Fransa'nın geçtiğimiz yüzyılda Osmanlı topraklarında yapıldığı öne sürülen Ermeni katliamının inkar edilmesini suç sayan tasarısını parlamentoya sunma yönündeki çalışmaları, çok miktarda soruyu gündeme getirmesi gerekiyor. Buradaki sorun bize göre olayın bizatihi kendisi değil, siyasi oportünizmin, bilim adamlarının belirli bir konuyu araştırmasını ve görüşlerini açıklamalarını engellemek amacıyla tarihi araştırmacılığa müdahalesidir.
Bilim adamlarının bir konuya ilişkin inceleme yapmasını yasaklayan kararlar çıkaranlar Kariyerist siyasetçilerdir. Burada konu sadece Fransa değildir, aynı zamanda Batı'da bir alev gibi her tarafı saran temel bir ilkedir (bilim ve araştırma özgürlüğü, bilimsel yaratıcılık).
Karar tasarısı hakkında Fransız bilim adamı bir çok arkadaşımla konuştum, bunun parlamentodan geçmeyeceğini, çünkü ülkedeki bilimsel kurumlarda bu tasarıya yönelik büyük bir itirazın bulunduğunu söylediler. Fransız Ulusal Meclisi tasarıyı onayladı ancak Anayasa Mahkemesi reddetti.
Bu da parlamentoya aday olmuş siyasilerin, kişisel hırs ve arzularıyla hareket ettiklerini ortaya koyuyor. Gerçekte ben bunun tarihi bir gerçeğin teslimi ve kurbanlarla sempati geliştirme gibi bir hedeften daha tehlikeli olduğunu düşünüyorum. "Ermeni katliamını inkar etme"yi bir suç haline getirilmesinin siyasi olduğunu söylemek, ülkeyi yönetenlerin aslında gözlerine kestirdikleri makama ulaşabilmek için bütün değerleri ayakları altına almaya hazır kariyerist bir grup politikacı olduğunu söylemek anlamına gelmektedir.
Bu bizim için hiçbir zaman sürpriz olmadı, zira biz, (yöntem, tedbir anlamına gelen policy'den farklı olan) siyasetin (politics) iktidara ulaşmak için menfaate dayalı bir "deha" olduğuna kaniyiz. Dünya siyasetçilerine ilişkin böyle düşünüyoruz, ayrıca tarihi araştırmaların büyük bir bölümü de bu yaklaşımın doğruluğunu teyit etmektedir.
Her halükarda bizim buradaki tartıştığımız meselenin Çarlık Rusya'sıyla girişilen savaşlar sırasında Türkiye Ermenileri'nin soykırıma ya da katliama uğrayıp uğramadıkları olmadığını, aksine bilimsel araştırma hakkının bağlarından azade edilmesi olduğu gerçeğini bir kere ortaya koymamız gerekiyor.
Batılı sömürgecilik bir süre önce Nazi Almanyası'nda yapılan "Yahudi soykırımı"nı kabul etmemeyi, inkar edilmesi ya da tartışılması mümkün olmayan tarihi bir hakikat olduğu gerekçesiyle suç ilan eden bir yasa çıkarmıştı. Ancak biz, Avrupa Yahudilerine bir soykırım uygulandığına karşı çıkmaksızın, (Yahudilerden başka yirmi milyon Slav, yarım milyon da Çingene katledilmişti, ancak şanssızlıkları nedeniyle 20. yüzyıl Avrupa tarihinin dipnotlarında sürünmek zorunda kaldılar) soruyoruz: Tarihi hakikat orada durduğu müddetçe araştırma yapmayı engellemeye çalışmanın mantığı ne?
Bundan da öteye gidelim: Nazi arşivinde resmi ya da gayrı resmi olarak Yahudilerin toplu olarak yok edilmesi emrini içeren askeri, istihabarat ya da hükümet düzeyinde hiçbir emir bulunamadı. Ancak tarihçiler, 1942 yılında Berlin yakınlarında düzenlenen bir Nazi Kongresi'nde Yahudi sorununun nihai olarak çözülmesi kararının alındığını söylüyorlar. Bu karar, zehirli gaz odalarında öldürüldükten sonra cesetlerinin Nazi toplama kamplarında bulunan fırınlarda yakılması şeklinde bir emir olarak yorumlandı.
Holokost'u ve Avrupa parlamentolarında gündem oluşturan "Ermeni soykırımı"nı suç addeden ve ardından da bilimsel araştırmaları yasaklayan kanunlara göre politikacıların "tarihi hakikat"i tespit etmeleri, şifahi rivayetlere dayanmaktadır. Aynı kanunlara göre Yahudilerin gaz odalarında soykırıma tabi tutulma emrinin uygulanmasını içeren herhangi bir belge bulunmadığı söyleyenler, anti-semitizm nedeniyle suçlanır ve ceza alırlar.
Peki, sömürgeci Batı, benzer olayların tamamında şifahi anlatıları meşru bir kaynak olarak görmekte midir? Buradaki cevabımız "Hayır"dır. Mesela bütün sömürgeci ülkelerle Batı'nın uydusu haline gelmiş ülke ve kurumların tamamı, Filistin'de etnik temizliğe dair sözlü (şifahi) tarih anlatımları reddetmiş, hatta bu konudaki ısrarını sürdürenleri anti-semitizmle suçlayarak cezalandırma yoluna gitmiştir.
İşte çifte standart tam olarak burada ve çok daha çirkin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Siyonist terör çeteleriyle sömürgeci ülkelerin yarattığı Arap rejimlerinin işbirliğiyle Birinci Dünya savaşının hemen ardından Filistin halkı vatanlarından kovulmuştur. Bu tarihi gerçekler, konuyla ilişkisi olan sömürgeci ülkelerin belgelerinde mevcuttur. Ancak bu konudan bahsetmek, anti-semitizm olduğu gerekçesiyle suç sayılmaktadır.
İsrailli cesur tarihçi İlan Babi, vatanından sürülen Filistin halkının anlattığı sözlü tarihin doğruluğunu kanıtlayan ve etnik temizliğin, daha önce Batılılar ve Siyonistlerin ortaklaşa yaptıkları bir plan çerçevesinde yazılı emirlerle uygulandığını teyit eden İsrail'e ait belgeleri ortaya çıkardığında, hakkında karalama kampanyası başlattılar. Hatta İsrail solunun bazı isimleri bile çeyrek asır boyunca Hayfa Üniversitesi'nde tarih dersi veren bu bilim adamına karşı başlatılan kampanyaya katıldılar.
Türkiye Ermenilerinin yaşadıkları soykırıma tekrar dönersek -ki bunu ne biz ne de Türkler inkar etmektedirler- buradaki mesele, bu üzücü olayın kendisi değil, konuya ilişkin belgelerin bulunamayışından kaynaklanmaktadır.
Türkiye tarafı Birinci Dünya Savaşı'nda Ermenilere yönelik bir katliam olduğunu ve Ermenilerin tehcir edilmeleri sırasında sivil ve askeri kayıplar meydana geldiğini inkar etmemekte, ancak onlara soykırım yapılması için merkezi bir emrin bulunduğunu kabul etmemektedirler. Ermeniler ise Türklere itiraz ederek, konuya ilişkin belgelerin saklandığını ve gün yüzüne çıkartılmadığını iddia etmektedirler. Türkler şunları söylemektedirler: Soykırımın yapılmasını emreden bir belgenin bulunmaması, Türklerin tarih okumasının doğru olduğunun bir kanıtı olarak görülmektedir.
Meseleye ilişkin Türkiye'nin resmi görüşünü yansıtan Türkçe bir kitabı neşrettik ancak Arap gazeteleri bu kitaba hiçbir şekilde değinmeğe bile yanaşmadılar. Halbuki bir çok Ermeni dostumuz kitabın içerdiği bilgilere itiraz etmelerine rağmen, konuya ilişkin bilimsel bir tartışmanın başlatmaya bir katkı olması nedeniyle yayınlanmasını sevinçle karşıladılar. Bu arada sadece el Cezire internet sitesi kitap hakkında bir değerlendirme yazısı yayınladı.
Aynı şey "Sürgün ve soykırım" adlı, belirli bir zaman diliminde vatanlarından sürülen ve sayıları beş milyonu bulan Osmanlının uğradığı katliamı anlatan bir kitabın da başına geldi. Yine aynı şekilde, bilimsel hakikat ve çoğulculuk gibi bir takım göz alıcı sloganları her gün tekrarlayan Arap basın yayın organları, bu kez de aynısını yaptılar ve kitaba değinmediler bile. Bazı dostlarımız bu kitabı yayınladık diye Hıristiyan bazı kanaat önderlerinin eleştirilerini bize aktardılar. Halbuki kitap Hıristiyanlarla ilgili değildi, bir kez daha bu kitapla ilgili geniş bir değerlendirme yazısı sadece el Cezire'nin internet sitesinde yayınlandı.
Fransa'nın kararına dönelim. Ben özgür bir Fransız vatandaşı olsaydım, sadece kanuna ve oportünist siyasetçilere meydan okumak, onlara bilimsel gerçeğin şahsi siyasi hırslara ve çıkarlara üstün geldiğini bildirmek için alenen bu soykırımı inkar ederdim. Bunları söylerken İşçi Partisi lideri Tony Ban'in girişimi aklımdaydı. Kendisi Thatcher döneminde İngiliz Yüksek Mahkemesi'nin yasakladığı kitaptan bir pasajı aleni bir şekilde okumuştu. O sırada bu kanuna en fazla riayet etmesi beklenen Avam Meclisi üyesi bir milletvekili iken kanuna aykırı bu hareketinin nedeni sorulduğunda, şöyle cevap verdi: "Herkes geçmişte yürürlükte olan bütün kanunlara uysaydı, başbakanlık bir kenara, milletvekili olmam dahi mümkün değildi". Çünkü yanlış kanuna itiraz, İngiltere'de kadına seçimlerde oy kullanma ve aday olma haklarını verilmesine neden olan süreci başlatmıştı.
Bu, hiçbir zaman, kamusal alanda bir sıkıntı doğuracaksa ve toplumsal çatışmalara neden olacaksa bilimsel gerçeğin alenen açıklanması gerektiği anlamına gelmez. Nitekim biz, yayınlandığı taktirde Arap toplumunun belirli kesimlerinin başına belalar açacak bir çok bilimsel kitabı yayınlamadık. Bu tür kararlara uymak yeryüzünün muhtelif yerlerindeki ırkçı sömürgeci grupları ve anlayışları cesaretlendirecektir. İsrail'in Nekbe'ye (1967 mağlubiyetini anma) törenlerini yasaklama kararı bunun en basit örneğidir. Arkasından sömürgeci siyasetlere karşı sesini yükselten herkesi suçlu ilan eden bir çok kanun gelecektir. Örneğin ABD'yi ele alalım. Mevcut yönetim, Amerikalıların haklarını ihlal eden bir çok skandal kanunu 11 Eylül olaylarını bahane ederek geçirdi. Tabii bu, söz konusu ülkelerin sorunudur.
Ek bir bilgi: "Tevrat"ın bir çok çevirilerinin bulunduğunu ve neredeyse tüm dünya dillerine çevrildiğini biliyoruz. Latince'den ilk çeviriyi, Protestan mezhebinin kurucusu Martin Luther'in beş asır önce yaptığını da biliyoruz. İkinci Samuel Sifirleri, 31:12 pasajında Van Dayk'ın Arapça çevirisinde şöyle diyor: "[Kral Davud], orada bulunan halkı çıkardı ve onları demirden baltaların ve testerelerin altına koydu, onların tuğla fırın içine atılmalarını emretti. Beni Ammun'un şehirlerinin hepsine böyle yaptı." Martin Luther bu pasajı tıpkı Nazilerin Yahudilere yaptığı gibi "Tevrat'ın sahibi, Kral Davud'a düşmanlarını fırında yakma" emrini verdiği şeklinde tercüme etti. Modern zamanlarda Protestan kilisesi bunu uygun görmedi ve "Tevrat'ın sahibinin düşman esirlerinin fırınlarda çalıştırılması"nı emrettiği şeklinde dönüştürdü.
Fransa Devleti'nin kendisi, daha önceki hükümetlerinin sömürge ülkelerinde işlediği cinayetlerin belgelerini açıklamak durumundadır. Bin Bereke'nin öldürülmesi de dahil olmak üzere Fransız yönetiminin Cezayirlilere karşı işlediği suçları açıklamalıdır.
Bize göre mesele, bilimsel ve bilimsel olmayan araştırma ilkesinden ibarettir. İhtisas sahibi olmayan vatandaşlar da bilmek istedikleri konularda kendilerince araştırma yapabilme hakkına sahip olmalılar. Başta Muhammed (s.a.v.), Bakire Meryem ve İsa Mesih (a.s) olmak üzere halkların değerlerine saldırmaya ve en çirkin bir şekilde tasvir edilmelerine izin verip ardından da belgelerle ispatlanmamış tarihi bir mesele hakkında tartışmayı suç ilan etmek makul bir yaklaşım mıdır?
Yeryüzündeki masum kurbanlarla sempati kurmamız şunları söylememize engel olmaz: Ermeniler için en uygun davranış, evrensel bir ilkenin yaşama geçirilmesiyle bağlantılı olarak konuya ilişkin bütün belgelerin açıklanmasını istemeleridir. Örneğin Fransa'da önceki yönetimlerin sömürge ülkelerinde işleri suçlar, ayrıca Mehdi bin Bereke ve Atıf Besiso'nun şehit edilmeleri, ayrıca katledilerek cesetleri Sen nehrine atılan Cezayirlilere karşı Fransa'da işlenen suçlarla ilgili belgeleri açıklamalarını istemek de buna dahildir. Ayrıca sadece bu konuyla ilgili değil aynı zamanda Burundi'de "Özgür Dünya"nın gözü önünde birkaç hafta içerisinde yarım milyon insanın öldürülmesiyle ilgili belgelerin de istenmesi gerekir. Liste böylece uzayıp giderek bütün dünyayı kaplar.
Karar tasarısını destekleyen Ermeni tavrı, bize göre basiretten yoksun olup meydana gelmiş olduğunda hiçbir tereddüdün bulunmadığı trajedilerin bazı yönlerine ilişkin şüpheleri beslemektedir. Avrupalıların bu tür kanunlar çıkarma yönündeki projelerinin benimsenmesi, bir çoklarına Batı'nın İslam ve Müslümanlara yönelik Haçlı seferleri düzenlemekten bir an bile geri durmayacağını bizlere gösterir.
Dünya Bülteni için El Cezire'den Faruk İbrahimoğlu tarafından tercüme edilmiştir.