Başbakan'ın kriz yönetimiyle ilgili notlar
Erdoğan, 'Türkiye Belediye Başkanı' değil ki, Başbakan!
Büyük iş dünyasına, finans dünyasına kulak verdiğiniz zaman eleştiri ve vozurdamaların dozu her geçen gün artıyor.
Özellikle Erdoğan konusunda...
Başbakan Erdoğan'ın ekonomik krizi baştan beri kötü yönettiğine ilişkin genel bir kanı gitgide yaygınlaşıyor. Hükümetin geciktiği, olayların arkasından sürüklendiğine dair inanç ağır basıyor.
Başbakan'ın 'ekonomi takımı'nın yetersizliği de bir başka yakınma konusu...
Şu günlerde sık sık Erdoğan'ın eleştiri oklarına hedef olan finans sektöründen güvenilir bir kaynakla geçen gün sohbet ederken şöyle dedi:
"Doğrudur, özellikle 2002 sonrası hükümetin izlediği doğru ekonomi politikaları sayesinde çok büyüdük. Türkiye ileriye gitti. Ama şimdi kriz var ve iyi yönetemiyor hükümet. Sürekli gecikme halinde... Başbakan'ı izliyorum. Bazen kendisini kapalı kapılar arkasında da dinliyoruz. Şaşırdığım zamanlar oluyor. Tayyip Erdoğan sanki Türkiye Başbakan'ı değil de, 'Türkiye Belediye Başkanı' gibi konuşuyor."
Bu kopukluk neden?..
Bir Demirel'le ya da özellikle Özal'la mukayese edildiğinde Tayyip Erdoğan'ın ekonomiye ilişkin formasyonu yetersiz.
Demirel'le Özal devletin ekonomi mekanizmalarının içinde yoğrularak siyasete gelmişlerdi. Özal ayrıca Dünya Bankası ve özel sektör deneyimine sahipti.
Bu iki lider de, kriz zamanlarında kamuoyunun önüne çıkarak krizi ve çareleri genellikle ikna edici ya da güven verici bir dille anlatabilmişlerdi.
Erdoğan böyle değil.
Kriz yönetimiyle ilgili olarak güven verdiği ve bu bakımdan kamuoyunu yönlendirdiği söylenemez.
Bu pencereden bakınca Erdoğan'ın Merkez Bankası dahil ekonomi takımı da kamuoyuna fazla güven aşılayan bir performans içinde değil, yaşanan kriz süreci içinde.
İş ve finans dünyasının bu takımdan mutlu olduğu söylenemez.
Biri dün şöyle yakındı:
"Rahmetli Ecevit de ekonomiden anlamazdı. Ama bir Kemal Derviş vardı, işi bilen, güven veren, krizi yöneten... Bir Hüsamettin Özkan vardı, iş ve finans dünyasıyla devamlı temas halinde olan... Erdoğan ve takımı, işleri biraz kendi içlerine kapanık vaziyette götürebileceklerini sanıyorlar."
İş dünyasında dikkati çeken bir başka eğilim şu sözlerle özetlenebilir:
"Türkiye'de bu işin, yani krizin psikolojisi iyi yönetilemedi, yönetilemiyor. Bir yanda hiç durmaksızın daha gürültülü şekilde çalınan felaket tam tamları... Öbür uçta, 'Merak etmeyin, bize bir şey olmaz!' tavrı... Bu iki uç da krizin kamuoyunda gerçekçi biçimde algılanmasını engelliyor, güven faktörünün gitgide aşınmasına yol açıyor."
Ankara'yı ve siyaseti yakın takipte tutan bir işadamı şöyle dedi:
"Bundan önceki dönemde Hazine'den sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan'la işler daha iyi gidiyordu. Babacan'ın arkasında Dışişleri Bakanlığı koltuğunda otursa da, bir Abdullah Gül faktörü vardı. Babacan, Gül faktöründen de yararlanarak Başbakan nezdinde bir ağırlık yaratıyordu. Şimdi böyle değil. Gül Çankaya'da... Mehmet Şimşek'in Başbakan nezdinde fazla bir ağırlığı olduğu söylenemez. Nazım Ekren de iyi ve ciddi bir insan ama..."
Kısacası:
Merkez Bankası yönetimi dahil olmak üzere Erdoğan'ın ekonomi takımına dönük eleştirel yaklaşımlar fazlasıyla yaygın iş ve finans dünyasında. Takım, güven ve formasyon derinliği açısından eleştiri oklarına hedef oluyor kapalı kapılar arkasında...
Birinin sözleri şöyle:
"IMF ile bir an önce anlaşma yapılmasında yarar var. Böyle bir anlaşma, kötünün iyisi olacak. Çok gecikildi. IMF ile anlaşma geçen mayıs veya haziranda yapılmış olsaydı, 40 milyar dolar gelebilirdi Türkiye'ye. Şimdi ancak 18-20 milyar dolarda kalacağız. Ama gecikmeli de olsa bu anlaşma yapılmalı. Hiç olmazsa kriterler belli olur, birkaç kuruş para gelir ve daha önemlisi, bir kontrol mekanizmasının devreye girmesiyle birlikte yanlışlar daha azaltılabilir."
Güncel soru:
IMF ile anlaşma kapıda mı?
Öyle gözüküyor, süreç hızlandı.
Bir bankacı şöyle dedi:
"İlle de yumurtanın kapıya dayanması mı lazım?.. Ümük edebiyatı yapacağımıza, bu yola daha önce gitseydik, çok daha iyi olurdu."
Kaynak: Milliyet