20. yüzyılın başında yaşanan birinci Arap ayaklanmasından bu yana coğrafi çapı ve yoğunluğu bakımından emsalsiz olan Arap dünyasındaki mevcut değişim dalgası, pek çok analistin bölge hakkındaki teoriler üzerinde yeniden kafa yormalarına yol açtı. (Mesela 'Revisiting assumptions, old and new', Al-Ahram Weekly, 31 Mart 2011.) Ancak Arap ülkelerine itici güç olan yeni dinamikler hakkında henüz ham bir anlayış var zira gözlemciler hızla ortaya çıkan olayları nefeslerini tutmuş bir halde takip etmekle meşguller. Bu tektonik değişimin bazı unsurları şöyle:
- Bölgesel düzenin önemli aktörlerinin kültüründe insan haklarına saygı, demokrasi inşası ve diktatörlüğe, yolsuzluğa ve siyasi hanedanlar kurma teşebbüslerine müsamahanın sona ermesi gibi yeni siyasi standartların uygulanması yönünde yaşanan çarpıcı bir değişim söz konusu. Bu hareket- kabul edilmelidir ki tamamlanmamış bir harekettir – demokratik rejimleri kapalı yönetimlere karşı ittifaka yönelterek, Arap Birliği’nin rolünü yeniden tanımlayarak ve uluslararası işbirliği için (Akdeniz’in her iki yakası arasında müşterek bir zemin bulmak için Euromed kavramının yenilenmesi gibi) yeni imkânlar sunarak bölgesel sonuçlar doğurabilecektir.
- Bir diğer temayül, hesaba katılacak bir kuvvet olarak siyasi İslam’ın yeniden yükselmesi; devlet, rakip siyasi güçler ve dış taraflar gibi tüm oyunculara bu yeni gerçekliğe ayak uydurmak üzere beklentilerini, gelecek planlarını ve dillerini yeniden tanımlamaları gerektiği mesajını göndermesidir. Bir bakıma, bölgenin kimliğini dini esas alarak tanımlamaya karşı çıkan, laik ve modernleştirici bir kavram olan Arap ulusçuluğu ideolojisine meydan okumadır bu. Pratik bir ifadeyle, İslam’ın yönetimdeki rolünün öne çıkması, Türkiye ya da İran’la veya hatta Hamas ve Hizbullah gibi ulus-altı aktörlerle yeni ittifaklara yol açacak, bu ittifaklar Batı inisiyatiflerini/müdahalelerini karşılayan direnişe eklenecektir diye savunanlar var. Arap sistemine üye muhtelif devletler arasındaki hızlı etkileşim, hatta sembiyoz, Arap ulusçuluğunun hiç değilse kültürel düzeyde canlı olduğunu ispatladı diyenler de var. Arap sisteminin üyeleri, özellikle de değişimle yüzyüze gelenler, kendi evlerini düzene koymak için kaçınılmaz olarak içe dönerken bölgesel ve uluslararası meseleleri gözden kaçırabilirler. Aynı zamanda, Fukuşima’nın ardından petrolün küresel ekonomi için önemi yeniden artmışa benziyor. Hepsini birlikte düşündüğümüzde, bu çifte faktör bir yandan sisteme yönelik özellikle de sistemin çevresine yönelik Batı müdahalesinin daha üst düzeyde seyrine imkân tanırken diğer yandan Arap olmayan aktörler için (Türkiye, İran, İsrail) daha geniş bir nüfuz sahası açabilir.
Fakat petrol parasının önemli olmayı sürdürmesi Körfez’deki petrol ve doğalgaz ihracatçılarıyla birlikte S. Arabistan’ın statü ve nüfuz bakımından güçlü kaldığını da gösteriyor. Bu bölge-altı birliktelik yavaş, düzenli bir reform sürecini tercih etmekte ve batı cenahından gelen değişim dalgasını rahatsız edici bulmaktadır. Uluslararası sistem ise enerji arzının serbest akışından yana. Mısır’ın diğer Arap ülkeleri için demokratik bir model sunması (bkz.'Return of the Egyptian model', Al-Ahram Weekly, 10 Mart, 2011) sistemdeki daha geleneksel kuvvetlerle yeni bir rekabete yol açabilir bu bağlamda.
