Geçen yazdan beri Ergenekon soruşturması hakkında yazdığım yazılarda 'usul'ün de 'esas' kadar önemli olduğuna dikkat çektim. Soruşturma boyunca yapılacak usulsüzlük ve hak ihlállerinin yapılan işin ciddiyetine zarar verebileceğini ve 'Ergenekon'un temsil ettiği kötülüğün vahametine ilişkin kamuoyu algısını gölgeleyebileceğini belirttim.
İtiraf edeyim ki, bu istenmedik sonucun, soruşturmanın yürütülüş tarzı kadar, onu kasıtlı olarak karalamak ve küçümsemek isteyeceklerin bir başarısı olarak ortaya çıkabileceği ihtimalini gözardı etmişim. Daha doğrusu, Ergenekon kovuşturmasını gözden düşürmeye çalışanlar olacağının baştan beri farkındaydım, ama onların bugün göründüğü kadar bu işte başarılı olabileceklerini öngörememişim.
Evet, bugün asıl tehlike, bu meselede bir ters dalganın hakim olmaya başlamış olmasıdır. Bu ters dalga, görünüşe göre, bu soruşturmanın hoyratça ve hukuk tanımaz bir şekilde yürütüldüğü kaygılarından beslenmektedir. Ne var ki, bu ters dalganın başını çekenlerin hak-hukuk meselelerinde şimdiye kadar hiç de iyi sınavlar vermemiş olan kimi medya organlarının olduğu gerçeği, devlet içindeki bu hukuk-dışı örgütün bütün bağlantılarıyla ortaya çıkmasını önlemek için özel bir çaba içine girilmiş olduğu kuşkusu doğurmaktadır.
Nitekim, Ergenekon kovuşturmasını gözden düşürmek veya 'sulandırmak' için olsa gerek, ilginç yollar deneniyor. Bunun hükümetin muhaliflerini sindirme amaçlı 'siyasi' bir dava olduğunu ısrarla söyleyenlerden tutun da, soruşturmada görevli savcıların sayısının 40'a çıkarılmasını önerenlere kadar nice kurnazlıklar sergileniyor. Hani, mümkün olsa işi çıkmaza sürükleyecek '367' benzeri yeni bir buluş ortaya atacaklar.
Bu arada, medyada Ergenekon şüphelileriyle ilgili bir 'tezkiye' çabası başlamış görünüyor. Önce Kemal Gürüz, ardından Tuncer Kılınç 'aklandı', muhtemelen sırada aklanacak başkaları da vardır. Bir de '28 Şubat'ın intikamını alıyorlar', deniyor. Sanki, '28 Şubat' yakın tarihimizdeki en büyük siyasi kötülük örneği değilmişcesine, onun failleri değil de mağdurları muaheze ediliyor.
Ergenekon soruşturmasından rahatsız olanların bu yolda başvurdukları en büyük kurnazlıklarından biri de, başkalarını 'yargıyı etkilemek'le suçlayarak asıl kendilerinin yargıyı baskı altına almaya çalışmalarıdır. Savcıların ve mahkemenin kimleri gözaltına alıp kimleri alamayacaklarını onlar belirliyor, ideolojik sicilleri 'temiz' (yani, 'sağlam Atatürkçü') olanlara dokunulamayacağını buyuruyor, görevli savcılık ve mahkemenin kovuşturmayı meşhur '367 mucidi'nin uygun gördüğü biçimde yürütmelerini salık veriyor, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun -sanki böyle bir yetkisi varmış gibi- bu işe re'sen müdahale etmesini teşvik ediyorlar. Daha da vahimi, iş mahkemeye taşınmışken -yani, ortada 'görülmekte olan bir dava' varken- halá bu soruşturma 'fasa-fisodur' diyorlar.
Evet, yargıya asıl kim müdahale ediyormuş bakalım? Davanın seyri hakkında kamuoyunu bilgilendiren gazete ve televizyonlar mı, yoksa görülmekte olan bir davayı karalamaya, olmazsa yönlendirmeye çalışan ötekiler mi?... (Mamafih, bu noktada, birinci grup medyanın da bu konuda yer yer haberciliğin sınırlarını zorladığını bir kere daha kayda geçirmek isterim)
Bütün bunları gördükten sonra diyorum ki, 'iyi ki, Ergenekon soruşturmasını ciddiye alan, takip eden ve kamuoyunu bu konuda bilgilendiren medya organları da var.' Düşününüz, bu meseleyi sahiplenen üç beş yayın organı da olmasa ne olurdu?...
Galiba şöyle bir şey: Savcılar ve mahkeme medyanın yürüttüğü karşı kampanya karşısında belki de bir ölçüde geri adım atacak ve işi üç-beş tetikçinin yargılanmasına indirgeyecekti. Böylece, asıl 'oyun kurucular' (hani o 'itibarlı kişiler' dedikleri) demokratik rejime karşı başka bir tertibi hazırlamak üzere yeniden mesailerine başlayabileceklerdi.
Star Gazete