Dün Meclis tarihî bir gün yaşadı. 11. cumhurbaşkanını seçmek üzere yapılan ilk oturum, CHP tarafından ısrarla savunulan 367 rakamına kilitlendi. Aslında bu rakam hukukî olmaktan ziyade siyasi bir baskı unsuruydu. Hukukî bir gerçekliği yoktu.
Çünkü ne geçmişte aranmıştı böyle bir rakam ne de bugün bu rakamın aranması için geçerli bir mazeret vardı. Siyaseten elde edilemeyen gücün Meclis dışı desteklerle sağlanması amaçlanıyordu.
Dünkü Meclis manzarası gerçek bir demokrasi sınavıydı. Ya halkın oylarıyla parlamentoya seçilmiş vekiller kendilerine verilen yetkiyi kullanarak cumhurbaşkanı seçiminde halkın iradesini yansıtacaklardı ya da Meclis'in görevini mahkemenin üzerine yıkarak yetkilerini inkâr edeceklerdi.
"Meclis mi, mahkeme mi?" sorusuna verilecek cevabı dün Türkiye dakika dakika izledi. Anayasa, cumhurbaşkanını seçme hakkını TBMM'ye veriyor. Bu hakkı alıp mahkemeye intikal ettirmek, bu hakkı mahkemenin eline vermek demokratik bir sınavdan başarısız çıkmak demekti ve maalesef bazı partiler için sonuç bu şekilde gerçekleşti. Bu açıdan bakıldığında partilerin tutumunu kısaca özetlemek isterim.
CHP: Çok iyi bir aday göstererek AK Parti saflarında bir çatlamaya yol açabilirdi. Ancak aday göstermedi. Bir kere hata buradan başladı. Boykot geleneğini tercih etti ki bu gelenek 1980 öncesinde halkın kutuplaşmasına, kamplaşmasına sebep olmuştu.
Kendin aday göstermeyeceksin, sonra parlamentoyu boykot ederek mevcut aday hakkında da bir şey söylemeyeceksin... Görünen şu ki CHP, bütün hazırlıklarını Tayyip Erdoğan üzerine yapmış.
Erdoğan ismini açıklayacak, ardından CHP kıyameti koparacak gürültülere sebep olacak. Ancak beklenen olmadı, Tayyip Erdoğan son anda bir adım geri atarak Abdullah Gül ismini ortaya koydu. Gül ismi CHP'de bir şoka sebebiyet vermiş, bu çok açık.
Çünkü Abdullah Gül ismi açıklandıktan sonra oylamanın yapıldığı dün sabaha kadar Deniz Baykal ortalıkta gözükmedi. Gül şaşırtıcı bir isim. Çünkü kavgacı bir isim değildi. Uzlaşmacıydı.
CHP tabanında bile Abdullah Bey'e sıcak bakan isimler vardı. CHP, Abdullah Gül ile ilgili bir şey söyleyemeyince Tayyip Erdoğan üzerine yaptığı stratejileri Gül üzerinden devam ettirdi ve doğru, geçerli bir politika ortaya koyamadı.
Anavatan Partisi: Anavatan Partisi'nin adı 28 Şubat sürecinde darbe işbirlikçisine çıkmıştı. Oysa Anavatan, rahmetli Turgut Özal'ın kurduğu, Türk siyaset tarihinin en dinamik, en devrimci, en atılımcı partilerinden biriydi. Erkan Mumcu, bunun izini silmek, darbe işbirlikçisi ithamını ortadan kaldırma gibi bir fırsatı yakaladı.
Parlamento'ya girmesi gerekiyordu. Meclis'e girdikten sonra Abdullah Gül'e oy vermesi şart değildi; ama oylamaya katılmak suretiyle bu meselenin çözümünün Meclis'te olduğunu, mahkemede olmadığını ortaya koyacaktı ki zaten Mumcu defalarca 367 meselesinin rasyonel bir şey olmadığını ve hukuki bir sebebe dayanmadığını itiraf ve beyan etmişti.
Buna rağmen SHP'nin Özal'a yaptığını şimdi o döndü Gül'e yaptı. Üstelik neye rağmen? Anavatan tabanının demokrasiden ve Meclis'ten yana net bir tavır koymasına rağmen CHP'yle işbirliği yaparak Meclis'te çözülecek bir meseleyi eski bir savcının peşine düşerek, CHP'nin paralelinde bir politika izledi. İkinci turu bilemiyoruz; ama şu anki durum itibariyle ANAP ağır bir yara aldı. Çünkü tabanından yükselen sese kulak veremedi.
DYP: Aslında demokrasi mağduru partilerden birisiydi. Kökü Demokrat Parti'ye dayanan DP-AP'nin söylemlerini devam ettiren bir partiydi. O da sayısı az olsa bile Meclis'e katılabilir, istediği adaya oy verebilir ya da Gül'ün aleyhine oy kullanabilirdi.
Yalnız sebebi bilinmeyen bir şekilde Mehmet Ağar, seçimlere birkaç gün kala sert bir tavır takındı ve tabanıyla da çelişerek seçimleri protesto etti. Bu yolla arkasında "Yeter! Söz milletindir" sloganını taşımasına rağmen, dümeni Adnan Menderes safına değil, biraz İsmet Paşa'yı andırır şekilde CHP saflarına kırmış oldu.
Bu da DYP tabanından büyük bir şikayet yükselmesine sebebiyet verdi. Nitekim 4 milletvekilinden 2'si Meclis'teki görüşmelere katıldı, genel başkanlarının çizdiği politikayı sert bir dille eleştirdi ve çok önemli bir vurgu yaptı.
DYP tabanı, Meclis'i boykot etmeyi doğru bulmuyordu, aynı zamanda CHP politikalarıyla işbirliği yapılmasını da doğru bulmuyordu. Ağar, bunu önceden okuyamadı ve maalesef sebebi açıklanamayacak bir şekilde Meclis'in dışında kalarak oylamaya katılmadı.
Bundan sonra ne olur? Dünkü Meclis'e yansıyan manzara ikinci tur için çeşitli ipuçları veriyor.
AK Parti, DYP ve Anavatan dün görülen Meclis manzarasına bakmak suretiyle halkla bütünleşecek, demokrasiye yara aldırmayacak, ma'şeri vicdana, yani kamu vicdanına ters düşmeyecek ve Meclis'in, demokrasinin güçlenmesine yol açacak bir strateji bulmak ve o yolda ilerlemek zorundadır.
CHP'nin yanlış bir şekilde meseleyi bir mahkeme meselesi haline getirmekte ısrar edeceği anlaşılıyor.
Buna sadece AK Parti'nin değil, DYP ve Anavatan'ın da müsaade etmemesi gerekiyor. Çünkü bütün bu yapılanlar ilk seçimde AK Parti'nin lehine işleyecek ve AK Parti'nin oy patlamasına rakipleri sebep olacaktır. Kim ne derse desin, cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis'te yaşananlar bir demokrasi sınavıdır ve bu sınavı geçenler ve geçemeyenler bir sonraki turda çok daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır.