Ermeniler! Sonuna Kadar Sultanınızı Savunun

 

Son günlerde Rusya'nın Gürcistan'a müdahalesi, ardından Ukrayna ve Polonya ile yaşanan gerilimler, Avrupa Devletleri'nin bu gerilimlere müdahil olması, Türkiye'nin Kafkas Birliği projesi ile kendince yoğun bir diplomasi atağı başlatması, sonra gelip çatan Ermenistan maçı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün maçı izlemek üzere Ermenistan'a gitmesi Türkiye'nin tarihsel coğrafyasının bir kez daha farkına varmasını sağladı. Ermeniler ve Ermenistan ile tarihsel ve güncel ilişkilerimiz ve de sorunlarımız bu vesile ile bir kez daha tartışılır oldu. Ancak medyadaki en ilginç tavırlardan biri Ermenistan'a giden basın ordusunun hatırı sayılır bir kesiminin "bu Ermeniler bize çok benziyor" yollu haber ve yorumları oldu. Bir anda bin yıl aynı coğrafyayı ve çoğu kez de aynı devleti paylaşan iki toplumun birbirine benzerliği ile karşılaşmak şaşkınlık oluşturdu. Bu şaşkınlıklara şaşarak daha da şaşılacak tarihi bir belgeyi paylaşalım.

Yıl 1853. Osmanlı Devleti Rusya ile büyük bir savaşın eşiğinde. Rusya'nın Osmanlı Devleti üzerinde daha fazla güç elde etme isteğinden gerilen uluslararası ortam savaşı engelleyecek gibi gözükmemektedir. Savaş aslında güçler mücadelesinin bir yansımasıdır. Bir taraftan Rusya'nın genişleme politikası diğer taraftan pastayı kaptırmak istemeyen Avrupalı güçler. Savaş her ne kadar Rusların kutsal topraklarda imtiyaz ve kontrol isteğinden çıkmış gibi gözükse de arka planda ise Osmanlı'yı ve Rusya'yı birbirine karşı kışkırtan İngilizler vardır.

İşte savaş provalarının yapıldığı Rusya'nın Eflak ve Boğdan'ı (bugünkü Romanya,Moldova ve Ukrayna'nın bir kısmı) işgale başladığı günlerde 17 Haziran 1853'te Londra'da yayımlanan The Daily News adlı gazetenin 2207. sayısında Ermenistan Prensi Leo tarafından yayımlanan bir bildiri dikkat çekmektedir. Bu bildiride Prens Leo Ermenilere seslenmektedir:

      "Ermenistan'ın egemen Prensi Leo'dan Türkiye'deki Ermenilere, Tanrının merhametiyle:

Aziz kardeşlerim ve sadık hemşerilerim! Arzumuz ve dileğimiz kuzeyin zorbasına karşı vatanınızı ve Sultanınızı kanınızın son damlasına kadar savunmanızdır. Kardeşlerim, açık ya da gizli bir şekilde Türkiye'de Rus kamçısının olmadığını, burnunuzu dahi kanamadığını, kadınlarınızın pazara sürülmediğini hatırdan çıkarmayınız. Kuzeyin zorbasının idaresinde vahşetten başka bir şey yokken Sultan'ın idaresi altında insanlık vardır. Bu sebeple kendinizi Tanrının isteklerine bırakın ve vatanınızın bağımsızlığı ve mevcut idarecileriniz için savaşın. Evlerinizi barikata dönüştürün, eğer silahınız yoksa mobilyalarınızı kırın ve kendinizi onunla savunun. Tanrı zafere giden yolda size rehberlik etsin. Benim tek mutluluğum sizinle birlikte ülkenize ve inancınıza kastedenlere karşı savaşmak olacaktır. Tanrı Sultan'ın kalbine benim bu isteğimi kabul ettirsin. Kuzeyli zorbanın egemenliğinde bozulacak dinimiz onun yönetiminde bozulmadan kalmaktadır. Kardeşlerim, en azından, Sultan'ın damarlarında akan kanın yirmi kralın, kahramanların -Lusignanlar- ve dinimizi savunanların kanı olduğunu hatırlayın. Size sözümüz şudur ki inancınızı ve inancınızın saflığını kanınızın son damlasına kadar savunun."

Evet, bir Ermeni Prensi savaş başlamadan önce Ermenileri vatanlarını ve sultanlarını savunmaya çağırmaktadır. Ermenilerin konumu önemlidir, zira Doğu Cephesi savaşın önemli cephelerindendir. Ermeniler Prensleri'nin sözlerini ne kadar tuttular bilinmez ama o günün şartlarında Osmanlıyı kendi devletleri, sultanı da velinimetleri olarak gördükleri kesin.

Savaşta ne mi oldu? Savaşın başlangıcında Osmanlı ordusu Balkanlar'da başarılı oldu. Fakat Batum'a yardım götüren Osmanlı donanması 30 Kasım 1853'te Rus donanması tarafından Sinop açıklarında batırıldı. Osmanlı Devleti büyük bir yenilgiye doğru giderken kendi çıkarlarından endişe eden İngiltere ve Fransa devreye girerek tarafları uzlaştırmak istedi, ancak yapılan teklifi Rusya reddetti. Bunun üzerine Fransa ve İngiltere, sonrasında da Piyemote-Sardinya, Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'nin yanında savaşa girdiler. Osmanlı kuvvetleri Batılı müttefiklerinin desteğiyle başarılar elde ettiler. Bu sırada Rus Çarı I. Nikolay öldü, yerine geçen II. Aleksandr barış istemek zorunda kaldı. Neticesinde Paris Konferansı ile barış yapıldı.

Kâğıt üzerinde, savaşın galibi olan Osmanlı Devleti için bu savaş sonun başlangıcı oldu. Artık Osmanlı Devleti uluslararası arenanın gel gitlerine göre durumu belirlenen bir devlete dönüştü. Bu savaş sırasında Batılı devletlerden alınan borçlar devletin belini büktü. Osmanlı Devleti bu borçların altından kalkamadı ve 1881 yılında II. Abdülhamit döneminde Düyûn-u Umumiye idaresinin kurulmasıyla, Avrupalı devletlerin mali denetimi altına girip, yarı sömürge haline geldi.

Diğer taraftan savaşa destek karşılığında 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı ile Osmanlıdaki azınlıklar Batı etkisine ve müdahalesine açıldı. Osmanlı Devleti'nin ancak Avrupalı güçlerin himayesinde varlığını devam ettireceği ortaya çıkınca Islahat Fermanı'nın da yardımıyla Ermeniler'e yeni hamiler ortaya çıktı. O günden beridir iç sorunlarımz dışarıda konuşulmaya başlandı.

Bir de ders kitaplarımızın bolca övündüğü üzere Osmanlı Devleti Kırım Savaşı ile Avrupalı devletlerin arasına katıldı. Yani AB maceramız başladı.

Bugünümüz dünümüze ne kadar benziyor değil mi?