmaya zorlamış; bunu da olumlu bir gelişme olarak görmek gerekir.
Sevgili Say,
Hayyam adı verdiğimiz rubai yazarının gerçek adı Ebü'l-Feth Ömer bin İbrahim'dir. El-Cebr (Cebir) isimli yapıtında kendisini böyle tanıtır. Şiirlerinde ve kitaplarında kullandığı 'Hayyam' gerçek adı olmayıp kendisine seçtiği mahlastır. Hayyam kelimesinin kökü Farsça'da 'çadır' anlamına gelen 'hayme' kelimesidir ve 'çadırcı' anlamına gelir. Şairin kendisine bu adı seçmesinde toplumsal-sınıfsal bir tanımlama, bir tercih vardır. Bugünkü kelimelerle söyleyecek olursak aristokrat olmadığını, 'halk'ın içerisinden geldiğini, onlardan yana olduğunu anlatır.
Şiirleriyle bildiğimiz Hayyam aynı zamanda bir filozoftu. O dönemde felsefe dendiğinde matematik, astronomi, fizik ve metafizik gibi bütün çalışma alanları akla geliyordu; çünkü bilimler bugün olduğu gibi birçok alt dala ayrılmamıştı. Hayyam bu alanlarla ilgili 10 civarında kitap-makale (eski adıyla risale) yazdı. Cebir'le ilgili kitapları Batı dillerine çevrildi ve yaptığı denklem çözümleri üniversitelerde ders olarak okutuldu. Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından Merv'de kurulan gözlemevinin başına getirilen Hayyam, Takvim-i Celali adıyla bir takvim hazırladı. Gregorius takviminden daha tutarlı ve ileri olması nedeniyle bu takvim, bilim çevrelerinde beğenildi ve tutuldu. Ayrıca Biruni tarafından keşfedilen 'su terazisi'ni de yapmış ve çalışmalarında kullanmıştır. Hayyam'ın yaşadığı dönemdeki lakaplarından biri 'Hoccetü'l-Hakk' idi. Yani: 'Gerçek Belge.' Gerçeğe ulaşmak için başvurulacak birinci kaynak.
Sevgili Say,
Buraya kadar olan bilgilerde anlaştığımızı umuyorum. Zaten, size yönelik eleştirilerimi sıralayacağım kısım buradan sonra başlıyor. İsterseniz hangi rubailerin Hayyam'a ait olduğu sorusundan başlayalım.
Hayyam yaşadığı dönemde rubailer söylemiştir ama bunları yazılı hale getirip yayımlamamıştır. Hayyam rubaileriyle ilgili ilk derleme onun ölümünden yaklaşık üç yüz yıl sonra 1461-62'de Şeyh Mahmud-ı Yerbudaği tarafından bir mecmua şeklinde yapılmıştır. İçerisinde sadece 158 rubai olan bu dergi bugün Oxford'daki Bodleian kütüphanesindedir. Bu derlemeyi yeterli bulmamış olacak ki Yar Ahmed Reşidi-i Tebrizi bir yıl sonra Tarab-Hane adlı yeni bir derleme yapmış ve 374 rubai yayımlamıştır. Sevinç Evi olarak da çevirebileceğimiz bu mecmuayı da hem İstanbul Üniversitesi hem de Nur-u Osmaniye kütüphanelerinde bulmak mümkün. Fakat aynı adı taşımalarına rağmen bu iki nüsha arasında önemli farklar var. Araştırmalar, İstanbul Üniversitesi'ndeki nüshanın Tebrizi'nin yazdığı asıl nüshadan 23 yıl sonra yazıldığını gösteriyor. Bu 23 yıl içerisinde Hayyam'a ait olduğu iddia edilen rubailerin sayısının 481'e ulaşmış. Bu durumda bugün internette 1000'in üzerinde 'uydurulmuş' Hayyam rubaisinin dolaşmasına şaşırmamalı. Görüldüğü üzere Hayyam rubailerini tespit ve ayıklama meselesi çok eski bir mesele. Ve sizin de haklı olabileceğiniz gibi hangi dörtlüğün ona ait olduğunu ya da olmadığını ispatlamak çok kolay değil.