- Devlet dışı aktörlerin – el Cezire, el Arabiya gibi televizyon kuruluşları, sosyal medya, egemen fonlar, yükselen bölgesel çok-uluslu şirketler (inşaat, Gsm ve liman işletmeleri) ve devlet-altı hareketler - bölgesel devletler sisteminin üyelerine meydan okumaktadır. Ayrıca, bölgesel sivil topluma (hukukçular, doktorlar yazarlar vb) yeni ve enerjik bir rol düşeceğini öngörebiliriz. Devlet kontrolünün dışında gerçekleşen bu düzeydeki bir bölgesel etkileşim bile klasik devlet egemenliğinin altını oymakta ve fakat pazarlar ve halklar arasında yeni bağlar oluşturmaktadır.
- Değişim artarken, bölgesel örgütlenmenin işlev bozukluğu yaşadığını da ifşa etmektedir. Arap Birliği II. Dünya Savaşı sonrasında kurulduğu zamandan beri çeşitli Arap devletleri arasındaki bölünmelerden mûcizevi bir şekilde sağ çıktı, reform baskılarına dayandı ve üye ülkeler arasındaki asgari müşterekler üzerinden hareket etti. En son, Amr Musa’nın komşu devletler arasındaki meseleler için mekanizma kurma teklifini reddetti ama gelin görün ki Libya üzerinde uçuşa yasak bölge kararına yeterince enerji de kattı. Kendi felsefesine ve hareket tarzına yönelik ciddi değişimleri engellemeleri yüzünden bu dinazorların devletin işlevlerine yeni standartlar getirip bölgesel bütünleşmeye giderek demokratik dönüşümün devasa sorunlarıyla başa çıkabileceklerini düşünmek zordur. Bir sonraki Arap Zirvesi hakkında yaşanan kafa karışıklıkları bu ataletin son bir yansımasıdır.
Yapısal faktörler alternatif gelecekleri şekillendiriyor
Arap sistemiyle ilgi duyan gözlemciler kendi reçetelerini söylemezden evvel analizlerini bir adım ileriye, geleceğe doğru taşımalıdırlar. Uzan vadeli yapısal değişimlerin izini sürmek, bölgesel sistemin gelişimi önündeki alternatif seyirlerin haritasını çıkarmaya yardım edebilir. Örneğin, çoğu Arap ülkesindeki nüfus artış oranının - şu an zaten en yüksekler arasındadır - dünya ortalamasının neredeyse iki katı olması bekleniyor; projeksiyonlara göre bölge nüfusu 2050 yılına kadar ikiye katlanarak 650 milyona ulaşacak ve gençlerin nüfustaki oranı yükselecek. Ortalama bir nüfus artışına bakınca, iş fırsatları muhtemelen sınırlı kalmayı sürdürecek ve bu durum yüksek işsizlik oranlarına yansıyacaktır. Bu oran şu anda yüzde 15 seviyesinde yani dünya ortalamasından iki kat daha büyük; ancak işsizlik en çok gençler arasında yaygın.
Dünyanın en fazla kentleşen bölgelerinden biri de Arap dünyasıdır; Arap dünyasında nüfusun yarıdan fazlasını kentlerde yaşıyor ve bu temayülün devam etmesi, mega-kentlerin geleceğinin bir parçası olması bekleniyor. Örneğin, BM, Mısır nüfusunun 2065 yılında 115 milyonda istikrar kazanacağını öngörüyor. Kısa bir süre önce yapılan bir toplantıda katılımcılardan biri Mısır’ın bu artışa yer bulmak için her biri 2 milyon nüfuslu 15 kent’e daha ihtiyaç duyacağını kaydetmişti; lakin şu an tek bir kent planlaması bile yok. Uzmanlar, bölgenin enerji arzının azalması, gıda güvenliği ve su kaynaklarının kuruması gibi (su kaynaklarının çoğu nehirlerdir ve nehirlerin yüzde 60’nın kaynağı Arap olmayan komşulardadır) müstakbel sorunlara işaret ediyor. Bazı uzmanlar da sıraları dolmuş üniversitelere kaydolmak için çabalayan milyonlarca öğrencinin oluşturacağı uzun kuyrukları hayal ediyorlar. Bu tahminler, halk huzursuzluğu, başarısız yönetim ve bölgesel sıkıntılar gibi konularda gözdağı veren senaryolara yol açıyor.
