Ergenekon operasyonu Türkiye'ye ne kazandırdı?

Ergenekon operasyonu Türkiye'ye ne kazandırdı? 
 
 
Darbeye Karşı 70 Milyon Adım Platformu, Ergenekon soruşturmasına destek vermek amacıyla cumartesi günü İstiklal Caddesi'nde yürüyüş gerçekleştirmişti.

Türkiye'de Ergenekon operasyonunun başlamasıyla girilen süreç normal bir süreç değildir. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz sürecin NATO literatüründeki teknik tabirle 'Stay Behind' (orduya paralel illegal gölge şebekeler) süreci olduğu ve bu konjonktürün de kendisine has parametreleri ve etkileri olduğunu gözden kaçırmamamız gerekmektedir.

İçinde bulunduğumuz serencamın göze batan ve kuşku uyandıran hadiselerini 'Stay Behind' gözlüğüyle analiz etmek şarttır. Malum gece görüş dürbünü olmadan geceleyin etrafınızdaki hareketliliği fark edemezsiniz. Gerek PKK teröründeki artan ve azalan ivme gerek merhum Yazıcıoğlu'nun tuhaf bir helikopter kazasıyla tasfiyesi (benim tecrübelerim ve araştırmalarım ileri teknolojili bir operasyon olduğunu gösteriyor) ve gerekse yüksek yargının bazı kesimlerinde cereyan eden ilginç gelişmeler, artık Ergenekon gerçeğinin bir tarafa bırakılmasıyla analiz edilemez. Siyasal partilerdeki yeniden yapılanma ve yeni oluşumlar da aynı mercekle taranmalıdır. Zira Ergenekon yapılanmasının siyasal partilere bakışı; kontrol altındaki siyasal partiler, kontrol edilebilen-edilebilir siyasal partiler, kontrol dışı (sızılması gereken) siyasal partiler ve üretilmiş-üretilecek siyasal partiler, olmak üzere dört cephe taşımaktadır. Aynı formül medya organları ve STK'lar için de geçerlidir.

İşte bu yaşadığımız fevkalade zemin ve zaman içinde Ergenekon operasyonunun şimdiye kadar olan safhaları bile Türk medyasına, siyasetine ve toplumuna önemli etkilerde bulunmuştur. Bu etkileri, 'operasyonun bize kazandırdıkları' olarak tanımlamak daha uygundur. Bakınız, Ergenekon operasyonu bizlere neler kazandırdı:

Operasyon, bireylerin, muallâkta kalan ve tereddüt içeren düşünce ve yaklaşımlardan kurtularak daha net bir kimlik arz eden çizgiler taşımasını sağladı. Herkes, fikrî planda kulvarını seçti. Yani kimlik buhranı ve arayışında olan kişilere gerçek bir hüviyet tayin etti.

Birtakım dengeleri koruyarak ve çok yönlü valslerle demokrat gözüken ama hakikatte faşizan eğilimleri olan aydınları teşhir etti.

Operasyonla, Türk basınında ve medyasında maskeler düştü ve her medya grubunun asli kimliği ortaya çıktı. Mürekkep akıtan kalemler kimin için ve hangi menfaatler uğruna yazmaya devam edeceğini tekrar tanımlayıp yola devam ettiler. Demokrasi ve hukuk devletinin medyadaki kıymeti harbiyesi ve bu prensiplere olan inancın seviyesi ortaya çıktı. Zira her şeyin aslına döneceği kaçınılmaz ise de bu hakikatin tecelli edebilmesi için bazı gelişmelerin yaşanması gerekir. İşte bu gelişme medyanın turnusol kâğıdı olan Ergenekon operasyonuydu.

Kimlerin gerçekten demokrat, kimlerin totaliter rejim taraftarı ve kimlerin hukuk devletine gerçekten inandığını açıkça görme fırsatımız oldu. Günlük hayatımıza güzel Medusa gibi girenlerin hakikatte Gorgon olduklarını anladık.

Siyasal yelpazede herkes aslına döndü. Her parti, cebinden gerçek kimliğini çıkardı. Siyasal partiler hassas dengeleri koruma kaygısıyla hareket ederken, operasyon karşısında gerçek hüviyetlerine bürünmek zorunda kalmışlardır. Böylece hakiki siyasal ve toplumsal çizgiler ortaya çıkmıştır.

Geçmişten bugüne sınırları belli olmayan devlet menfaatleri ve millete rağmenci bir anlayışla hangi karanlık tasarrufların hangi aktörlerle gerçekleştirildiğini millete gösterdi. Aynı minvalde gerek demokrasi ve gerekse hukuk devleti mülahazasıyla yapılan bazı kaygı verici ve şaibeli işlerin hangi düşüncelerle ve hangi paradigmalarla yapıldığını gösterdi. Böylece millet, gelişen olaylara 'derin yorumlayabilme-analitik bakabilme' yeteneğine kavuştu.