Ne yazık ki Türkiye'de ve diğer Doğu ülkelerinde Hayyam'ın yeniden keşfedilmesi Batılı ve Rus oryantalistlerin çalışmalarıyla oldu. İngiliz araştırmacı Fitzgerald 1859'da Hayyam'ı büyük bir ustalıkla İngilizce'ye çevirdi. Onu Fransa, Danimarka, Rusya gibi ülkelerde yapılan çeviriler izledi. 1913 yılına kadar İngiltere'de 120'ye yakın Hayyam çevirisi yapıldı. Diğer ülkelerde Danimarkalı Arthur Christenson'un ve Rus Zhukovski'nin çalışmaları yetkinlikleriyle ön plana çıktı.
Ülkemizdeki ilk çeviri 1903 yılında yapıldı. Çeviren, Galatasaray Lisesi Farsça öğretmeni Muallim Feyzi Efendi'ydi. Sonraki tweetlerinizden birinde Yalçın Ayçiçek'e atıf yaparak Hayyam'ın bugüne dek 19 kez Türkçe'ye çevrildiğini yazmışsınız. Sanırım çevirilerin sayısı 19'un üzerindedir. Fakat bu konuda bazı hususları açıklığa kavuşturmak gerekir:
Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında, (Hüseyin Daniş, Abdullah Cevdet, Hüseyin Rifat, Hamamizade İhsan, Yahya Kemal, Vasfi Mahir Kocatürk, Cemal Yeşil gibi isimler tarafından) yapılan çevirileri ayrı tutarsak sonraki dönemlerde Hayyam'ı çevirenlerin çoğu Farsça bilmemektedir. Bunun bir istisnası olarak Abdülbaki Gölpınarlı sayılabilir; o da zaten şiir değil düzyazı şeklinde çevirmeyi tercih etmiştir.
Sevgili Say,
Bir tweet'inizde sizin yazdığınız rubailerin Hayyam'a ait olmadığını iddia eden Murat Bardakçı ile ilgili olarak "Murat Bardakçı tarihçi değildir, Hayyam üzerine hiç bir araştırma kitabını bilmiyoruz. Dörtlük Hayyam'ın degilse kimin? Sırf demagoji.." yazmışsınız. Bardakçı'nın sizin klasik müzik konusundaki yetkinliğinizi tartışması (bunu yapmadı sanırım), ya da sizi Bardakçı'nın tarihçiliğini tartışmanız bizim ilgi alanımızın dışında. Esas gelmek istediğimiz nokta şu: Hemen akabinde demişsiniz ki: "Yaşar Kemal der ki; Sabahattin'in ( Eyüboğlu) tercüme ettikleri kesin Hayyam'ın olanlardır ve en doğru tercüme üslubudur." Oldu mu şimdi? Bardakçı, Hayyam konusunda uzman değil de Farsça bilmeyen Yaşar Kemal mi uzman? Kaldı ki Eyüboğlu da Farsça bilmiyordu ve çevirilerini Gölpınarlı'nın düzyazı açıklamalarına dayanarak yapmıştı. Olmayan mısraları eklemiş, hoşuna gitmeyen mısra ve düşünceleri metinden çıkarmış ya da bozmuştu. A. Kadir gibi diğerlerinin sonradan yaptıkları Hayyam derlemelerinde de aynı çarpıklığın izleri görünür. Bu konuda size Ahmet Kırca'nın Hayyam Rubaileri adlı kitabını okumanızı öneririm.