Artık katmanlara ayrılan Arap sisteminde beş ülke grubu var: Birincisi, petrol zengini, nispeten az nüfuslu ve parasal çözümlere direnen pek az sorunların olduğu ülkelerdir. Libya, Bahreyn ve Umman’daki gelişmeler bu imajı yeniden şekillendirdi ama belli belirsiz denilecek derecede. İkincisi, – Lübnan, Ürdün, Tunus ve bazen de Suriye gibi - daha küçük, nispeten başarılı, insani kalkınma göstergeleri sıhhatli olan ülkeler var. Değişim dalgaları bu modelin temelini sarsmaktadır. Üçüncü grup ülkeler arasında Komorolar, Cibuti, Moritanya, Somali, Sudan ve Yemen gibi çevrede yer alan, Arap Birliği’nin daha fakir ülkeleri var; bu devletlerin çoğu ya başarısız devlet statüsünde ya da sivil çatışmalarla yaralanmış haldeler. Dördüncü grup, yani Cezayir ve Irak, bölgenin en vaatkâr ülkeleridir. Beşeri ve tabiî kaynaklar arasında bir dengenin olduğu bu ülkeler liderlik sorunundan dolayı yollarını bir şekilde kaybettiler. Beşinci grup, Mısır ve Fas’tan oluşmaktadır. Farklı siyasi gelişim seyri izleyen, nüfusları büyük, kişi başı milli gelirleri daha düşük eski medeniyetlerdir bunlar.
Daha büyük mekan ve daha fazla zaman kazandırmak için kale direkleri başka yere taşınsa bile bu birimler arasında bölgesel bütünleşme zor olacaktır. Doğrusu, her bir grup için farklı bir gelecek ummak daha kolaydır.
Arap sistemi - Ortadoğu sistemi karşı karşıya
Arap sistemi dönüşümünü sürdürürken, yanı başındaki komşuları kapısını tıklatıyor. Türkiye’nin yeni dinamizmi, İran’ın cüretkâr revizyonizmi, İsrail’in inatçı uyuşmazlığı ve Nil suyu ile ilgili sorunlar -kıt bir emtia diyebileceğimiz - vizyoner Arap liderlerden çok yönlü cevaplar/tepkiler talep etmektedir. NATO’nun Akdeniz’de yürüttüğü askeri harekâtlar ve AB’nin güney komşularına yönelik politikaları berrak bir düşünce ve sonuç alıcı eylem gerektirmektedir. Filistin sorununu çözmenin ileriye yönelik her hangi bir hamlenin merkezinde olması gerektiği hakkında uluslararası fikir birliği varsa da bölgesel düzen, nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge kurmaktan iktisâdi, insâni ve askeri ilişkiler için yeni ve daha kapsayıcı bir yapı inşasına kadar çok çeşitli alanlarda anlaşmalar yapılmasını şart koşmaktadır.
Durgunluk ve değişime dirençten çok uzan olan Arap/Ortadoğu bölgesi, ulus-üstü, ulus-altı kuvvetlerin ve komşu devletlerin meydan okuduğu yeni bir devletler sistemine doğru dönüşüm yaşamaktadır. Önümüzdeki topoğrafya’nın haritasını titiz bir şekilde ortaya çıkarma vaktidir ve geleceğin haritasını çıkarmak için güvenilir pusulalara ihtiyaç vardır. Şu an ihtiyaç duyulacak son şey, fırsat kaybetmektir. Evet, Yeni Arap Düzeni hiç de uzaklarda değil ama bundan önce yeni bir düşünüş lazımdır.
Kaynak: El Ahram
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı