Eski Bayramlar

Çocukluğa dair bayram hikayeleri anlatılır her bayramda. Bütün bayramların olmazsa olmazı, rutin sohbet teması, nostaljik yakınmalara başlanırken sarfedilen o ilk cümle; Ah o eski bayramlar! İtalik harflerle resmi geçit yapar bayram sebebiyle bir araya gelinen dost meclislerinde; O eski bayramlar...  

Abdurrahim Karakoç'un şiirine bile bir isyan olup oturmuş eski bayramlar.  

"ya bayramlar bayram olsun kurtulsun 
ya takvimler cayır cayır yırtılsın" 

Bayramlar bayram olup kurtulamasalar da, tazeliğini, diriliğini daha dün yaşanmışçasına koruyan en tatlı anılarla birlikte zihnimizde aynı kategoriyi paylaşırlar. Dinlediğimiz masallardaki iyi kalpli nine, bayram günlerinin en şirin kahramanı, anneannemiz artık hayatta olmasa da, bayram vesilesiyle yeniden canlanır hatıralarımızda. Bayramdan birgün önce tatlı bir telaşa karışıp evinizi dolduran bayram baklavasının kokusu hatırlanır sonra. Sonra öpülen eller, sonra alınan harçlıklar, şekerler, cikletler, pilli bebekler... Sonra dönersiniz geriye... Bugüne gelirsiniz, yaşadığınız ülkeye, gurbete yani…

Çocukluğunuzun bayramları kadar uzaktadır Türkiye artık. Ve her bayram en azından anılması, hatırlanması, yeni nesillere aktarılması gereken nice değerler, güzellikler vardır. 

Şimdi ben de anlatıyorum gurbetçi oğluma o munis hatıralarımı. Evet evladım diyorum, bizim çocukluğumuzda bayramlar yaşanırdı…

Çocukluğumuzun bayramları da çocukcaydı. Luna parklar, horoz şekerleri, anneannelerin hediyesi, kar beyazı el mendilleri vardı.Yıl boyunca çalınmayan mahzun kapılar o gün minik yumrukların tıklamalarıyla açarlardı kollarını.Annelerden gizli misafir çikolatasını aşırmalar, arkadan gelen guruba yardımcı olmak niyetiyle çikolata veren evlerin kapılarına çizik atmalar bayramlara has haşarılıklardı. Saygıyla öpülen ellerden bir tutam sevgi ve birkaç kuruş doldurulurdu ceplerimize. Erkek çocukların plastik tabancalarından çıkan, vurmayan, öldürmeyen masum patlamalarla çınlatırdı; buram buram tarçın, ceviz, gül suyu kokan, yağmurun yıkadığı, güneşin parlattığı arnavut kaldırımlı taş sokakları. Ve gülen, ama gerçekten gülen bahtiyar dedeler, nineler, amcalar, teyzeler vardı... 

Gözlerimizde heyecanın renkleri, ellerimizde tatlı bir yapışkanlık, dudaklarımızda leblebi tozları, dantelalı entarilerimiz ve eksik dişlerimizin şirinliğine şirinlik kattığı gülümseyen yüzlerimizle solurduk o cıvıl cıvıl bayram havalarını. İnsanlar iyiydiler, kötüler iyinin kötüsüydüler ve mevsim her bayram ilk bahardı.  
 
Bayramlar yaşanırdı, sütlü şeker tadında oğlum. Bir dilim baklavanın gevrekliğini duyardık asma dallarının gölgelediği teras muhabbetlerinde. Lokum gibi yumuşak olurdu o gün bütün ebeveynler. Bayram sevincinin guguklu saat, ahşap dolap, bakır tencereye kadar sindiği mesud evlerimizin yeşil pervazlı pencerelerinden çocukluğumuz rengarenk bir uçurtma gibi süzülür ve şehrin mavi semalarında nazlı nazlı salınırdı. Üfürüp uçurduğumuz şeytan tüylerinin altında dans eder; boş arsalarda, merdiven başlarında, kapı diplerinde karamelli şekerleri yalar yutar, siyah beyaz çizgi filmi bayram günlerinde hep pembe ve maviye boyardık. Salıncaklar bir başka uçururdu bayramlarda çocuk yürekleri. Tahtıravallilerde havalanıp gökyüzüyle öpüşür, cıvıltılarla konardık yeşil çimenlerin koynuna.  Naneli çikletlerden çıkan karikatürler komikleşir, bez bebeklerimiz konuşur, pralinleri saran ambalajlardaki yıldızlar göz kırparlardı. Cevizli kadayıflardan sevgi dilimlenir, lokumlardan lokma lokma şefkat damlardı. Bayramlara dolanırdık biz; çocukluğumuzun bütün cıvıltısı, coşkusu, saflığıyla. Herşey toplanıp birden bir atlı karınca, bir rüzgar gülü oluncaya kadar dolanırdık bayram saatlerine. Çocuk kahkahalarımız çiçek tozları gibi yayılırdı evlerin çatılarına, pencere önlerine, eşiklerine, dibine köşesine. Bütün bayramlar çocuklarındı ya da bayram, çikolataya bulanmış ağzıyla gülümseyen mutlu bir çocuk kadar ruhumuza aşinaydı.


Sen bunları yaşayamadın oğlum. Ruhunu çelikten korseyle sıkıştırmış bir dünyada doğdun. Nereye elini atsan yaşadığın dünyayı saran çelikten duvarlara çarpıyor. Ne tarafa dönsen tıka basa teknik, nereye baksan buzdan bir ekran.  

Bizimle birlikte bayramlar da büyüdü oğlum. Bayramları büyüten dünya ise üşüdükce üşüdü…