Erdoğan'ın 'duruş'u

 

Haftaya Ergenekon davasının ilk duruşmasıyla başlıyoruz. Neresinden bakarsanız bakın, yakın tarihin en önemli davası. Delilleri, gözaltıları, iddianamesi, ek klasörleriyle çok tartışılan bu davanın seyri; muhtemelen yakın gelecekteki pekçok tartışmayı etkiyecek. Aynı zamanda onların seyrinden de etkilenecek.

Aktütün saldırısı sonrasında ortaya çıkan gerginlikleri, hükümet-ordu-medya üçgeninde yaşananları, Ergenekon davası sürecinden bağımsız düşünmek imkansız. Terör saldırıları ve sonrasında yaşanan tartışmaların, komuta kademesine nasıl yansıdığını Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un yaptığı sert ve öfkeli açıklamalarda gördük.

Hiç kuşku yok ki Ergenekon davası, komuta kademesinde dikkatle izlendiği kadar, sinirlerin daha da gerilmesine neden olacaktır. Henüz iki emekli orgeneral, Hurşit Tolon ve Şener Eruygur'un, davanın kapsama alanına ne zaman ve nasıl gireceğini bilmiyoruz.

Ancak iki emekli askerin, Genelkurmay adına cezaevinde Korgeneral Galip Mendi tarafından ziyaret edilmesi, bir anlamda TSK'nın 'Ergenekon davasındaki sınırları'nı ilan eden bir çıkıştı.

Bakalım davanın seyrinde bu tür 'sınırlama' girişimleri nasıl sonuç verecek?

***

Başbakan Tayyip Erdoğan, İlker Başbuğ'un sözlerine destek veren 'duruş'uyla çok eleştirildi. Elbette sessiz kalıp tartışmanın doğal seyrini izlemekte bir tercih olabilirdi. Ancak bunun Erdoğan'ın yapısına çok uygun olmadığı açık. Kaldı ki siyasi tansiyon, herhangi bir tartışmanın sakin yürümesine izin vermeyecek kadar yüksek.

Meselenin basın özgürlüğü açısından değerlendirilmesi gerekli ve doğru; ama yeterli değil.

Erdoğan'ın bu çıkışını 'TSK'yla birlikte saf tutup, demokratik kazanımlardan geri adım atmak' diye yorumlamak, gerçekten insaf sınırlarını fazla zorlamak olur.

Başbakan sözleriyle ciddi bir risk almıştır. Ortaya çıkan tepkiler buna işaret ediyor. Ancak nedense bu sözlerin, işin tamamen rayından çıkmaması için gösterilen bir çaba olduğu üzerinde pek durulmuyor.

Taraf Gazetesi'nin olup biteni Başbakan'ı tahkir eden bir üslupla gündeme taşıması, bu meselenin daha demokratik bir zeminde ele alınmasına katkı sunuyorsa, varsın devam etsin.

Ancak şunu da unutmayalım. Terörle mücadeleyi demokratik sınırlar içinde tutma konusunda Erdoğan'ın rolünü/gücünü yok saymak kimseye yarar sağlamaz. Şu sözler Başbakan'a ait ve meseleyi hangi sınırlarda tutmak istediğine dair önemli ipuçları veriyor bize:

'Biz mücadelemize kararlı şekilde devam ediyoruz. Ve bunu demokrasi içinde yapıyoruz, demokrasi dışında yol-çözüm aramıyoruz.'

Terörle mücadelenin en zor yanı, siyasi iradenin demokrasi-güvenlik ekseninde kuracağı dengedir. Bu dengeyi yok saymak, siyasi iradenin bir köşe yazarı ya da entellektüel gibi davranmasını beklemek, hayli tuhaf bir talep.

***

Takvimde bir değişiklik olmazsa çok önemli bir gelişme daha var bu haftanın gündeminde. Anayasa Mahkemesi iki kritik kararın, (türban ve AK Parti) gerekçelerini açıklayacak.

Hep birlikte bir yandan Ergenekon davasının hangi 'sınırlar'a ulaşacağını ya da ulaşamayacağını tartışırken, bir yandan da iki gerekçeli kararın siyasetin üzerinde oluşturacağı baskıyı takip edeceğiz.

Haftalar önce sorduğum bir soruyu tekrarlayarak tamamlayayım.

Yüksek Mahkeme, türban konusunda verdiği kararla adeta siyasetin sınırlarını belirlerken, AK Parti'yi 'kapatmama kararı'yla sistemin herkese yeniden şans verdiğini ilan etti.

Siyaset bu sınırların dışına çıkmaya bir daha cesaret edebilir mi?

 

Kaynak: Star