Demokratik rejimlerde hiçbir kurumun kudsiyeti olmaz. Buna rağmen ülkemizde her kurumun üzerinde hatta millet iradesinin de üstünde bir tanrısallıkla kutsanan Genelkurmay içinde, böyle skolastik bir perspektifle bakıldığı sürece, illegal cunta ve çetelerin nasıl kolaylıkla hayat sahası bulduğunu görme imkânımız oldu. Ergenekon operasyonu bunu sağladı.

Toplum, bu operasyon sayesinde ulusalcılığı ve milliyetçiliği tanıma ve mercek altına alma imkânı bulmuş ve ulusalcılık ile milliyetçiliğin farklarını görmüştür. Ulusalcılık devlete, milliyetçilik millete yakındı. Ulusalcılık, milletin değer ve kutsallarından ilham almayan ama sahneye milliyetçilik maskesiyle çıkan bir 'alien'di. Millete rağmen hiçbir düşüncenin devlet seviyesinde temsil edilemeyeceği gerçeği ortaya çıktı. Operasyon, modern ve demokrat olduğunu söyleyen ulusalcı kitlelerin ve beyaz Türklerin millet ve adalet karşısında devlet aygıtına 'iman'la sarıldıklarını gösterdi.

Türk demokrasisi ve hukuk devleti sistemi hiç bu kadar ağır bir imtihana girmemişti. Operasyon devam ettiğinden bu yana hâlâ Türk demokrasisinin ve hukuk devleti prensibinin gücü imtihandadır. İmtihanın çok parlak geçmediği de bir vakadır. Ama Ergenekon operasyonuyla Türk adaletinin ve Türk demokrasisinin itibarı dünya çapında artış sağlamıştır. AB açısından da müzakere sürecine olumlu bir etkisi olmuştur.

Operasyon, Türkiye'deki askerî vesayetin ağır boyutlarını ortaya koydu. Hâlâ Ergenekon'un merkez askerî karargâhına operasyon yapılamadığı bir gerçektir. Zira bu karargâhın üst yapılanmasında muvazzaf generallerin mevcut olduğu sezgiden öte bir gerçekliğe kavuşmuştur. Türkiye gibi askerî motifli bir Cumhuriyet'te muvazzaf generaller seviyesinde yönlendirilmeyen orduya paralel bir yapının hayat sürme ve toplumu kuşatma imkânı yoktur. Bu itibarla ikinci iddianamede de Ergenekon'un askerî yapılanmasını deşifre edemediklerini belirten savcıların, operasyonu sonuna kadar götürüp götüremeyecekleri hususu, Türk adaletinin en büyük imtihanıdır. Savcıların, bazı muvazzaf generallerin Ergenekon irtibatını bildikleri halde bu şahısları neden almadıkları-alamadıkları merak konusudur.

Ergenekon operasyonu, bu zamana kadar tek bir yanı kesen adalet kılıcının bu zamana kadar görülemeyen yanının da keskin olduğunu ilk defa gösterme iddiasını taşımaktadır. Artık adaletin kılıcı milleti değil, millete kastedenleri kesme istidadındadır. Adaletin üç silahşörleri (operasyonun başlangıcındaki üç savcı Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın) ilk kez muzdarip milletin adalet umudu oldular. Üstelik millet bu üçlüyü sanal değil gerçek hayatın kahramanları olarak bağrına bastı.

PKK gibi kanlı bir terör örgütüyle irtibat ve iltisakları ortaya çıkan kişilerin bile salt resmî ideoloji yanlısı olduğundan dolayı prestij kaybetmediklerini dehşetle gördük.

En önemlisi Türkiye gibi dokunulmaz totem ve tabuları olan bir tuhaf demokrasi tiyatrosunda Atatürkçülük, Cumhuriyet ve laiklik gibi fenomenlerin nasıl terörize edildiğini, nasıl illegalize edildiğini delilleriyle birlikte görmüş olduk.

İlk defa olarak Genelkurmay Başkanlığı, açıkça bir Ergenekon zanlısının (1 gün tutuklu kalan Kurmay Albay Dursun Çiçek) arkasında olduğunu belirterek 'tarafını' açıkça göstermiş oldu. Genelkurmay Başkanlığı'nın Ergenekon operasyonuna, dolayısıyla temiz topluma götürecek bir soruşturma ve yargılamaya karşı olduğu hususunda artık kuşku kalmamıştır.

Bir de kendi adıma şunu ilave etmeliyim. 15 senelik savcılık hayatımda terör cezaevi savcılığı da yaptığım halde 'resmî bir kurum adına kaydıyla' bir terör-darbe suçu tutuklusunun bir devlet kurumunca (TSK) ziyaret edildiğini de ilk defa görmüş oldum. (Adi suçlardan tutuklulara bile kurumsal ziyaret yapılmazdı.) Biz bireysel ziyaretleri biliyorduk. Demek ki kurumsal ziyaret yapma cüreti de gösterilebiliyor. Beraat ederdi, o zaman isterse tüm komuta kademesi bir moral ziyaretinde bulunabilirdi. Ama soruşturma sürerken asla!

GÜLTEKİN AVCI ESKİ CUMHURİYET SAVCISI

Kaynak: Zaman