Hukukun üstünlüğü konusundaki sabırsızlığı ve diktatoryal eğilimleri, Erdoğan'ı mazlum demokrat görüntüsünden uzaklaştırıp, Rusya Başbakanı Putin'e benzemesine yol açıyor. Sayısız usulsüz uygulaması karşısında AKP kapatılırsa, ABD bunu memnuniyetle karşılamalı
Dün Türkiye'deki Anayasa Mahkemesi, (Batılılaşmacı Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923'te kurduğu) laik cumhuriyette kadınların üniversitelere Müslüman başörtüsüyle devam edebilmesine imkân tanıyan yeni yasayı geri çevirdi.
Gelinen noktada mahkemenin, ülkenin İslami köklere sahip iktidar partisi AKP aleyhine açılan daha büyük bir davayı bu yaz karara bağlarken daha da ileri gitmesi neredeyse kesin gibi görünüyor. Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP 'demokratik ve laik cumhuriyetin ilkelerini' ihlal etmekle suçlanıyor. Partinin kamusal para kaynaklarının askıya alınmasından kapatılmasına ve liderliğinin siyasetten men edilmesine uzanan bir dizi ceza söz konusu. Böyle bir gelişme ABD'de memnuniyetle karşılanmalı.
Yargıyı aparatçikleriyle doldurdu
Bazı eski Amerikalı diplomatlar mahkemenin anti-demokratik olduğunu savunuyor. ABD'nin eski Türkiye büyükelçisi Mark Parris geçen ay bu sayfalarda, "AKP'nin safdışı bırakılması demokrasi açısından ciddi bir geri adım olur" diye yazmıştı. Ne var ki böyle bir hissiyat kabahatli olanı aklıyor ve Türkiye'deki demokrasiye ölümcül bir darbe vurma ihtimali taşıyor.
Erdoğan'ın hukukun üstünlüğü konusundaki sabırsızlığı ve diktatoryal eğilimleri onu mazlum demokrat görüntüsünden giderek uzaklaştırıyor ve daha ziyade Rusya Başbakanı Vladimir Putin'e (ki bugün Batılı yetkililer Putin'in bir diktatör olduğunu kabul ediyor) benzemesine yol açıyor. Moskova için fazla geç kalınmış olabilir, fakat Ankara'da da tam bir deja vu yaşanıyor.
Gerek diplomatlar gerekse Türkler Erdoğan'ın yükselişini bağrına basmıştı. Şubat 2001'de Türk ekonomisi çökmüştü. Bir gün içinde borsa yüzde 18 düştü, Türk lirası üçte bir oranında değer kaybetti ve kişi başına gelir düştü. Yolsuzluk skandalları ayyuka çıktı ve uzun yıllardır değişmeyen liderlerin meşruiyetini ortadan kaldırdı. Erdoğan'ın taze bir başlangıç vaadi sadece (o dönem karşısında yolsuzlukla kirlenmemiş yeni bir yüz gören) Türkiye kamuoyunda değil, Erdoğan'ı ve partisini siyasal İslam'la Batı demokrasisini uzlaştırabilecek liberalleştirici bir güç olarak gören çok sayıda Amerikalı yetkilide de olumlu karşılık buldu.
AKP Kasım 2002 seçimlerini Türkiye standartlarına göre ezici bir oran olan yüzde 32'yle kazandı ve Türkiye'deki seçim yasasının bir cilvesi mahiyetinde, Erdoğan'ın partisine meclis sandalyelerinin üçte ikisini kazandırarak beklenmedik bir kontrol elde etmesini sağladı. Önceki hükümetin IMF reform paketinden ve Suudi Arabistan'la Körfez emirliklerinden muazzam sermaye akışından faydalanan Erdoğan yıllık ortalama yüzde 7 gibi bir büyüme oranına imza attı.
Efsaneyle gerçek arasındaki mesafe yavaş yavaş açılıyordu. AKP ilk genel seçimde ve ardından gelen yerel seçimde kazandığı başarılarla kendini daha güvende hissettikçe, Erdoğan fırsatçı bir zihniyetle kucakladığı demokrasiye yüzünü çevirmeye başladı. Memurların siyasi sadakatini garantiye almak için bir mülakat süreci devreye soktu ve yargıyı da kendi aparatçikleriyle doldurma çabasıyla Türkiye'deki yargıçların neredeyse yarısını erken emekliliğe zorladı. Mahkemeler muhaliflerinin mülklerini yasadışı olarak ele geçirdiği gerekçesiyle hükümet aleyhine karar verdiğinde Erdoğan kararlara uymayı reddetti.
Basını Kremlin gibi küçümsüyor Kriz geçen yaz doruğa çıktı: Erdoğan siyaset üstü bir makam sayılan cumhurbaşkanını mutabakatla seçme geleneğini sürdürmek yerine, muhalefetin itirazını hiçe sayıp kendi partisinin tercihini (sıkı bir İslamcı olan Abdullah Gül'ü) dayattı.
Erdoğan'ın basın bağımsızlığına yönelik küçümseyici tavrı da, Kremlin'inkini aratmayacak boyutta. Seleflerinden daha fazla gazeteciye dava açtı ve medya organlarının sahiplerine editörlerine mukayyet olmaları için baskı yaptı. Başbakanın isteklerine biat etmeyenler bunun sonuçlarına katlandı. Polis editörlerin sorgulanmaları sırasında gazetecilerin dinlenen konuşmalarını kanıt gösterdi.
Nisan 2007'de tamamı Erdoğan'ın atadığı isimlerden oluşan TMSF, Türkiye'nin en büyük ikinci medya şirketinin amiral gemileri niteliğindeki Sabah gazetesiyle ATV televizyonunun kontrolünü ele geçirdi. Bu yıl başında da bir Erdoğan yandaşına devredildiler; ihale öncesinde başbakan bütün rakiplerin çekilmesi için devreye girdi ve satış için talep edilen kredi yasal sınırları aştığı için itiraz eden Merkez Bankası yetkililerini görevden aldı. AKP meclisteki mutlak çoğunluğunu, bu konuda açılan soruşturmayı kapatmak için kullandı.
Usulsüz uygulamalar bundan ibaret de değil. Erdoğan'ın kabinesi neredeyse 30 yolsuzluk soruşturmasıyla yüz yüze; başbakan hakkındaysa bir düzineden fazla soruşturma var. Erdoğan meclis dokunulmazlığını kâr getiren bir açık çeke dönüştürmüş durumda.
Aslında Avrupa'dan hazzetmiyor
Erdoğan Anayasa Mahkemesi'nin iptal başvurusunu görüşmesi karşısında pişmanlık göstermek yerine, sivil özgürlüklere yönelik saldırılarını artırdı. Anayasa Mahkemesi'nin başkan yardımcısı bile yasadışı polis takibinin kurbanı olduğunu iddia etti.
Otokratik bir Türkiye ABD'nin de Avrupa'nın da çıkarına ters. Erdoğan görünürde Avrupa'ya yakın duruyor, fakat kurumlarından hiç hazzetmiyor, sözgelimi Türkiye'deki insan hakları hakkında sadece Müslüman din adamlarının hüküm vermeye ehil olduğunu savunuyor.
İslam'la Batı'yı uzaklaştırdı
Erdoğan İslam'la Batı arasındaki uçurumu daraltmak şöyle dursun, en ateşli anti Amerikan ve anti Semitik komplo teorilerini teşvik ederek daha da açtı. Pew Küresel Eğilimler araştırmasına göre Türkiye bugün dünyadaki en Amerikan karşıtı ülke.
Seçim başarısı siyasetçileri asla hukukun üstüne çıkarmamalı. Erdoğan'ın son seçimde yüzde 47 oranında oy alması trajediyi derinleştiriyor, fakat dokunulmazlık edindiği anlamına da gelmemeli. ABD ve Avrupa'da yargı demokrasinin koruyucusudur. Bunun Türkiye'de de böyle olması, Türk demokrasisinin olgunluğunun altını çiziyor. Erdoğan Putin olmayı arzu ediyor olabilir, fakat bu arzularına ABD veya Avrupa'dan destek görmemeli.
Kaynak: Radikal