Sevgili Say,
Bir dilden başka bir dile şiir çevirisi yapmak için o dillerin ikisini de iyi bilmek gerekir. Bu da yeterli değildir, çevirisi yapılan dilin ve ülkenin tarihini, felsefesini de çok iyi bilmek gerekir. O da yetmez, ozanın düşünce yapısını ve yaşadığı sosyal, siyasi, kültürel ortamı da bilmek gerekir. Sadece 'şiirden anlayarak' bu çeviriler yapıldığında ortaya çıkan yapıt çevrilene değil sadece o çeviriyi yapana ait olur. Ne yazık ki Türkiye'de Hayyam çevirileri söz konusu olduğunda durum böyledir. Şiirle aranız nasıl bilmiyorum ama kendinizi zorlarsanız bir günde şarap, meyhane vs. geçen çok sayıda dörtlük üretip bunları da internete yükleyerek Hayyam literatürüne katkıda bulunabilirsiniz. Şunu söylemek istiyorum: İnternetten kesip yapıştırarak ya da Eyüboğlu, A.Kadir gibi isimlerin kitaplarından alıntı yaparak koyduğunuz dörtlükler Hayyam'a değil o kişilere aittir, o kişilerin ideolojik yönelimlerinin ürünü olan, ne yazık ki, çarpıtmalardır. Siz de bu alışkanlığı sürdürmektesiniz. Oysa bu neviden görüşlerinizi açıklamak için Hayyam'a ihtiyacınız yok.
Başta da belirttiğim gibi Hayyam'ın kaç adet rubaisinin olduğu konusu bitmek bilmeyen bir tartışmadır. Hayyam'a ait olduğu söylenen rubailer dost meclislerinde kulaktan kulağa tekrar edilerek ya da diğer kitapların kenarlarına küçük notlar düşülerek bugüne dek ulaşmıştır. Ama her hal ve şartta bu rubailerin 400'den fazla olmadığı kesindir. Hatta Rus araştırmacı Zhukovski yıllar süren araştırmaları sonucu bunları 83'le sınırlandırmıştır.
Bir başka önemli konu da şudur: Hayyam, Selçuklular döneminde yaşamış bir bilim insanıydı. Zamanını aşan bilimsel görüşlere sahipse de din ve kültür algısı o dönemde şekillenmişti. Böyle bir kişilikten dinle, ibadetle dalga geçen şiirler yazmasını beklemek safdillik olur. Hatta Eyüboğlu tarafından çevrilen şu rubaideki gibi hırsızlığı öven şiirler yazmasını beklemek de: "Eskiden bir kilim aşırmıştım camiden/O eskidi gittim yenisini yürütmeye." Hayyam'ın din ve yaşam konusundaki görüşlerini uzun uzadıya tartışmak gibi bir niyetim yok ama sadece şu dörtlüğü dikkatinize sunmak isterim: "Dinlersen bir öğüt vereyim sana / N'olur fitne giysilerini kuşanma / Ahiret temellidir, dünya bir anlık, / Bir ân için temelli olanı satma." Bu rubaiyi yazan Hayyam'la sizin alıntıladıklarınızı yazan kişi aynı olmasa gerek.
Hayyam hayatında şarap içmemiştir, günaha bulaşmamıştır, demiyorum; kimse de bunu diyemez. Ama onun rubailerinde Tanrı'yla kurduğu ilişkiyi iyi incelemek gerekir. Günahkarlık ve af dileme hakkındaki yakarışlarını bilmek gerekir. Ayrıca bir uzmandan dönem şiirlerinde geçen şarap, kadeh, meyhane, testi kelimelerinin tasavvuftaki karşılıklarını, batınî anlamlarını da öğrenmek gerekir. Ondan sonra bu tartışma daha verimli hale gelecektir.
Dalgın gezerken uğradım bir testiciye,
Ustayı gördüm çamurlu elleriyle;
Padişahın başında kulp yapıyordu,
Dilencinin elinden baş; testilere.
Sizden ricam şudur ki Hayyam'ı önce anlamaya çalışalım. Kendi görüşlerimizi ifade etmek için onu bir manivela, bir aparat gibi kullanmayalım. Önyargılarımıza ve düşmanlıklarımıza sanatı alet etmeyelim.Şunu da unutmayalım: Nefret suçu işlerken kendinize kimi referans aldığınız önemli değildir.
Saygı ve sevgilerimle...